17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN En Kapsamlı Hapishaneler Kentlerdir Sevgili Okurlar, bugün ele aldığım konu, öyle bir niyetim olmadığı halde biraz mizahi bir yazıya dönüştü. Herhalde günlük yaşam sandığımızdan daha fazla komik durumlar ve ilişkiler içeriyor. Oysa çağdaş yaşamı zehirleyen başıboş, belki de kontrolü ancak kişilerin uygarlığı ile orantılı, bir çevresel yozlaşmadan söz etmek istiyorum. K ent yaşamının kendilerini esir aldığını insanlara nasıl anlatacağız? Geçmişi hikâye ve mitos olarak bilen ve basmakalıp klişeler olarak öğrenen adam bugünkü yalan perdesini kaldıracak entelektüel cesaret ve güce sahip değildir. Kaldı ki her gün artan bilgi selinin altında kalmış, hemen her şeyin yarı cahili olarak varlığı sayıya indirgenmiş, araba kazasında ya da depremde ölen, hastane kapılarında, iş kuyruklarında bekleyen, kansere yakalanan ve nüfus istatistiklerine sayı olarak giren büyük halk kütlelerin kendi yaşamlarını doğru boyutlarıyla algıladıklarını söylemek olası değil. Bazen ‘insan bu kadar aptal olamaz’, ‘dünyadan bu kadar habersiz olamaz’, bu denli vurdumduymaz olamaz’, bazen de ‘bu kadar acımasız olamaz’ diyoruz. İnsanlar televizyon ne derse ya da gazetelerin büyük kara başlıkları ne yazarsa onu algılıyorlar, fakat o konuda ne bir şey biliyorlar ne de merak ediyorlar. Yumurtadan çıkıp belirli ağırlıkta olana kadar beslenen ve sonra kesilen tavuklar gibi kurbanlık olduklarını hiç düşünmüyorlar. Dünyanın her köşesinde bir hapishanede doğduklarını bilmeden ölüyorlar. Hapishane metaforu özgür yaşama isteğini yitirmiş, daha doğrusu topniteliksiz insan’ delum yaşamına sayı olarak katılan ‘n mek (Musil’in kulakları çınlasın!). Sevgili Okurlar, Tarihi, bir sıradan filmdeki gibi, klişe bilgilerden oluşan bir hikâye olarak belli belirsiz anımsayan milyarlarca insanın içinde yaşadıkları durumun bilincine ulaşmaları ne kadar zor! Dünya anlamadıkları bir yabancı dil gibi. İşaretle anlaşıyorlar. Önce en basit adamın bile rahatsız olduğu gürültüden, daha teknik terimi ile ses kirliliğinden başlayalım. Günümüzde otomobil ya da telefon reklamı yıl boyu ağustos böceği gürültüsü gibi. Başka reklamları da katarsanız en büyük görüntü ve ses kirliliğinin reklam olduğunu fazla tartışmadan kabul edersiniz. Zavallı insan beyni bu görsel ve işitsel hücum karşısında çaresizdir. Bunlara kenti çınlatan araba, fren gürültülerini, ambulans sirenlerini de ekleyin. Fazla yaşlanmış olanlar dışında kimse artık daha sessiz bir dünyayı hatırlamadığı için gürültüyü doğal farz ediyor. Biz dünyanın yok olan sükunetine acıyoruz. Estetik yoksulu mimari, görsel kirliliğin fonunu oluşturuyor. Yapı cephelerini dolduran oransız yazılar, duvarları bina katları yüksekliğinde kaplayan geveze bir propaganda dünyası ve reklam panolarını işgal eden binlerce sırıtkan yüz donmuş tebessümleriyle her adımınıza eşlik ediyor. Her adımda kolunuza asılan dilenci gibi sizi bir şey satın almaya zorluyor. Kâğıt mendil yerine bir yakışıklının önerdiği tıraş kremi, seksi pozuyla size mobilya öneren bir güzel, bir başka güzel, bir başka yakışıklı, otomobiller, kremler, diş macunları, giysiler, farkına vardığınız zaman üzerinize bir kâbus gibi çöken bir çığırtkan pazar dünyası. Kaçmak yok. Bütün bu yakınmalara karşı insanlar, ‘ne yapalım çağdaş uygarlık!’ diyebilirler. Yani uygarlıkla ses ve görüntü kirliliğini ve reklamı eşdeşleştirirler ya da birbirlerine karıştırırlar. Yavaş yavaş alıştıkları, ya da bu kirliliğin içine doğdukları için kendilerine bir esaret zincirinin takıldığının farkında olmuyorlar. Bir çöplükte doğarsanız, çöplükte yaşamak sizi rahatsız etmeyebilir. Farkında olmamak, beyni yıkanmışlık demektir. Çağdaş tüketim uygarlığının yarattığı fiziksel çevre toplumların beynini yıkayan bir ideolojik hapishanedir. Soğuk Savaş döneminde her kötü şeyin kaynağı komünizm idi. Bugün tüketim demokrasisi onlardan daha fazla yaşam alanınızı daraltıyor. Sizi kendi ortamına sokuyor ve yaşam ritmin kendi hay huyuna benzetiyor. Herkes yaşamı sürekli kâr edilmesi gereken bir alışveriş nesnesine benzeterek kendisi de bir tür bezirganlığa çırak oluyor. İnsanlar kendilerinin özgür olduğunu hayal ediyorlar. Sahte demokrasi propagandasının yaydığı mesaj bu. Bütün bunlar sadece yüzeysel bir kirlenme değildir. Bunun bir içeriği ve zorbalığı var: Sizin aramadığınız şeyleri boyuna tekrar edip kişisel yaşamınızın kapılarını zorluyor, içeri giriyorlar. Telefonunuza gece yarısı mesaj bırakmak gibi. Bu kirlenme çevrenin bekaretine sürekli tecavüz eden bir zorba süreçtir. Çekil git!’ diyemiyorsunuz. Çünkü mekanik bir düzen. Bu yaşamınızı gerginleştiriyor. Ve o kadar yaygın iç kapatıcı ki, okumasını bilmeyen insanlar bile ‘stres’ ten söz ediyorlar. Kadınlar bu anlamı daha iyi biliyor. Çünkü stres çorap giyiyor ve kocalarından dayak yiyorlar. ÇIĞIRTKAN PAZARIN ESİRLERİ Bu beş duygunun sınırlarındaki tahammül edilmez kirlilik yoğunlaşması, şimdiye kadar insanların bilmediği bir fenomenle daha da dramatikleşiyor. Kent yeni bir görsel ortam oluşturuyor. Göğü tırmalayan yapıların, insanları dünyadan ayıran katlarına (pardon raflarına) tünemiş olanların çevrelerini güzelleştirmek için yapılar arasına bahçeler ve havuzlar yerleştiriyorlar. On sekizinci kattan bu yalancı doğayı seyrediyorsunuz. Sonra aşağıya iniyor, arabanıza binip yukarıdaki kirlilik cehennemine giriyorsunuz. Eğer ağaç, çimen ve su bu kadar önemli ise, günlük yoğun yaşam çevresine ses, görüntü ve hava kirliliğini katacağımıza onları neden katmıyoruz? Burada yüksek yapının katmerli hapis ortamı olduğuna değinmeyelim. Bugünün insanları evden gürültüsüz bir bahçeye çıkmayı çoktan unuttular. Temiz havayı hastanede alıyorlar. Bazen insan düşünmeden edemiyor: Acaba, saf yaşam bağlamında, sultanların kulu olanlar mı daha özgürdü, yoksa zincire vurulduğunun farkında olmayan bugünkü demokratik tüketim toplumunun üyeleri mi? Bağırsak kanserine karşı her gün iki Aspirin Aspirin’in bağırsak kanseri üzerindeki etkisi ilk kez kanıtlandı İngiltere’deki New Castle Üniversitesi bilim insanları, yüksek bağırsak kanseri riski taşıyanların her gün Aspirin almalarını öneriyor. Araştırma çerçevesinde 861 katılımcı iki yıl boyu günde iki Aspirin almış. Bu süre içinde bile bağırsak kanseri riski yüzde altmış üç oranında düşmüş. Araştırmayı yöneten bilim insanı John Burn ve Oxford Üniversitesi uzmanlarından Peter Rothwell, sonucun paha biçilmez olduğunu ve diğer araştırmalarla da Aspirin’in kansere karşı etkili olduğunun kanıtlanacağını söylüyor. Son araştırmaya Lynch sendromuna sahip 861 hasta katılmış. Bin kişiden birinde görülen bu kalıtsal hastalıkta, DNA’da meydana gelen hasarlar kanser riskini yükseltiyor. Kanser özellikle de bağırsağı, rahmi ve mideyi etkilemekte. Katılımcılar arasında bir müddet 600 mg. Aspirin alanların sadece on dokuzunda tümör gelişmiş. Oysa kontrol grubunda hastalananların sayısı otuz dört idi, diyor araştırmacılar. Bu yüzde 44’lük bir düşüş demek. Aspirin’i en az iki yıl alanlarda bu oran %63’e çıkmış. Aspirin alan katılımcılarda ayrıca diğer kanser türleri de yarı yarıya azalmış. Yüksek kanser riski bulunmayan sağlıklı insanların da düzenli olarak Aspirin almaları doğru mu sorusu henüz yanıtsız kaldı. Gerçi ilaç kalp krizi ve kanseri önlüyor ama buna karşın olumsuz yan etkileri de söz konusu. Bunlara ülser, mide/bağırsaklarda kanamalar ve çok ender olarak da inme dahil. Araştırmayı yöneten Burn, olumlu tarafların risklerden daha fazla olduğu kanısında. Tayfun Akgül CBT 1286/2 11 Kasım 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle