Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Yahya Halid Bey ve evrim teorisi Yahya Halid Bey, 1912 yılında Şehbal dergisinde yayımlanan “Darwin” başlıklı yazısında, Darwin’in evrim teorisini Lamarck’ın evrim teorisiyle karşılaştırarak açıklamaktadır. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com Şu an bir siborg olarak ben bu yazıyı yazarken siber kısmım olan dijital avatarımın Twitter bölümüne takip ettiğim diğer siborgların gönderiği mesajlar gelmekte, Facebook’taki kısmımın duvarına arkadaşlarım yeni içerikler eklemekte, eposta kısmım yeni mesajlar almakta, blog bölümüm ise eski makalelerimi okuyanlara hizmet veriyor. Altı Milyon Dolarlık Adam dizisini anımsar mısınız? Ölmek üzere olan birisi teknolojik eklemelerle yarı insan yarı makine haline getirilir ve kötülere karşı kullanılır. Siborg işte o Altı Milyon Dolarlık Adam’dır. Sibernetik Organizma (Cybernetic Organism) kelimesinden türetilmiş olan siborg (cyborg) yarı organik yarı teknolojik canlı organizmalara verilen isim. Peki birisi dese buna inanır mısınız? Yukarıdaki tanıma göre bunda bir çelişki var. Eğer uzaylılar sizi de geçici olarak alıp, vücudunuza bir elektronik devre vb yerleştirmediyse siz de ben de daha hala %100 “organik”iz. Nasıl siborg olabiliriz ki? TED.com sitesindeki video klibini izleyene dek ben de aynı düşüncedeydim. Ancak Case’e göre Yani bir canlı organizmanın (örneğin insan) siborg olması için illa ki fiziksel yapısında teknolojik bir ekleme yapmak gerekli değil. cep telefonu kullanıyorsanız deriyorsanız, Facebook’ta ülkemizi dünyanın bir numarası yapmak üzere sürekli olarak içerik oluşturuyorsanız, MSN’de dedikodu yablog sitelerinde fikirlerinizi paylaşıyorsanız bah kahvaltıda ne yediğinizi yazıyorsanız ... siz de siborglaşıyorsuZihinsel düzeydeki yaşamınıza dijital teknolojinin kablosuz sinyalleri nüfuz etmiş demektir. Kanın damarda mütemadiyen dolaşması gibi, bu dijital sinyaller de (nedense) 45 cm çapındaki çevremizde sürekli bizimle birlikte hareket etmekte olan dijital cihazlardan (laptop, cep telefonu, iphone, ipad, blackberry, vb) zihnimize akmakta ve oradan geri dönerek sirkülasyonu düzenli kılıyor. Hâlâ inanasınız gelmiyorsa şunu deneyin: Oysa dijital bilginin fiziksel ağırlığı yoktur, ya da bilgisayarınız çalışmaz hale gelip de yeniden kurulması gerektiğinde, onunla birlikte siz de belleğinizden bir şeyleri yitirdiğinizi düşündünüz mü? İnsanlar ağızlarını açmadan, yerlerinden kalkmadan dünyanın öteki ucuyla iletişim kurabilir hale geldi. Böylece ismiyle buna “avatar” deniyor. Örneğin şu an bir siborg olarak ben bu yazıyı yazarken, siber kısmım olan dijital avatarımın Twitter bölümüne takip ettiğim diğer siborgların gönderiği mesajlar gelmekte, Facebook’taki kısmımın duvarına arkadaşlarım yeni içerikler eklemekte, eposta kısmım yeni mesajlar almakta, blog bölümüm ise eski makalelerimi okuyanlara hizmet vermekte. Yoksa bu durum insaAmber Case’e göre cevap hayır. İnsan aslında böylece daha çok insan oluyor. Geçtiğimiz günlerde iştirak ettiğim bir toplantıda katılımcılardan birisi dedi. Yaşadıkça, kendini geliştirdikçe, kendini bildikçe... Dijital teknolojiler belki de insanlaşma sürecinde olan her bireyin bir diğeri ile sürekli ve düzenli iletişim halinde olmasını sağlayarak bu “insanlaşma” sürecini rafine ediyor. Tabii burada altı çizilmesi gereken önemli bir nokta da var Sürekli bir şeylerle etkileşim içinde olan siborgun (hiç değilse organik kısmının) bunu başarabilmesi için zaman zaman OFF LINE olması gerek. Siborglaştıramadıklarımızdan mısınız? Ş CBT 1245/ 12 28 Ocak 2011 ehbal, 19091914 yılları arasında 100 sayı yayımlanmış popüler bir dergidir. (Şehbal, kuş kanadının en uzun tüyü anlamında Farsça birleşik bir isimdir.) Şehbal dergisi, konularının çeşitliliği, baskı kalitesinin yüksekliği ve fotoğrafça zenginliği bakımından döneminin en ilginç dergileri arasında sayılmaktadır. Yahya Halid Beyin “Darwin” başlıklı makalesi, Şehbal’in 15 Nisan 1912 tarihli 51. sayısında (sayfa 5859) yayımlanmıştır. Yahya Halid Bey makalesine, “Bu senenin nisan ayında Darwin vefat edeli 30 sene oluyor” diyerek başlamakta ve Darwin’in yaşam öyküsünü ayrıntılı bir biçimde anlattıktan sonra, “bu kitap (Türlerin Kökeni) hakkında birkaç satır yazmak isterim” diyerek evrim teorisini açıklamaya çalışmaktadır. Yahya Halid Bey, bundan sonra bugünkü dilimizle (ve biraz kısaltılmış olarak) şunları söylemektedir: “Malumdur ki, eski zamanlardan beri bütün bilim insanları Epikür hariç olmak üzere bütün canlı türlerini ayrı ayrı yaratılmış ve bir defa yaratıldıktan sonra da bir daha değişmemiş olarak düşünüyorlardı. Gerçi arada şair ve hekim Lukres, daha sonra Bacon, Buffon, Diderot gibi bilginler canlıların tekamülü teorisini kabul ederler: Türlerin değişmez olmadığını ve değişimin mümkün olduğunu kabul etmişlerse de, bunların fikirleri hep yalnız düşünce sonucundaydı ve bu nedenle sırf teorikti. Alman şairi Goethe, doğa Şehbal bilimleri âlimi de olduğu için, tekamül teorisini ilk defa ilmi olarak izaha başlamıştı. Daha sonra Fransız hekimi Lamarck, “ilk hayvanların cansız maddeden ısı ve elektrik etkisiyle oluştuktan sonra, dış ortam onlarda yavaş yavaş birtakım ihtiyaçlar doğurduğundan, bu ihtiyaçları gidermek için her tür hayvanın başka başka uzuvları kullandığını ve birtakım uzuvların da kullanım dışı kaldığını ve hülasa hayvanların biçimlerinin değişiminin mümkün olduğunu” derslerinde anlatmış ve 1809’da yayımladığı meşhur Zooloji Felsefesi kitabında açıklamıştı. Fakat Lamarck devrinde teşrih ve embriyoloji bilimleri pek geride olduğundan, Lamarck’ın bulduğu zayıf kanıtları, bilimsel rakibi Cuvier pek çabuk yıkmıştı... Darwin türlerin bir kökenden doğmuş ve daha sonra ortamın etkisiyle dönüşmüş olması ihtimalini düşündü. Fakat bu ihtimal üzerine hemen kanaat getirmedi, uzun tecrübeler yaptı. Ehlileştirilmiş hayvanlarda ve bitkilerde yapay seçilimle epeyce önemli değişiklik elde edildiğini gördü. nsan birkaç senede hayvanlar ve bitkiler üzerinde epeyce önemli biçim değişikliği elde edince, tabiatın birçok asırlar boyunca bu değişimi, yeni deyimle bu seçilimi daha büyük ölçekte meydana getirebileceğini kabul etti ve yapay seçilime karşılık doğal seçilim kanununu ortaya koydu. Şimdi bu doğal seçilimin sebebini açıklamak lazımdı. Bunu da “yaşam kavgası” kanunuyla açıkladı. Herkesin bildiği gibi, istisnasız tüm canlılar o kadar çok tohum yetiştirirler ki eğer bu tohumların hepsi büyüyecek olsalardı, dünya üzerindeki hayat şartları bunlara kâfi gelmezdi. Mesela bir dişi mersin balığının yetiştirdiği 4 milyon yumurtadan yalnız bir milyon dişi yaşar ve bunlar da o kadar nesil verselerdi daha üçüncü nesilde bütün mersin balıkları dünya yüzeyine sığmazlardı. Bu nedenle hayat şartları sınırlı olduğundan, bu yumurtalardan ancak şartların idare edebileceği ka darının seçilmesi lazımdır. Bu seçim rasgele olmaz. Şahıslar arasında bir yaşam kavgası olur, kuvvetliler galip gelir. Burada kuvvet yahut zayıflık, hayat şartlarına uyabilmek yahut uyamamaktır. Mücadeleden galip çıkanlar nesillerini devam ettirirler. Mücadele her nesilde devam ettiği için daima yalnız kuvvetliler yani ortam koşullarına uyanlar hayatta kalır. Bu suretle önce hayat şartlarına az uygun olanlar gittikçe daha çok ve nihayet mükemmel biçimde uyum sağlarlar. Ve dünyanın her tarafında hayat şartları çeşitli olduğundan, önce bir kökenden olan canlılar, kıtalar değiştikçe yeni yeni türler oluştururlar. Görülüyor ki, Lamarck ile Darwin’in teorileri, ikisi de bir yola, yani canlıların tekamülü kanununa çıkmakla beraber hemen hemen birbirinin aksidir denebilir. Lamarck, “canlılar, bulundukları ortama uymak için değişim geçirirler” demişti. Darwin, “canlılar değişim geçirebilmiş oldukları için ortama uymuşlardır” der. Darwin teorisinin zaafı da işte bu nok tadadır. Çünkü değişim geçirmenin sebebini tesadüfe bırakır. Halbuki tabiatta tesadüf olmaz. Bunun içindir ki, bugün doğa bilimcilerinin çoğunluğu Darwin’in yaşam kavgası ve doğal seçilim teorisini bırakarak Lamarck fikirlerini yenileştirmek ve türlerin tekamülü olgusunu ortamın yarattığı ihtiyaçların sonucu olarak açıklamak isterler. Darwin teorisinin geleceği her ne olursa olsun, yayımlandığı zaman, bilimler tarihinde pek az görülen bir şaşkınlığa sebep oldu. Kitabın ilk baskısı bir günde tükendi. O zamanın meşhur âlimlerinden Lyell, Hooker, Asa Grey, Huxley yeni teoriyi kabul ettiler. Bazıları da şiddetle aleyhinde bulundular. Araya dini meseleler de karıştırıldı. Darwin insanın hayvandan geldiğini açıkça söylemiyordu. Fakat bu fikir eserinden anlaşıldığından karşıtları o yöne hücum ettiler...” Yahya Halid Bey, Darwin teorisinin sosyal mücadelelerdeki bazı etki ve sonuçlarına da değindikten sonra makalesini bitiriyor. Yahya Halid Beyin Şehbal’deki bu makalesi, 1912 yılında en popüler dergilerden birinde evrim teorisinin ele alınmış ve tartışılmış olması bakımından önemlidir. Bu yazı Osmanlı toplumundaki ve özellikle de kinci Meşrutiyet dönemindeki bilimsel ve düşünsel düzeyin anlaşılması ve değerlendirilmesi bakımından bir gösterge olarak ele alınabilir. Yahya Halid Beyin kimliği hakkında bilgimiz yok. Ancak yazarın evrim teorisinin temel tartışma noktalarına nüfuz edebilen bir bilimsel düzeyinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Yahya Halid Beyin, 20. yüzyılın başlarında bilim insanlarının çoğunluğunun Darwinci düşüncelerden yeni Lamarckçı düşüncelere yöneldiği iddiası gerçeklerle uyuşmamaktadır.