17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Ülkemizin seçkin beyinlerinden, halk sağlığı önderi Prof. Dr. Nusret H. Fişek’in anısına, saygıyla... “Beyin Mezarlığı: Türkiye...” Başlığı, Prof. Dr. Nusret H. Fişek’i, ölümünün 21. yıldönümünde anmak için Ankara’da düzenlenen, benim de katıldığım, ‘Düşünce Ortamı’nın (03.11.2011) konu başlığından ödünç aldım. Konuyu, o ortamda da belirttiğim gibi, iki türlü de yorumlamak mümkün. Bir ülke düşünün ki, mevcut beyin gücünün en seçkin kesimlerini yok ediyor ya da bu gücün ülkeyi terk etmesine neden oluyor. Böyle bir durumun ortaya çıkması, ya mevcut siyasî iktidarın kendi kurulu düzenini (‘müesses nizâmını’) sürdürebilmek ya da onun yerine gelenlerin ülkede kendi iktidarlarını tesis edebilmek için yaptıkları siyasîideolojik tasfiye sonucu olur. Böyle bir ülke, ister beyin gücünü ülkeyi terk ettirerek, isterse fiilen yok ederek tasfiye etmiş olsun, gerçekten bir ‘beyin gücü mezarlığı’dır artık... Ne var ki, eğer, bunu yapan siyasî kadrolar, kendi iktidarlarını sürdüremezler de işbaşından uzaklaştırılabilirlerse ve eğer, o ülkedeki kültür birikimini tümüyle yok edememişlerse, o ülkede, o kültür tabanı uygun iklimi bulduğunda yeniden seçkin beyinler üretebilir. Nazi rejimi döneminde pek çok seçkin beynini kaybeden Almanya’nın bu rejim yıkıldıktan sonra, bilim adamı üreten, bilim üreten mümbit toprağının yeniden yeşermesi gibi... Ya da Türkiye’de, 1940’lı ve 50’li yılların karanlığından (bknz. Gönenç, Güney [2011], Karanlık Zamanların Şarkısı, Yeni Umut Yayınları) sonra ortaya çıkan, 60’lı yılların uygun ikliminde, yeniden ve ülke için yeni fikirlerle birlikte yeşeren beyinler, örneğinde olduğu gibi... Gerçekten de, 1930’lu yıllarda *faşizmin karanlığından kaçıp Türkiye’ye sığınan Alman bilim adamlarının geri püskürtüldüğü; *Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif Başoğlu, İlhan Başgöz, Nabi Dinçer, Mübeccel Kıray, Azra Erhat, Agop Dilaçar gibi bilim insanlarımızın üniversiteden uzaklaştırıldığı; *Köy Enstitüleri’nde yakılan ışıkların köreltildiği ve bunların ardından Nazi Almanyası’yla uyum sağlamış, hâttâ Nazi Partisi’ne üye olmuş Alman bilim adamlarının getirildiği; *Köy Enstitüleri’nin ışığının bütünüyle söndürüldüğü 40’ların, 50’lerin karanlığından sonra böyle oldu. 12 Eylül’ün zifîrî karanlığından sonra da, o yıllarda meydana gelen çok ağır beyin kaybının, 90’lı yıllarda, kısmen de olsa telâfi edilmesine çalışıldı... Ama, bir de şöyle bir ülke düşünün: O ülkedeki düzeni kuran ve sürdürenlerin dayandığı düşünce ya da inanç sistemi özgürce düşünen, merak eden, sorgulayan ve sorgulamada herhangi bir tabu tanımayan beyinlerin ortaya çıkmasına hiçbir biçimde izin vermiyor... Ve o ülkedeki düzenin sahipleri, yarattıkları bu çoraklığı bütünüyle dogmaya bağlı bir toplum kültürüne dönüştürebilecek ve bu kültürün kuşaktan kuşağa devrini sağlayabilecek kadar uzun bir tarih kesitinde işbaşında kalabiliyor... İşte o ülkede artık özgürce düşünen, gerçekten ‘beyin’ denmeyi hak eden beyin çıkmaz ki, yok edilsin! Yâni, arada tek tük belki çıkar ama, ne iktidar gücünü elinde tutanlar bunun farkına varır ne de o ülkenin toplumu... O istisnalar, kendi dünyalarını kendileri yaratır ve o dünyada kendi fikir zenginlikleriyle ama tek başlarına yaşar ve göçer giderler. Asıl beyin mezarlığı, benim kanımca, o tür bir ülkedir. Çünkü orada doğan her beyin doğumuyla birlikte fikren ölüme mahkumdur. Yaşıyormuş gibi gördüklerimiz, sâdece biyolojik varlıklarını sürdüren beyinlerdir. En iyimser bakış açısıyla bile, en azından XIX. Yüzyıl’ın başına kadar olan dönemdeki Osmanlı İmparatorluğu böyledir. Orhan Burian’ın, “...Dilimizin de düşünce dünyamızın da tek büyük klasiği odur.” dediği Evliya Çelebi’nin ve yarattığı eserin, bu imparatorluk ve ahalisi farkına bile varmamıştır (bknz. Arıkan, Zeki, CBT, 07.11.2011). Konuya devam edeceğim. Geleceğin arabası temiz, yani elektrikli mi olacak? İklim değişikliğine neden olan karbondioksit salımlarını nasıl azaltmalı? Çözüm yollarından biri de benzinli ya da mazotlu arabalarımızın yerine elektrikli araba kullanmak. Acaba öyle mi? Önce, kullanılacakları elektriğin fosil dışı kaynaklardan elde edilmesi şart. B CBT 1286/ 6 11 Kasım 2011 ir İzlandalı elektrikli arabasının aküsünü vicdanı rahat şekilde doldurabilir. Çünkü, ülkesinde elektriğin %70’i hidroelektrik ve %30’u jeotermik kökenlidir. Bu iki kaynak yenilebilir enerji olup CO2 salmazlar. Peki Polonya ve ABD eyaleti Utah’a ne demeli? Buralarda trafiğin kaynağında kömür var. Bu iki bölgede, elektriğin %95’i fosil kaynakların en kirlisi olan kömürden elde ediliyor. Bu iki bölge yalnız değil dünyada. Dünyamızda elektriğin %41 gibi kömürden %21 doğalgazdan %5’i ise petrolden elde ediliyor O halde, elektrikli araba kendisini besleyen elektrik üretimi yoluyla karbon salımına neden oluyor. Birkaç istisna dışında (Fransa’da termik santralların ürettiği elektrik %11 gibi düşük düzeyde.) elektrikli arabanın temiz olabilmesi, tüm ülkelerin elektrik üretimlerini fosil yakıtlardan arındırmasına bağlı. Birincisi, elektrikli araba birkaç yıl içinde bollaşmayacak. Çünkü, tüm benzin istasyonlarını elektrikli araba için uygun hale getirmek gerek. Sonra, elektrik ağını değiştirmek ve yeni santrallar kurmak gerekecek. Belirli bir süre, sınırlı sayıda elektrikli ve özellikle kent içinde kullanılan elektrikli arabalarımızın yanında, hafta sonları ve bayramlarda yolları tıkayan termik ya da melez (hibrid) arabalar dolaşmaya devam edecekler. Elektriğe geçiş yavaş olacak ve otomobil sanayi termik ve elektrikli araçları pazarlamaya devam edecekler ve her iki motoru iyileştirmeye de çaba gösterecekler. Ama bundan önce yapılabilecek başka şeyler var: Benzin motorunu iyileştirmek ve havayı kirletmeyen yeni yakıtlar üretmek. Termik motor daha da iyileştirilebilir. Tüketim ve salım açısından. Hem de önemli oranlarda. Yeni bir motor modeli ortaya çıkabilir. Michigan’da geliştirilen ‘şok dalgalı türbin’ %60 enerji verimliliğine sahip. (Bugünkü motorlarda bu oran %2025’dir). Motor çalışmaları dışında yakıtlar üzerinde de çalışılmakta. Avrupa Komisyonu, giderek artan çeşitlilikte bir yakıt kullanımına gidildiğini göstermekte. Örneğin doğalgaz kullanımı (LPG) yaygınlaşıyor. Biyoyakıt kullanımı da giderek artmakta. Kuramsal olarak, biyoyakıtın yanması sonucu karbon ortaya çıkar ve atmosferde, kaynaklandığı bitki tarafından tutulur. Dolayısıyla bir etki yaratmaz. Ama bu tür yakıtlara getirilen iki eleştiri var: Beslenmeye ya da ekonomik tarımıyla rekabete girer ve gıda fiyatlarına etki eder. Mısır gibi besin maddesi olan bir ürün yakıta dönüşmekte ve ayrıca büyük ekim alanları kaplamakta. Biyoyakıtların tarihi yenidir. Sadece şeker ya da yağı kullanmayan ama tüm bitkiyi ve atıkları kullanacak (saman, hayvan atıkları) yollar aranıyor ve bunlar karbon salınımı bilançosunu olumlu etkileyecektir. Mikroskopik yosun üretildiğinde ise tarım ile rekabet sona erecek. Los Angeles Kaliforniya Üniversitesi’nde bakterilerden yakıt üretim çalışması yapılıyor ve Synechoccus elongatus adlı bakteri genetik dönüşüme uğratılarak isobutanol yakıtı elde edildi. Minnesota’da bir diğer ekip, iki bakteriyle çalışmakta. Işığın etkisi altında Synechoccus bakterisi CO2’i şekere dönüştürür ve bundan beslenen Shewanella bakterisi de hidrokarbür üretir. Joule Unlimited şirketi 2012 yılında bakteri kökenli yakıt üretimine geçeceğini açıkladı. Hatta bitkiler gibi CO2’den hareketle, biyolojik olmayan yollarlar yakıt üretilmesi düşünülmekte. Pennsylvia Üniversitesi’nde CO2 ve sudan hareketle ve güneş ışını ve karbon nano tüpleri olarak düzenlenmiş titan dioksit katalizörleri aracılığıyla metan, etan ve propan üretilmesi çalışmaları yapılıyor. YeniMeksika’da Sandia National Laboratory ‘de termokimyasal yolla CO2 karbon monoksite dönüştürülüyor; bu da etanol gibi bir yakıtın elde edilmesinde ilk adım. Güneş ışığı parabolik bir aynanın yardımıyla bir reaktöre yöneltilmekte ve 1500 derecede katalitik bir tepki sağlanmaktadır. Düşünceler çok! Ama hangilerinin 10, 20 ya da 30 yıl içinde CO2 + güneş düşüncesini somutlaştıracağını söylemek zor. Bütün bunlar gerçekleşirse, elektrikli arabadan önce havaya sadece ‘nötr ‘ karbon salacak arabalarla dolaşacağız. Pierre Vandeginste, gazeteci, les doissiers de la Recherche, Agustos 2011 İsmail Kılınç, [email protected] YOSUN VE BİTKİ YAKITI SEÇENEĞİ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle