Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POL T KASI Görelilik konusunda bilmediklerimiz... Bilemediniz! Bununla ilgili bir görüş ilk kez 1639 yılında, bir nesnenin devinmekte olan bir gemiden de devinimsiz bir yapıdan da aynı ivmeyle düştüğünü kanıtlayan Galileo tarafından ortaya atıldı. Hayrettin Ökçesiz hayokcesiz@hotmail.com Fiat Iustitia et Pereat Mundus “Adalet yerini bulsun da, isterse Dünya yıkılsın!” diyen bir kimsenin her şeyi göze alan bu arayışını uygar bir hukuk topluluğunun paylaşması elbette olanaklı değildir. Ama bu çeviriyi doğru saymamız istenirse, bu sözü “fiat iustitia ne pereat mundus” (adalet yerini bulsun da Dünya yıkılmasın) biçiminde düzeltmek gerekecektir. Dünyayı yıkan bir “adalet”in hiç adil olmadığını insanlar daha büyük acılarla öğrenmek zorunda kalmıyor mu? Bu yanlış anlamaya Martin Luther’in çevirisinin yol açtığını Liebs iki önceki yazımda andığım yapıtında belirtiyor. Liebs’in “fiat iustitia et perat mundus” çevirisi: “Adalet yerini bulsun ve kibir yıkılsın” biçimindedir. Akın Yazgaç epostasında “mundus” sözcüğünün “kibir” olarak çevrilmesini Latince bilgisi bakımından doğru bulmadığını yazmış. Oysa “Dünya” bizim anlayışımızda da “kibir”le akraba bir anlam taşır. Mundus’a burada kibir demezsek, kibrin Dünya’mızı yerle yeksan etmesine böyle bir hukuk deyişini kılıf olarak sunmuş olmaz mıyız? Sayın Yazgaç’ın yaptığı düzeltmelere teşekkür ederim: İlki “judicium (‘judicuum’ değil) non debet esse illusorium” (Bir yargı kararı alay konusu olmamalıdır). Öteki de “summum jus (‘jııs’ değil) summa injuria”dır (Hukukta ifrata kaçmak en büyük haksızlıktır). Kimi densiz siyasetçiye ve kılı kırk yaran mevzuatçıya bu iki çok önemli uyarıyı böylelikle bir kez daha yapmış olduk. “Libertas est inaestimabilis” (özgürlüğün fiyatı yoktur) deyişi sözkonusu yazımın başlığıydı. Değerli Dostum İbrahim Kaboğlu epostasında “doğru, ama herhalde bedeli vardır!!! Nice mutlu ve esenlikli, özgürlüğün veya özgürlüğü savunmanın bedelinin de olmadığı yıllara…” diyerek bu uğurda ödenen bedele haklı olarak dikkatimi çekiyor. Özgürlüğün bedeli fiyatının olduğu yerde var. Fiyatının olmaması için çok ağır bedeller ödemek zorunda kalıyor insan oğlu, insan kızı. Roma Hukuku’nun bu ilkesi, aslında özgürlüğün ihlalinin parayla tazmininin ya da onun alınıp satılmasının olanaksız olduğunu bize söylüyor. Özgürlüğü daha geniş bir anlamda alarak, İnsanın onuruyla olan zorunlu ilişkisini her ikisinin asla bir fiyatının olmamasıyla da niteleyebiliriz. Ödediğimiz bedeller bunların böyle kavranması ve kalması içindir. Bu bedelleri bize ödetenlere ne demeli… Onlar da aynı onurun ve özgürlüğün bireyi değiller mi? Fiyatı olsun ya da olmasın Özgürlüğün bizi insan kılan bir bedeli ama hep olacaktır. Bu bedel olmalıdır. Özgürlüğe zihnimizde ve duyuncumuzda billurlaştırdığımız bir bilinçle karşılık verebildiğimizde kimse bizi, ona hangi fiyatı biçerse biçsin, köleleştiremeyecektir. Bu özgürlük bilinci en ağır dışsal bedelleri ödetenlere uykularında karabasanlar gibi çökecek, onları kan ter içinde bırakacaktır. Bu paha biçilmez özgürlük onları kıskandıracak, korkutacaktır da. Ama bir nedamet kapısını onlara hep açık tutacaktır. İnsanlığın geleceğine inancımız, mücadelemize güvendiğimiz kadar, bu kapının koşulsuz açık kalmasından da kaynaklanacaktır. Bu insana inanmaktır. Fiyat biçene de inanmaktır. Özgürlüğün hukuk düzeninde saltık değerini bulduğu; hukuk kültürünü ayrıntılarında sürekli dönüştürdüğü, insanların gündelik yaşamını biçimlendirdiği ortak bilinç ortamında adalet elbette dünya yıkılmasın diye aranacaktır. Özgürlükçü bir hukuk’la ülkemizde ve Dünya’da olan bitene baktığımızda ne denli acılar çekildiğini; bunlara karşı yapılması gerekenlerin ne denli açık seçik olduğunu doğrudan görebilecek sayısız ülke ve Dünya yurttaşının bulunduğunu abartmadan söyleyebiliriz. Bunca bilgiden ve bilenden sonra eyleyebilmek için eylemi de bilmek gerekiyor. İşte burada bozguna uğruyoruz. Örgütlü bir avuç eşek arısının zulmüyle insanlık ne edeceğini bilemez bir duruma düşüyor. Adalet için hukukun özgürlük boyutundan, ne pahasına olursa olsun vazgeçmemek bu zalimlerin panzehiridir. Bu kararlılıkla karşı durabildiğimizde bu kez onlar bozguna uğrayacaklardır. Bugün her ülkede her şeye rağmen insanların stadyumlarda, internette, sokaklarda, caddelerde yıkılası bir kibre, adalet ve özgürlük talep ederek meydan okuması, çıkarları uğruna “isterse Dünya yıkılsın” demeye getiren sömürgenlere karşı yeni bir dönemin ön habercisidir. Adalet yerini bulsun, Dünya yıkılmasın! Görelilik kavramını kim buldu? nimle ilgili olan ve yerçekiminin nasıl işlediğini açıklayan genel görelilik ise on yıl sonra ortaya çıktı. Genel görelilik kuramı Einstein’ın en büyük başarısı olarak değerlendirilir. ğinden kafası karıştığında, Einstein’ın yardımına okuldan eski arkadaşı Marcel Grossman koşardı. Yıllar öncesinde Einstein sürekli okulu kırdığında da Grossman’ın aldığı notlar imdadına yetişiyordu. Einstein, geliştirdiği kurama gö Genel göreliliğin matemati relilik kuramı adını vermemişti. 1905 yılında yayımlanan “Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği” başlıklı makalesinin hiçbir yerinde “görelilik” sözcüğü geçmiyordu. Einstein görelilik sözcüğünden hiç hoşlanmadığı için, “değişmezlik kuramı” demeyi yeğledi (çünkü fizik yasaları tüm gözlemcilere aynı görünür bu konuda “görelilik” söz konusu değildir). Genel görelilik kuramının ilk biçiminde ciddi bir yanlış vardı. Bir ışık demetinin yerçekimine bağlı kırılma miktarı yanlış hesaplanmıştı. Uzayzaman sürekliliği mi? Ne yazık ki, o da Einstein’a ait değil. Dördüncü boyut olarak zaman kavramı, Einstein’ın eğitmenlerinden biri olan ve ona “tembel köpek” adını veren, Hermann Minkowski tarafından ilk kez ortaya atıldı. Ama Galileo tarafından ortaya atılan görelilik kavramını, ışık hızına yakın bir hızda zamanın yavaşlaması ve uzayın sıkışması türünden garip olayların içyüzünü anlamak amacıyla, yeniden düzenleyen Einstein oldu. 2 Neyse ki, kuramın 1914 yılında bir güneş tutulması sırasında denenmesiyle ilgili tasarı I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi yüzünden suya düştü. Deney o zaman yapılmış olsaydı yanlış su yüzüne çıkacak ve Einstein’ın görüşünde yanıldığı kanıtlanmış olacaktı. Tutulmayla ilgili deney 1919 yılında yapıldı. Dönemin önde gelen fizikçilerinden Britanyalı Arthur Eddington genel görelilik kuramını büyük bir başarı olarak değerlendirip Einstein’ın bir anda üne kavuşmasına ve resimlerinin kahve fincanlarının üzerine basılmasına neden oldu. Avusturyalı fizikçi Friedrich Hasenöhrl E=mc eşitliğini Einstein’dan bir yıl önce yayımladı. duymamış olabilirsiniz. Bunun nedeni Hasenöhrl’ün eşitlik ile görelilik ilkesi arasında bir bağlantı kuramamış olmasıydı. Hasenöhrl adını büyük olasılıkla daha önce hiç Şimdi geriye baktığımızda, Eddington sonuçları abartmış ve “yanlışlığı” gösteren görüntüleri görmezden gelmiş gibi görünüyor. zamanlı olması, görelilik kuramını kimsenin görmediği zamanlarda kotarmış olması gerektiği anlamına geliyor. Müdürü odaya girecek olduğunda, Einstein not aldığı kağıtları telaşla çekmecesine tıkıştırırdı. Einstein’ın sveç patent bürosundaki işinin tam Doğal olarak bunu kimse fark etmedi: 1955 yı lında Einstein yaşama veda ettiğinde bile bilim insanlarının ellerinde genel görelilik kuramının yaşama yansımasıyla ilgili herhangi bir kanıt bulunmamaktaydı. Einstein hiç içki içmeyen biri olmasına karşın, görelilik kuramını tamamladığında eşi Mileva ile birlikte masanın altında kafa çekti. Eski günlerde zamanuzay sürekliliğine bulaşmanın yöntemi buydu. Sevgi görelidir. Einstein, 1904 yılında kuramını tamamlamaya çalıştığı sırada,”Karıma gereksinmem var. Tüm matematik problemlerini benim yerime o çözüyor,” diye yazmıştı. 1914 yılında Einstein karısından “sürdürülmesi toplumsal açıdan zorunlu olmadıkça, kendisi ile olan tüm özel ilişkilerini kesmesini” istedi. Kurallar da görelidir. Einstein’a göre hiçbir şey ışıktan daha hızlı hareket edemez, ama uzayın kendisinin de böyle bir hız sınırı yoktur; Büyük Patlama’nın hemen ardından, evrenin denetimsiz genişlemesi görünüşe bakılırsa ışığı çok gerilerde bırakmıştı. Bu durum 1960’larda gökbilimcilerin, nötron yıldızları ve kara delikler gibi, zamanuzay görüngüsünü ciddi biçimde etkileyen olağanüstü cisimleri keşfetmeye başlamalarıyla birlikte çarpıcı bir değişime uğradı. Genel görelilik kuramı günümüzde öylesine iyi kavranıyor ki, gökadaların ağırlığını ölçmede ve uzak gezegenlerin yerini ışığı kırma biçimlerinden yola çıkarak belirlemede bu kuramdan yararlanılıyor. Einstein’ın açıklamalarını anlamakta yine de zorlanıyorsanız, bizzat kendisinden geldiği söylenen şu sözlere kulak verin: “Elinizi bir dakikalığına kızgın bir sobanın içinde tutmaya kalkıştığınızda, o bir dakikalık süre size bir saatmiş gibi uzun gelecektir. Hoş ve çekici bir kadınla geçirdiğiniz bir saat ise size bir dakika gibi gelir. Görelilik denen şey işte budur.” Rita Urgan, Discover ki farklı görelilik kavramı var. Şimdiye dek değişmeyen bir hızla hareket eden cisimler için geçerli olan özel görelilikten söz ettik. vmeli devi CBT 1245/ 13 28 Ocak 2011