25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Batı bilimi dünyaya nasıl egemen oldu? Sanayi Devrimi niçin ilk olarak Çin’de değil de İngiltere’de gerçekleşti? Japon bombaları Chicago ve New York’u vuracağına, niçin Amerikan bombaları Hiroşima ve Nagazaki’yi yerle bir etti? Stanford Üniversitesi’nden tarihçi, arkeolog ve klasik dönem araştırmacısı Ian Morris, Batı biliminin tüm dünyayı ele geçirmesinin altında yatan etmenleri araştırırken, Batı’nın bu egemenliği ne zaman Doğu’ya kaptıracağı yönünde öngörülerde bulunuyor. Morris’e göre dünyanın farklı bölgelerinin gelişme hızını büyük ölçüde coğrafya belirliyor. LAİKLİK VE BİLGİ TOPLUMU: B ilim niçin Batılıların egemenliğinde? Sayılamayacak kadar çok sayıda kuram bu sorunun yanıtını arıyor. Batılılar, dünyanın geri kalanından daha akıllı olabilir mi? Bu, eski Yunan mantığının etkisinin bir sonucu olabilir mi? Batı dinleri bilime daha fazla özgürlük tanıyor olabilir mi? Rastlantılar ve şans etkili olmuş olabilir mi? Günümüzde Çin, Kuzey Kore, Pakistan ve Hindistan nükleer silahlara sahip olmakla övünüyor, Çinli astronotlar uzayda dolaşıyor, Japonya ve Güney Kore robot bilimi açısından dünyanın oldukça ileride. Bu gidişatın ışığı altında, Batı’nın bilim alanındaki egemenliğinin dönemsel olması ve bu egemenliğin bir süre sonra sona ermesi de büyük bir olasılık. Bu kuramları tarihe karşı sınamak, insanlık tarihinin başlangıç evresine geri dönmeyi ve gezegenin tümünü gözden geçirmeyi gerekli kılıyor. Beklenildiği üzere tarihçiler bu kadar geniş kapsamlı bir çalışmaya sıcak bak mıyor. Bu soruya derli toplu bir yanıt oluşturmak için tarihçilerin çıkış noktası bir doğa bilimcisi gibi çalışmak; başka bir deyişle gözlemlerine öncelik vermek. Hatta bir adım daha ileri giderek, tek bir hayvanın, yani Homo sapiens’in davranışlarına odaklanarak tarihin, biyolojinin bir alt dalı olduğu bile ileri sürülüyor. rülüyor. Başka bir deyişle coğrafi gelişimin hızı farklıydı. “Şanslı Enlemler” olarak nitelendirilen, Eski Dünya’da Çin’den Akdeniz’e, Yeni Dünya’da Peru’dan Meksika’ya kadar uzanan şeritte 12 bin yıl boyunca iklim, topoğrafya ve ekoloji, evcilleştirilmeye uygun, çok sayıda bitki ve hayvanın evrimine olanak tanıdı. Bu da insanların bol miktarda yiyecek stoğuna sahip olması anlamına geliyordu. İnsanlar nerede olurlarsa olsunlar hemen hemen birbirlerinin aynısı oldukları için, bu enlemlerde yaşayanlar bitki ve hayvanları evcilleştirdiler. Bu kaynaklarla beslenen insanlar, bir sonraki 10 bin yıl boyunca dünyanın ilk kentlerini, devletlerini ve imparatorluklarını kurdular. Avustralya, Sibirya veya Sahraaltı Afrika’da yaşayan insanlar ise toplayıcılık ve avcılık ile geçinmek zorunda kalmıştı. Bunun nedeni daha tembel, daha aptal olmaları değil, coğrafi nedenlere bağlı olarak topraklarının doğal kaynaklar açısından fakir olması ve evcilleştirme operasyonunun daha uzun zaman almasıdır. Kaldı ki coğrafya, Şanslı Enlemler’de de adil değildi. Arkeologlar güneybatı Asya’daki Dicle, Fırat nehirleri ve Ürdün vadilerini civarındaki bölgede evcilleştirmeye çok uygun bitki ve hayvan bulunduğuna dikkat çekiyor. Bu bölgede MÖ 9500 civarında insanlar dünyanın ilk çiftçileri olarak tarihte yerlerini aldılar. Daha sonra MÖ 3500 yıllarında kentleri kurdular. MÖ 750 yıllarında da imparatorlukları oluşturdular. MÖ 500’lü yıllarda bilim olarak nitelendirebileceğimiz ilk faaliyetler ortaya çıktı. Nüfus artıp, batı Avrasya’daki tarımsal merkezler geliştikçe, çiftçilik, kentler, devletler, imparatorluklar ve ilk bilimsel faaliyetler, nihayetinde “Batı” olarak tanımladığımız uygarlığı oluşturdu. avantajlarından yararlandılar. Sonuçta Çinliler değil Avrupalılar rüzgarların ve gelgitlerin mekanizması hakkında bilgi sahibi olmanın yararlarını keşfettiler. Bunu bir dizi entelektüel buluş izledi; fiziğin, kimyanın ve biyolojinin şifrelerini kırdılar. Ve bütün bu buluşlar Çin’de değil, Avrupa’da bilimsel devrimin kapılarını açtı. 1800’lü yıllara gelindiğinde bilim ve piyasa ekonomisi Batılı girişimciler için teşvikler ve fırsatlar yaratmaya başladı. Girişimciler bu destek ile fosil yakıtların gücünden yararlanarak seri üretime geçtiler. Bir kez daha Çin veya Japonya değil, Batılılar sanayi devrimini başlattılar ve güçlerini küresel çapta nasıl kullanacaklarını öğrendiler. limi ve Avrupa biliminin iyice geride kalmış olduğunu KARŞILIKLI ETKİLEŞİMLER düşünelim. Bu noktada coğrafyanın rolü giderek karmaşık Coğrafya ve sosyal gelişmeler arasındaki ilerigeri etbir hal alıyor; tarihi önüne katıp götürüyor ama düz bir kileşimler, bilimin niçin Batılı bir faaliyet alanı olduğunu yolda değil. Coğrafya dünyanın farklı bölgelerinin gelişme açıklıyor. Ayrıca coğrafya, biyoloji ve sosyal gelişmeler hızını belirliyor olsa da, gelişme hızı da aynı anda coğbirbirini izlerken, bundan sonra neler olacağı hakkında rafyanın anlamını belirliyor. da bazı ipuçları veriyor. 1900’lü yıllarda İngiltere’nin egeBu fikri biraz daha açmak için Kuzey Atlantik’in somenliğinde küresel bir ekonomi, Kuzey Amerika’nın zenğuk sularına doğru uzanan Batı Avrupa’ya bir göz atalım. gin kaynaklarından yararlandı. Beş bin yıl önce bu kara parçasının coğrafi konumu, çok Sonuçta ABD gelişerek küresel bir güç haline gelbüyük bir dezavantaj oluşturuyordu. Bu bölge Mısır ve di. 20.yüzyılda ABD’nin egemenliğindeki küresel ekoMezopotamya’daki uygarlık merkezlerinin çok uzağınnomi, Asya’nın kaynaklarını kullanmaya başladı ve sodaydı. Oysa Mısır ve Mezopotamya’da kentler kurulunuçta Japonya’nın “Asya Kaplanı” olarak güç kazanyor, ilk yazılı eserlerle kütüphaneler kuruluyor ve insan masına, Çin ve Hindistan’ın da küresel merkezler halitoplulukları birbirlerine karşı organize savaşlar açıyorne gelmesine yol açtı. lardı. Kısaca Batı Avrupa coğrafi konumu nedeniyle uygarlık yarışının gerisinde kalıyordu. GELECEK KİMİN? Ancak 500 yıl geriye gidersek, aynı coğrafyanın Batı Bu değişiklik 21.yüzyılda da bu hızda devam ederse, Avrupa’yı zengin ve güçlü kıldığını görüyoruz. Germen, Doğu Batı’yı 2103 yılında yakalayacak. Ancak değişimin Arap ve Türk istilacılar Roma İmparatorluğu’nun enkazı hızı 15.yüzyılda olduğu gibi ivme kazanırsa, küresel egeüzerinde birbirleriyle kıyasıya savaşırken, yeni bir Orta menlik ve bilimin çekim merkezi 2050 yılında Doğu Çağ imparatorluğu Çin’de yükselmeye başladı. Burada Asya’ya kayacak. yüzyıllarca sürecek bilimsel faaliyetlerin temeli atılmış Bu arada küçük bir ayrıntıyı da göz ardı etmemek geoldu. . Bu faaliyetlerin en rekiyor. Geçmiş, coğrafi koşulların önemlileri, okyanusları aşabitoplumların gelişimini belirlediğini lecek güçte gemiler inşa etgösterirken, gelişmeler de coğrafyanın mek ve denizcilerin karşı kıyıne anlama geldiğini belirliyor. Ve larda karşılaşacakları insanları 21.yüzyılda coğrafyanın anlamının öldürmelerine yarayacak babugüne dek olduğundan daha hızlı deruttu. Herkes bu yenilikleri çok ğiştiği görülüyor. Halihazırdaki tekyararlı buldu ve bunlar Avrasya nolojik trendlerin devam etmesi duboyunca hızla yayıldı. Ancak bu rumunda, bilgisayar ve haberleşme alayayılma coğrafyanın anlamını nındaki logaritmik büyüme, coğrafda değiştirdi. yanın tümüyle anlamını ve önemiÜnlü heykeltraş Eduardo Paolozzi’nin Birden, Atlantik Newton isimli eseri ni yitirmesine yol açabilir. Okyanusu’na doğru uzanıyor Dolayısıyla Doğu ve Batı bugüolmak bir avantaj haline geldi. ne dek taşıdıkları çağrışımlarının tümünden arınır ve orBatı Avrupalı denizciler, Amerika kıtalarına ulaşmak için taya “küçülmüş” ve “dümdüz” bir dünya çıkar. Ancak Çinlilerin kat ettiği yolun yarısını aşma şansına sahipnükleer silahlara sahip ülke sayısının artması, iklim deti. Okyanusları aşacak gemilerin inşasından önce bu çok ğişikliği, kitlesel göçler, salgın hastalıklar, yiyecek ve su önemli değildi; ancak gemiler ortaya çıkınca bu çok bükıtlığı gibi günümüzün önemli sorunları bütün bu gidiyük bir avantaj haline geldi. Bütün insanlar hemen heşatın kontrolden çıkmasına, yapılan tüm tahminlerin anmen birbirinin aynısı olduğuna göre, coğrafya tarihsel rolamını yitirmesine yol açar. lüne soyundu: İlk modern dünyanın en büyük denizci21.yüzyıl küresel dönüşüm ve küresel felaket araleri olan Çinlilerden önce Batı Avrupalı denizciler sındaki yarışa sahne olacak. Hangisi kazanırsa kazansın Amerikaları keşfetti, sömürge haline getirdi ve haraca bundan sonraki 100 yıl bundan önceki 100 bin yıldan kesti. Oysa Çinli gemiciler de en az onlar kadar cesur ve daha fazla değişikliğe sahne olacak. Doğu, Batı’yı yakaonlar kadar bilgili idiler. Ancak coğrafya bu kez kartlaladığı zaman tarihten alacağımız en büyük ders büyük bir rı Batı Avrupalılardan yana kullandı. olasılıkla klasik fiziğin babasının Mei mi yoksa Newton mı olduğunun artık fark etmeyeceğidir. DENİZCİLİĞE DAYALI PİYASA Türkçesi: Reyhan Oksay EKONOMİSİ Kaynak: New Scientist, 30 Ekim 2010 Dolayısıyla Çinliler değil, Avrupalılar denizciliğe daNew Scientist, 1 Mayıs 2010 yalı piyasa ekonomisini geliştirdiler. Böylece kıtalararası Patent İstatistiklerinde Türkiye ve İslam Ülkeleri Taşkın Atılgan, taskinatilgan7@hotmail.com İ slam dünyasında, “Akıl mı vahiy mi?” tartışmasında, Akılcıların öne çıktığı 8. yüzyılın ikinci yarısından 12. yüzyılın sonlarına kadar olan dönemde yaratılan “İslam Aydınlanması”, bilim ve felsefede insanlığın yaşadığı en parlak medeniyetlerden biridir. 13. yüzyıldan itibaren, Vahiycilerin İslam dünyasında mutlak egemenliklerini kurmalarıyla başlayan ve zamanımıza kadar devam eden dönem, batıyla reÜlke 2007 Patent Başvurusu 1 Türkiye 2184 kabet ede2 Melezya 1144 meyen, sömürgele3 Mısır 617 şen, ekono4 Suudi Arabistan 366 mik istik5 Uzbekistan 327 rarsızlığın 6 Kırgızistan 164 sürdüğü, 7 Cezayir 89 açlığın, 8 B.A.E. 64 yoksullu9 Kazakistan 62 ğun, yolsuz10 Ürdün 54 luğun, yo11 İran 52 bazlığın, iş12 Endonezya 40 sizliğin, 13 Kuveyt 36 sosyal çal14 Fas 33 kantıların 15 Azerbaycan 27 olağan ol16 Tunus 22 duğu, ço17 Pakistan 20 ğunluğu 18 Umman 15 İslam ülke19 Yemen 11 leri olan, 20 Lübnan 8 başarısız devletleri (Batılılar bu devletleri Failed States = Başarısız Devletler olarak sınıflandırırlar) ortaya çıkarmıştır. Aşağıda 2007 yılına ait patent başvurularını, patentin çıkış ülkelerine göre gösteren tablolar (Kaynak: World Intellectual Property Organization (WIPO) Statistics Database, June 2009), başarılı devletlerle başarısız devletlerin (Failed States) yalın bir göstergesidir. İlk tablo, içinde Türkiye’nin de bulunduğu İslam ülkelerini, ikincisi ise en yüksek patent başvurusuna sahip ilk 25’i sıralamaktadır: Patent başvuru sayısı bir ülkenin ekonomik gelişmişliğinin, şimdiki ve gelecekteki rekabet gücünün bir ölçüsüdür. Bu tablolardan gördüklerimiz: Yüksek patent başvurusuna sahip ülkelerin hemen hepsi yüksek teknoloji ürünleri üreten ve ihraç eden gelişmiş refah ülkeleridir (Çin ve Hindistan’ı şimdilik dışarda tutabiliriz). Türkiye, İslam ülkeleri arasında ençok patent başvurusu yapan, şimdilik laik ve yarı demokratik (son zamanlarda “melez demokrasi” deyimi de kullanılıyor) bir ülkedir. Türkiye’nin diğer İslam ülkelerinden farkı, büyük ölçüde, 1920’lerde başlayan laiklik deneyimi ve çağdaşlaştıran sosyal kültürel devrimlerle (Atatürk Devrimleri) yakından ilgilidir. Patent sayısı yüksek ülkeler arasında ilk 25’e giren bir tek İslam ülkesi bulunmamaktadır. Çok düşük patent başvurusuna sahip İslam ülkelerinin büyük çoğunluğu şeriat hukukuyla yönetilen, demokratsinin ve özgürlüğün olmadığı ülkelerdir. Toplam nufusu 1,6 milyar olan İslam ülkelerinin toplam patent başvuru sayısı 3847’dir, ancak, nufusu 6 milyon civarında küçük bir ülke olan İsrail’in patent başvuru sayısı, 9714 ile, İslam ülkelerininkinin toplamının 2 mislinden daha fazladır. Nüfusu 40 milyon civarında olan ve 1950’lerde yoksul, kişi başına düşen geliri Türkiye’nin gerisinde olan Güney Kore ise, nufusu 72 milyondan fazla olan Türkiye’nin 80 misli patent başvurusunda bulunmuştur. Yüksek patent başvuru sayısına sahip ülkelerin büyük çoğunluğu, Komünist Çin hariç, demokratik rejimlerle yönetilen ülkelerdir. Yüksek patent başvurusuna sahip ülkelerin hepsi seküler (laik) ülke lerdir. Patent başvurusu sayısında, İngiltere, Fransa, İtalya ve hatta Almanya gibi Batı Avrupa ülkelerini bile çok gerilerde bırakmayı başaran Güney Kore Cumhuriyeti’nin bu başarısının sırrını OECD ülkelerinin eğitim istatistikleri açık bir şekilde gösteriyor: İçinde gelişmiş Batı ülkelerinin çoğunlukta olduğu 33 OECD ülkesinin 2535 yaş grubu lise mezunlarının 2007’deki oranını gösteren sıralamada, 30 yıl kadar önce, Güney Kore, Türkiye ile birlikte, en arka sıralarda yer Ülke 2007 Patent Başvurusu alırken bugün yüzde 1 Japonya 501270 100’lük bir oranla en 2 A.B.D. 409952 ön sıraya tırmanmıştır. 3 Güney Kore 174896 Türkiye ise en arkada 4 Çin 160523 bulunan sırasını koru5 Almanya 130270 maktadır (Kaynak: 6 France 45212 OECD Education at 7 İngiltere 41890 a Glance, 2009). 8 Rusya 28646 Yani, çağdaş, seküler 9 Hollanda 25878 ve kaliteli eğitime ya10 İsviçre 25811 pılan yatırım kendisi11 İtalya 22535 ni göstermiş ve Güney 12 İsveç 15986 Kore’yi 4050 yıllık bir 13 Avustralya 10970 süre içinde en gelişmiş 14 Finlandiya 10125 ülkeler arasına, en yu15 Israil 9714 karılara tırmandırmış16 Belçika 7976 tır. 17 İspanya 7556 14 Ocak 2011 ta18 Danimarka 7471 rihli Cumhuriyet 19 D.P.R Kore 6873 Bilim Teknoloji ekin20 Avusturya 5373 de yayımlanan PISA – 21 Norveç 3906 2009 Sonuçlarından 22 Hindistan 3882 aldığımız Fen Bilim 23 Singapur 3538 puanlarına göre, en 24 İrlanda 3382 yüksek patent başvu25 Yeni Zelanda 3370 rusuna sahip 25 ülkenin ortalama fen bilim puanı 511 iken, bu tabloda bulunan, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 9 İslam ülkesinin puan ortalaması 400’dür. Güney Kore PISA puan sıralamasında 2. sırada yerini alırken, Türkiye, 33 OECD ülkesi arasında 31. sırada yer alıyor! İslam ülkelerinin aldığı, ortalama, 400 puanla yüksek patent sayısına sahip 25 yüksek teknoloji ülkesinin aldığı, ortalama, 511 puan arasındaki uçurumun kapatılması mümkündür: dini dogmaların değil, aklın, tekrar, bu ülkelerde egemen olması; özgürlük, laiklik ve demokrasi! UYGARLAŞMA YARIŞINDA GECİKENLER Çin, Pakistan’ın İndus vadisi, Meksika ve Peru, Buzul Çağı’ndan çıktıkları dönemde evcilleştirilebilir bitki ve hayvan yoğunluğu açısından Mezopotamya kadar şanslı değildi. Her birinde çiftçilik birkaç bin yıl sonra gelişti (MÖ 7500’den sonra). Kentler, devletler ve imparatorluklar da gecikmeli olarak dünya tarihinde yerini aldı. Yaklaşık 2000 yıl önce kesintisiz tarım imparatorlukları, Roma’dan Çin’deki Han Hanedanı’na kadar uzanan Şanslı Enlemler boyunca görüldü. Kuzey ve Güney Amerika’da da Maya, Teotihuakan ve Moçika’da aynı yolu izledi. Avrasya’nın batı ucundaki en eski merkezin mirasçısı olan Roma, bölgenin en büyük ve en zengini olarak kendini kabul ettirmesinin yanı sıra, en güçlü bilimsel kültüre de ev sahipliği yaptı. Bilimin bu nedenle Batılı bir olgu olarak görülmüş olması mümkün olabilir mi? Çinli matematikçi Mei Wending’in (16331721) yerine Newton’ı daha fazla tanıyor olmamız, Batı’nın Doğu’dan 2000 yıl önde olmasına bağlı olabilir mi? Hulusi Behçet Bey’i anlamak ve anmak Dermatolog ve tıp tarihçisi Dr. Gülay Satar, ülkemizin uluslararası üne sahip erken dönem cumhuriyet bilim insanı Hulusi Behçet Bey’i tanıtan çalışmasıyla, hem onun bilim ve tıp tarihimizdeki yerini, hem de bir bilim insanını başarıya götüren koşulların neler olduğunu ortaya koyuyor. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com RESMİN BÜTÜNÜ Bir adım geri gidip resmin bütününe baktığımız zaman üç önemli nokta öne çıkIyor: • İnsanlar nerede yaşarsa yaşasın hemen hemen birbirinin aynısıdır. • Ortak biyoloji sayesinde, tarihin dünyanın hemen her yerinde benzer trendler izlediği görülür. • Tarihsel olaylar dünyanın her yerinde aynı hızla yol almıyor. İşte bu üçüncü gözlem, bilimin niçin Batılı olduğunu ve bunun hep böyle devam etmesinin olanaksız olduğunu açıklıyor. Bu açıklamalar ırkla, kültürle veya herhangi bir toplumda yetişmiş büyük insanlarla kesinlikle ilgili değil. Bu alanda talih veya rastlantıların herhangi bir rolü olduğunu da söyleyemeyiz. Bu açıklamalar yalnızca biyolojinin temel dayanaklarından biri olan bir kuvvetle ilgili. O da coğrafya. H CBT 1245/10 4 Şubat 2011 COĞRAFYA BAŞROLDE 12 Bin yıl önce, son Buzul Çağı’ndan sonra dünyanın ısınmaya başladığı dönemde coğrafyanın bazı bölgeleri kayırdığı, bazı bölgelere karşı çok acımasız davrandığı gö COĞRAFYANIN ANLAMI Gerçek yaşamda durum ne yazık ki daha karmaşık. Çin biliminin MS 500’ten 1500’e kadar dünyayı peşinden sürüklediğini farz edelim. Aynı zamanda İslam bi CBT 1245/11 4 Şubat 2011 ulusi Behçet (18891948) Bey, ismi bilimsel ve resmi olarak bir tıp teriminde yer alan ilk Türk hekimidir. Hulusi Behçet Bey’in tanımladığı bir hastalığa, 1947’de Cenevre’de toplanan uluslararası dermatoloji kongresinde Prof. Dr. Mieschner’in teklifiyle “Morbus Behçet” (Behçet sendromu) adı verilmiştir. Hulusi Behçet Bey, sadece o zamana kadar tanımlanmamış bir hastalığı saptamış olmanın ötesinde, deri hastalıkları alanında başarılı klinik çalışmaları ve eğitici yönüyle de kendisini göstermiş bir bilim insanımızdır. İlk ve ortaöğrenimini ve tıp eğitimini Osmanlı Devleti okullarında gördükten sonra, Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru dermatolog olarak kendini geliştirmek amacıyla Avrupa’ya giden Hulusi Behçet Bey, 19171921 yıllarında Budapeşte’de ve Berlin’de tıbbi çalışmalar yapmış ve ülkesine döndükten sonra da büyük dermatolog Menahem Hodara ile birlikte çalışmıştır. Gerek bulunduğu ortamlar, gerekse birlikte çalıştığı bilimciler ona uluslararası bilim topluluğunun bir parçası olması imkânını sağlamıştır. Hulusi Behçet Bey’in akademik yaşama geçişi, 1933 üniversite reformuyla birlikte gerçekleşmiştir. Bu tarihten yaşamının sonuna kadar çalışmalarını disiplinler arası düzeyde yürüten Hulusi Behçet Bey, klinik ve eğitim çalışmalarını sürdürürken, kendi alanındaki uluslararası toplantılara da orijinal araştırma bildirileri ile katılmıştır. Hulusi Behçet Bey’in bilimsel çalışmaları, erken cumhuriyet döneminde bilimsel araştırma mantığının ve yöntemlerinin ülkemizde yerleşmesine ve yaygınlaşmasına da büyük katkılarda bulunan öncü nitelikte çalışmalardır. O, aynı zamanda 1933 üniversite reformundan sonra yayımlanma ya başlayan Deri Hastalıkları ve Frengi Kliniği Arşivi dergisinin de kurucusu ve başyazarıdır. Hem dermatolog, hem de tıp tarihçisi olmanın sağladığı imkânlarla Dr. Gülay Satar, Hulusi Behçet Bey’in yaşamını, çalışmalarını tüm yönleriyle bir doktora tezi çerçevesinde araştırdı ve inceledi. Dr. Satar, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Bölümü’nde Prof. Dr. İlter Hulusi Behçet Bey Uzel danışmanlığında hazırladığı bu tez çalışmasında, arşiv belgelerine ve en yeni kaynaklara dayanarak Hulusi Behçet Bey’in yaşam öyküsünü, onun yaşadığı dönemdeki dünya ve Türkiye tıbbının temel özelliklerini, onu başarıya götüren çalışma koşullarını, dile ve tıp tarihine ilgisini, Behçet hastalığının tanılanma, tanıtılma ve adlandırılma sürecini, yeni hastalığın uluslararası ölçekteki tanıtım çalışmalarını, hastalığın adı konusundaki güncel tartışmaları, yayınlarını ve ardından yazılanları vb. ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır. Bu çalışma, Hulusi Behçet Bey hakkında şimdiye kadar yapılmış en kapsamlı çalışma niteliğindedir. Dr. Gülay Satar’ın bu değerli çalışması, yayın kuruluşlarının ilgisini beklemektedir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle