Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Mesele o mesele, kendisi eski ama her dem taze: Bizde Ziraat Eğitimi Genelde üniversitelerimizin özelde tarım öğretiminin içinde bulunduğu bugünkü vahim durumun sorumluları şimdiye kadar Bölüm Başkanı oldular, Dekan oldular, Rektör oldular; ancak, yaptıklarından ya da yapmaları gerektiği halde yapmadıklarından hiç ama hiç mahcup olmadılar. Bundan 70 yıl sonra onları rahmetle anacak birisi çıkar mı dersiniz? Selim Çetiner, Sabancı Üniversitesi, Tuzla, İstanbul “B undan takriben yarım asır önce ilk ziraat mektebi açılırken, bu mesele ortaya çıktı. Fakat yarım asırlık zaman içinde aynı mesele türlü şekillerde ve sayısız defalar tazelendi. Bu iş bazen bir yüksek ziraat tedrisatı davası olarak ortaya kondu; bazen de uygulamalı ziraat tedrisat meselesi halinde karşımıza çıktı. Kâh eldeki kurumların şekilleri kusurlu bulundu, şekil değiştirmeleri başladı; kâh eskiden kurulan mekteplerin yerleri fena addedildi ve bunlar kapatıldı; başka yerlerde yenileri açılmaya çalışıldı. Eski zamanları şöyle bir yana bırakıyoruz, sadece yaşadığımız devri ele alıyoruz, görüyoruz ki devrimizde de yine aynı mesele tap taze karşımızda. Anadolu harbinden sonra yeni devlet kurulunca ziraatimizde yine bir “Mektepler meselesi” ile karşılaşıldı. Bu kerre mesele ziraatta orta tedrisat meselesi olarak kavrandı, bu 1938’de Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde laboratuvar. tırlıyoruz... Ziraatın irfan tarihinde görülen bu karışıklığın başlıca sebebi, şimdiye kadar ziraat eğitimi sahasında yapılan teşebbüslerin hepsinin de, eline irade geçiren şahısların kafalarında bir anda doğuveren bir şemaya göre yürütülmüş olmasıdır. Çekinmeden söyleyebiliriz ki bu işte, başlangıçtan bu güne kadar tüyleri ürpertecek bir keyfilik ve şahsîlik hüküm sürmüştür. Bundan ötürü, ziraatta hiç bir mesele “mektepler meselesi” kadar bir keyfilik göstermemiştir. Ziraatın mektepler meselesinin hallinde ne ihtisas nazarı dikkate alınır, ne de Türkiye’nin doğal, yapısal ve ekonomik şartları göz önünde tutulur. Ziraatın “mektepler meselesi” kaprisleri avutan bir vasıtatır. Ayrıca ziraatta “mektepler meselesi”nin halli yönündeki teşebbüsler şimdiye kadar hep teferrüat içerisinde oyalanmıştır. Her reform teşebbüsü mutlak surette bu meselenin bir cüzüne saplanıp kalmıştır. İşte başlıca bu iki sebebin etkisiyle ziraat eğitimi meselesi Türkiye ziraatında müzmin bir dert olmuştur. Bunu bu hale getirenlerin hiç birinden de bugüne kadar hesap sorulduğunu bilmiyoruz. Yalnız bildiğimiz bir musibet var; o da şahısların arzularına göre yapılan tahvillerin, tesislerin cezasını ziraat camiasının çekmekte olmasıdır... Haddi zatinde Türkiye’de çok yönlü, pek ehemniyetli bir ziraat eğitimi davası vardır; bu dava bir çok teferrüatı ihtiva eden bir “kül”dür. Onun parçaları aşağıdan yukarıya doğru “Genel eğitimde ziraat bilgisi”, “ilk ziraat eğitimi”, “orta ziraat eğitimi”, yüksek ziraat eğitimi” ve nihayet “ziraatta uzmanlık eğitimi” dir. Bunların her biri başlı başına birer meseledir. Lâkin her birinin de yek diğeriyle sım sıkı münasebetleri, birbirleri üzerine karşılıklı tesirleri vardır...” İstanbul Ayamama Çiftliği’nde başlamış ve 1891’de Halkalı Yüksek Ziraat Mektebiyle devam etmişse de, modern anlamda ziraat mühendisliği eğitimi, 1933’te Dr. Reşit Galip önderliğinde yapılan köklü üniversite reformuna paralel olarak, henüz Ankara Üniversitesi kurulmadan, Yüksek Ziraat Enstitüsü’yle başladı. Cumhuriyet’in 10. yılında kurulan ve 30 Ekim 1933’te Atatürk tarafından açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü Türk tarımını modernleştirmek (yani karasabandan kurtarmak), tarımın sorunlarını bilimsel açıdan görmek ve çözüm üretmek, Türk tarımına ve çiftçisine hizmet edecek Ziraat Mühendisleri yetiştirmek ve araştırma yapmak amacıyla kuruldu. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tüm imkânsızlıklara rağmen Nazi’lerden kaçan Alman bilim insanları Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde istihdam edildi, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kurulan Tarımsal Araştırma Enstitülerinde çalışacak ziraatçılar yetiştirildi, Türk tarımını ve çiftçisini karasabandan kurtaracak teknikler uygulamaya konuldu. Kim ne derse desin, bu girişim Türkiye’nin kalkınmasında ve köylülükten tamamıyla bile değilse de önemli ölçüde kurtulmasında büyük katkılarda bulundu. Köy Enstitülerinin uzun ömürlü olamaması, gerçek anlamda bir Toprak Reformunun hayata geçirilememiş olması, kırsal kesimdeki dönüşümü mutlak surette engelledi. Cumhuriyet tarihimizin bu ilk yılları Asım Karaömerlioğlu tarafından “Orada Bir Köy Var Uzakta” isimli çalışmasında enine boyuna tartışıldı. Ancak o günlerdeki köylü yaşamının ne şekilde olduğunu bilmeyenler, “bir çift öküzle çiftçiliğin” meziyetlerinden bahsedebiliriler. Okumadan âlim, yazmadan kâtip olmayı beceren bu kişilerin Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” ve Yakup Kadri’nin “Yaban” adlı eserlerini okumaları gerekir. EN İYİ TARIM KARASABAN! Tekrar konumuza dönecek olursak, en iyi ziraat fakültelerimiz arasında sayılan Çukurova Ziraat Fakültesi yönetiminin geçen yıl 10 Ocak kutlamalarının onur konuğu olarak davet ettiği zat, bir süre önce gazetelerde çıkan mülakatında tarım politikası konusunda yöneltilen soruya bakınız ne yanıt vermiş: “Sağlığımızı korumak için sizce nasıl bir tarım politikası izlemeliyiz? İnsan sağlığı açısından en verimli tarım küçük çiftçi. Kimyasal madde kullanmayan küçük çiftçi. Yani bir çift öküz ile sürülebilen arazide yapılan tarım sağlıklı tarımdır. Çiftçilik bir çift öküz ile yapılan işin adıdır. Traktörle tarıma geçince belki Türkiye’de üretilen ıspanak miktarını arttırdık. Ama ıspanağın vitaminini öldürdük. Yani bizim ihtiyacımız olan küçük çiftçiliktir. Endüstriyel tarım değildir.” Ama bir düşününüz lütfen; mesleğinize hakaret edercesine “bir çift öküzle çiftçilik yapmayı” öneren bir şahsı onur konuğu etmek midir aydın olmak? Yoksa ideolojik saplantılarınızı ve kişisel tercih ve hesaplarınızı bir yana bırakarak mesleğinizin daha ileri seviyelere taşınması için gereken bilgi ve teknikleri benimsemek mi? Bu teknoloji karşıtlarının söylediklerine her baktığımızda görüyoruz ki: 1) bunlar ya tarımdan ve çiftçilikten hiç anlamıyorlar, ya da 2) kendi ideolojik görüşlerini ve pozisyonlarını korumak için bilinçli olarak tarımın bir dizi asıl sorununu görmezden geliyorlar. Sadece Türkiye’de değil uluslararası platformlarda da bu kerameti kendinden menkul uzmanlar, gerçekleri çarpıtmaktan da, dahası haklarını savunduklarını iddia ettikleri insanların vahim duruma düşmelerinden de asla rahatsız olmuyor. Küreselleşen dünya düzeninde tarımın rekabetçi bir yapıya kavuşması daha çok araştırma ve geliştirme çalışmalarının yanında memleket gerçeklerini göz önünde bulunduran tarım politikalarını da gerektirmektedir. Bunun için de başta Ziraat Fakültelerinde görevli öğretim üyeleri olmak üzere tüm meslektaşlarımızın silkinerek kendilerine gelmeleri gerekmektedir. Teknolojiyle barışık olmayan ziraat mühendisleri yetiştiren bir Fakültenin ne yeni teknoloji geliştirmesi ne de ülke tarımının kalkınmasına yardımcı olması beklenemez. Atatürk döneminde Üniversite reformunun öncülüğünü yapan Dr. Reşit Galip’i ve modern ziraat eğitimine ile araştırma altyapısının gelişimine önemli katkıları olan Prof. Şevket Raşit Hatipoğlu’nu rahmetle ve saygıyla anıyoruz. CBT 1245/ 18 28 Ocak 2011 meselenin halli için de on iki orta ziraat mektebi birden açıldı. Lâkin aradan beş sene geçmeden, bu meselenin yine halledilemediği anlaşıldı ve aynı mesele kendini bilmem kaçıncı defa yeniden gösterdi. Yalnız bu defa mesele büsbütün had bir dava halinde patlak verdi; bu patlayış eldeki bütün ziraî irfan kurumlarının birden kapatılmasına varacak derecede radikal ve haşin icraata sebep oldu. Haddi zatinde bu hareketin manası, aynı işe bilmem kaçıncı defa yeniden ve tekrar başlamaktı. Memleketimizde tamam beş yıl ziraat eğitimi durdu; beş yıl boyunca Türkiye ziraatı hiç bir yeni eleman kazanamadı. Bu beş yıllık duraklamadan sonra hep yeni bir ruhla Ankara’da “Yüksek Ziraat Enstitüsü” ve yurdun muhtelif yerlerinde de dört orta ziraat mektebi birden açıldı. Herkes bununla meselenin nihaî şekilde halledildiğini sandı ve biz de ziraat mekteplerinin normal bir inkişaf içinde ilerleyeceklerini umduk; fakat... Fakat aradan çok uzun zaman geçmeden, ortada tekrar bir “Ziraat mektepleri meselesi” olduğunu duyduk. Bu defa mesele, orta ziraat mekteplerinin temellerini ve karakterlerini değiştirecek bir temayülle ortaya çıktı. Bununla beraber, bu çıkış bir hareket ve işle neticelenmedi, üç yıl evvel yeniden açılan orta ziraat mektepleri oldukları gibi kaldılar. Ziraatta bu mektepler meselesinin bu yakınlarda bir yüksek ziraat tedrisatı meselesi halinde yine nüksettiğini de biliyoruz. Bu defa beş yıl evvel kurulan Yüksek Ziraat Enstitüsünün yarayışsızlığının ileri sürüldüğünü ve bu müessesenin reforme edilmesi zaruretinin ortaya konduğunu ha BUNLAR 72 YIL ÖNCE YAZILDI! Buraya kadar okuduklarınız, biraz özetleyerek, ama kelimesi kelimesine, bir dönem Tarım Bakanlığı da yapan Prof.Dr. Şevket Raşit Hatipoğlu tarafından 1939 yılında, yani bundan tam 72 yıl önce yazılmıştır. Eminim hem ziraatçı meslektaşlarım hem de tarımla uğraşan hemen herkes, ziraat eğitiminin başlamasının 165. Yılını kutladığımız Ocak ayında da tarım eğitimiyle ilgili sorunların aynen devam ettiğini düşünüyorlardır. Nitekim bundan bir süre önce Tarım Bakanlığı Müsteşarımız Türkçe Le Monde Diplomatique’e verdiği uzun demeçte Ziraat Fakültelerine atıfta bulunarak “Bunlar sürekli hoca talebi oluşturuyor. Hocalar da rahat rahat profesör oluyor, doçent oluyor. Ama benim çocuğum, ehil olmayan, oraya hakkıyla gelmeyen, araştırma sonuçları hiç bir şey ifade etmeyen hocaların elinde yetişiyor.” diyerek yerin dibine batırdığında, bizim Fakültelerden tek bir ses çıkmadı. Ancak, Sayın Tarım Bakanımızın önceki yıl yaptığı “Türkiye’de yeterli miktarda tarımla ilgili bir entelektüel birikim yok. Tarım ile ilgili konuşan çok ama politika yapan yok. Entelektüel birikim ve derinlikten yoksun bir sektörle karşı karşıyayız.“ saptaması, kendini aydın olarak niteleyen bir meslektaşımız tarafından yadırganmıştı. Bununla beraber, bundan birkaç ay önce, komplo teorileriyle düşünmenin sefaletinden kurtulamayanların iddialarına kulak vererek, hibrit domateslerin Türk neslini kurutmak için İsrail tarafından programlandığını söyleyen YÖK Başkanı’na Ankara Ziraat Fakültesi Dekanı’ndan destek gelmişti. Burada bir hatırlatma yapalım: İlk ziraat eğitimi 1846’da