24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İstanbul: Takı ya da Değirmen Taşı İstanbul Türkiye’nin hem takısıdır hem de boynuna geçirilmiş değirmen taşıdır. Ülke nüfusunun beşte biri (15 milyon civarında) burada yaşıyor. Ülke ekonomisinin en büyük üretimi ve kontrolü de burada yapılıyor. Tüketimin ağırlığı burada. Eğitimin en geliştiği bölge burası. Yayıncılık burada, moda merkezi burası. Sporun en ağırlıklı olduğu yer burası. Türkiye’yi en çok temsil eden kent burası. stanbul Türkiye’nin fiziksel olarak, estetik davranış olarak, işlevsel eğilimler olarak örnek aldığı kenttir. Bu kentin idari sorunları deneyimsiz kırsal kültür bürokrasisinin eğitimi için de önemlidir. Ne var ki kentlileşmemiş en büyük kırsal nüfus burada yaşıyor. Böyle bir ortam çelişkiler ve dengesizliklerle, olabilen her boşluğu kullanan ahlaksızlıklarla doludur. Dünyanın bütün büyük kentlerinde nüfus arttıkça suç oranı artar. Çünkü ortam suç eğilimlileri kendine çeker. Kargaşa artar, çözümler zorlaşır. 20. yüzyılın başında dünya nüfusunun sadece onda biri kentlerde yaşıyordu. Osmanlı döneminin sonunda ve Cumhuriyet’in başında da Türkiye’nin nüfusunun yüzde doksanı köylerde yaşıyordu. Bunlar okuma yazma da bilmiyorlardı. 2025’de kentlerde yaşayacak halkın 5 milyara ulaşacağı öngörülüyor. Bunların 2/3’ü fakir ülkelerde olacak. 1950’de sadece Londra ve New York’un nüfusları 8 milyonu geçiyordu. 2000’de ise 22 tane megalapolis vardı. Bugün sayıları 30’u bulan megalopolislerin 25 tanesi en az gelişmiş ülkelerde. Bunların 20’si Asya’da. 2025’de bu kentlerin en büyük on tanesi arasında sadece Tokyo zengin bir kent olacak. Bu şunu kanıtlıyor. Megalopolis genelde fakirlik göstergesidir. Almanya’da böyle şey yok. Avrupa’da da. (Buradaki sayılar Rem Koolhaas’ın 2000 yılında yayınlanan ‘Mutations’ –Değişimler– Harvard Project On The City adlı kitabından alınmıştır.) Biz 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, İstanbul gibi bir yarı ortaçağ kentinden, otomobil ve yüksek yapı egemenliğinde, köyden kente sıçramış insanlarla dolmuş bir megalopolis yarattık. Bu bir zenginlik alameti değil. İstanbul tüketim sarmalında borcu yıllık gelirinin yarısı kadar bir ülkenin kenti. Hızla gelişen ama fakir bir toplumuz. Çin sayısal olarak Amerika’dan sonra ikinci ekonomi. Fakat fakir bir ülke. Üç tür megalopolis var: 1.Avrupa kökenli: Paris, Londra 2.Amerika kökenli: New York 3. 1960’dan sonra çevre yerleşmelerinin eklenmesiyle şişen, çok merkezli megalopolisler (Lagos, Karaçi, Kahire, İstanbul vb.). İstanbul dünya coğrafyasında kontrolsüz, çılgın büyüme açısından paradigmatik. Fakat geçmişi nedeniyle özgün ve hâlâ güzel. Türkiye ekonomisinin yarısı burada konuşlanmış. Ayrıca Türkiye’nin bütün kentleri için örnek. Geçmişte İstanbul bir Avrupa kenti hiç olmadı. Metropoliten alanı plansız İstanbul’da üç ölçüsüz ve şaşırtıcı olgu yan yana geliyor: Kontrolsüz alansal büyüme ya da sosyal, ekonomik şişme; motorlu ulaşıma (otomobil, kamyon) bağlı olağanüstü bir hareketlilik, ve ona paralel büyük bir düzensizlik ve kontrolsüzlük; yeni merkezlerin oluşumu. İstanbul’da kaç Beyoğlu var? (Şişli, Mecidiyeköy, Levent, Maslak, Bebek, Kadıköy) Gerçi bu gelişme dünyadaki megalopolis’lerdeki gelişmelerin paralelinde. İstanbul’a özgü değil. Fakat bu hızlı büyümeleri hızlı çöküşler ekonomik çöküşlere pa İ •KÜLTÜR• DOĞAN KUBAN ralel izleyebiliyor. Detroit’i 1960’larda tanıdım. Kırk yıl sonra boşalan yapılar içinde ağaçlar yetişiyor. 2015’te 33 büyük megalopolis’in 27’si dünyanın en fakir ülkelerinde olacakmış. Biz belki de toplumsal çöküntü talimleri yapıyoruz. Sel olayları, ulaşım, deprem korkusu, yeşilin yok oluşu gibi. Bu zavallı dev kentler Avrupa’nın 19. yüzyılın sınırsız büyüme hayallerini yaşıyorlar. Bu hayal Avrupa’nın dünyayı sömürgeleştirme çağından kalan bir hayaldir. Bilim ve sanayi güya sonsuz büyüme perspektifleri açıyordu. Bu hâlâ Batılıların rüya ettikleri bir hayal olabilir. Şimdi dünyanın sınırları olduğunu öğrendik. Kemerleri sıkma talimine zengin ülkeler başladılar bile. Kemikleşmiş emperyalist dünyanın tüketim kültürü içinde İstanbul ne kadar kent, ne kadar kent değil? Bunun ölçütleri nedir? İstanbul’da uygulanan bir plan var mı? Varsa ne kadar uygulanıyor? Ne kadarı uygulanıyor? İstanbul neresi? Beyoğlu mu, Cerrahpaşa mı, Şişli mi, Ümraniye mi? Dudullu mu? Ulaşımı insana günde 34 saat kaybettiren kent hangi boyutlarıyla kent? İstanbul alışveriş boyutlarıyla bir kent. Ama kitaplık, müze, park, ulaşım, insan davranışları, ya da herkese daha önemsiz gözüken, örneğin içme suyu kalitesi bağlamında kent değil. Eğer size geçen gün bir gıda uzmanı, yurtdışında çalışmış ve doktora yapmış bir dostumun söylediklerini anlatsam su içmezsiniz. Avrupa’da özellikle Almanya, Hollanda veb. ülkelerle karşılaştırırsanız, bizim sularda 34 kat yüksek koli basili olduğunu biliyor musunuz? Bu bir parti sorunu değil, bir kültür sorunu ve cehalet göstergesi. 1970’de belediyenin isteği üzerine İstanbul Koruma Raporu yazdım. O kent dokusu şimdi yok oldu, plan da kadük oldu. Bu da politik değil kültürel bir sonuçtu. Dünyanın ve Türkiye’nin geleceği bugünkü arakesitte belirlenen ve geçmişle ilgisi olmaTayfun Akgül yan zaman paradigmasının değişmesine bağlı. Artık 400 yıl değişmeyen bir İstanbul söz konusu değil. İstanbul nüfusu 1949’da bir milyondan azdı. Şimdi sayılamıyor. Diyelim 15.106. Eski İstanbul’da Suriçi 1440 hektardır. 1970’de benim saptadığım koruma alanı 15.103 hektardı. Bugünkü İstanbul 350400 bin hektar. Tarihte yüzyıl, üç yüzyıl, bin yıl, iki bin yıl gibi aralarla değişen bilgi ve teknoloji, zamanımız da birer ikişer yıllık aralarla kat kat büyüyor. Kent sözü gerçekten anahtar bir sözcük. Ama hangi kent? Hangi mimarlık? Toplumun bir kent imgesi var mı? (idarecilerin, mimarların, zenginlerin, fakirlerin): Paris mi, New York mu, Mekke mi, Abu Dabi mi, İstanbul mu, Mardin mi? Ne kadar otomobil? Ne kadar gökdelen? Ne kadar tüketim? Ne kadar üretim? Ne kadar enerji potansiyeli? Hangi kaynaktan? Ne kadar para? Bu soruları yanıtlamak için elimizde yeterli veri yok, araştırma da yok. Bizim ülke ‘yaptım, oldu!’ ülkesi. Oysa atılım, yenilik, değişiklik, gelişme sözünden geçilmiyor. Öyleyse dünya ile karşılaştırmalı, sayısal bilgiler, istatistikler gerek. Nerede o istatistikler? Belediyelerin yüksek yapı ve yol yapmaktan öte bir uzun vadeli planı var mı? Kim biliyor? Varsa nerede çizili, nerede yazılı? Nasıl bir kent istiyor bu toplum? Coca cola, blue jean, otomobil, cep telefonu, bilgisayar, televizyonlu mu? Kafesli ve Osmanlı konaklı mı? Peştemallı, sarıklı mı? İSTANBUL NE KADAR KENT? ÜÇ TÜR MEGALOPOLİS Sevgili okurlar, Komünizm öldü. Bütün dünya kapitalist. Egemen kapitalizmin dünyaya en büyük kötülüğü, yalanı yaşamın temel yasası yapmasıdır. Ne kadar reklam (yani yalan) varsa o kadar tüketim. Ama deniz bitti, karaya çıktık. Şimdi İstanbul boynumuza asılı bir değirmen taşıdır. İlk dürüst hareket, kentin yaşamsal istatistiklerini önümüze koymaktır. Bunun için Viktorya çağı hayallerini bir yana bırakmak ve dünyanın başına gelenleri izleyip, irdelemek gerek. Türkiye’yi büyük bir saltanat arabası gibi düşünün. Onu altı muhteşem at çeksin. Biri yüksek yapı, biri asfalt yol, biri otomobil, biri televizyon, biri banka, biri borsa olsun. Atların yemi dolar. İki görkemli sürücü, biri Türk, diğeri yabancı danışman. Araba dünyadaki bütün arabalar gibi tek bir dünya panayırına gidiyor.Yalnız içindekiler gidiş yönüne değil arkaya bakıyorlar. Arabanın içinde olanlar ise kimseyi ilgilendirmiyor. Bu Sakallı Celal’in Osmanlı Devleti’nin tanımının tersi. Orada Doğuya giden vapurun güvertesinde bazı adamlar Batıya koşarlardı. YALAN BİTTİ, ARTIK İSTANBUL DEĞİRMEN TAŞI CBT 1284/2 28 Ekim 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle