24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Kuyu yerine kule Bir uzman, kendi bilim alanında kuyu kazmak yerine, Bâbil Kulesi kurmayı tercih etmelidir. Fizik Profesörü Salih Murad (Uzdilek), 29 Mart 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan “İlim herkese anlatılabilmelidir” başlıklı yazısında bu fikri savunuyordu. Salih Murad Bey’in yazısının bir bölümü şöyledir: Hazırlayan:Osman Bahadır “...Asri ilmin en mühim vağinin kuyusunu derince kazması doğru ise zife ve mesuliyetlerinden biri, de, derin kuyu dibinden bakılınca saha neticelerin, sokak adamı denilen dardır. Binaenaleyh mütehassıs derin fakat ilim adamı olmayan zeki kuyu kazacağı yerde, Bâbil Kulesi gibi kimselere anlatılabilmesi için yükselmeli ve muhitindeki yapılarda teşkilat yapmasıdır. Halk daima gerek iklim ve gerekse insan elinin yapilmi hakikatleri öğrenmek ister. tığı tahavvülat (değişiklikler) iyice gözŞu şartla ki, bu hakikatler bütün den geçirilebilmelidir. çıplaklığıyla gösterilsin ve ziBu hataları tashih (düzeltmek) için hinlerdeki teşevvüş (karışıklık) yegâne çare, mütehassısları ara sıra topbulutları zail olsun (gitsin). İlim layarak her mütehassısa diğer ilim adamkaptanı, gemiyi hakikate yölarının maksatlarını, hırslarını, eserlerinelttiğini gemidekilere gösteni hülaseten (özetle) göstermeli. rirse, onlar da seve seve hedefe Mütehassısların birbirini tenvir etmeleyönelirler. Amerika’nın görünri (aydınlatmaları), yalnız kendilerinin mesi, tayfanın Kristof Kolomb’a değil, cemiyetin de menfaatine uygun dü1954 yılında Salih Murad (18911967) Bey’in karşı kin ve nefret hislerini bir evindeki müzikli bir toplantı sırasında çekilmiş şer. denbire söndürmedi mi? Halkın yeni ilim ve tatbikatını anlabir fotoğraf. Ayakta sol başta bulunan fizik İlmin seri tekamül ve inki Profesörü ve aynı zamanda müzik mekaniği ve ması da pek faydalı ve mühimdir. İlim bilşafı, ilim adamlarını pek mühim matematiği araştırmacısı Salih Murad Bey’dir. gisi, ilim vetireleri ve tatbikatı öyle bir safve ciddi içtimai meseleler karşı Ortada oturan ise ünlü besteci ve müzikolog H. haya girmiştir ki cehalet, tehlike ve belSadettin Arel’dir (18801955). sında bulunduruyor. Bu devirde ki tahrip manasını tazammun eder (içerir). ihtisas (uzmanlaşma) o derece ileri gitmiş ki, her mütehassıs Tarihin müspet ilimler devrinde, bilginin süratle biriktiği tek buutlu (boyutlu) mahluklar gibi birer tünel içinde kal bu devirde yaşayanlar için terbiye programının yüklenmemışlar ve yandaki tünelde geçen vukuattan haberleri yok. si lazım geldiği gibi, her ferde içtimai ve sınai murakabe (deMütehassıs deyince, bunlar, sahasında gördüğü yıldızları he netim) itibarıyla vazifeler düşüyor. Yeni ilim şartlarında, bildef alan ve bulduğu neticeleri bu yıldızlardan ilham alarak meyenler ya yaşayamayacak veya dünyanın hâlâ iptidai (ilsöyleyen kimselerdir. Eğer bu sahalar dar kalırsa, bir mü kel) geçinen mahlukları arasında yer alacaktır. Hatta bu gitehassısın kül (bütün) halindeki yıldız âlemi hakkında söy dişle, Afrika ortasında yaşayanlar bile hayat mücadelesi için lediği sözler ve verdiği hükümler ekseriya yanlıştır. yeni bilgilere sarılmaya, onunla uyuşmaya mecbur olacakBir mütehassısın velut (doğurgan) olması için, mesle tır...”. lerini birçok hayvanın vücutlarındaki var olan biyolojik pusulalara göre bulmaktalar. Boyun kısımlarındaki ferromanyetik tanecikler yardımıyla Yer’in manyetik alan kuvvet çizgilerine göre kendi durumlarını tesbit ederek doğru yönü bulur. Bulutlu–kapalı havalar yön bulmalarını engellemez. Kuşlar ayrıca yönlerini koku alarak da bulabilmekte. Çok iyi hava tahmincileridir. Havadaki çok hafif barometrik basınç değişimini fark edebilirler. Fırtına çıkacağını önceden keşfederler. Keskin bir görme gücüne sahipler ve polarize ile ultraviole ışınları da görebilirler. Bu ışıklardan denizlerden uçarken faydalanırlar. Ayrıca, frekansı çok düşük uzun dalga alt sesleri de duyarlar. İnsan kulağı saniyede 1020 titreşimin altındaki sesleri duyamaz. Kuşlar ise çok daha düşük sesleri işitebilirler. Bunun sayesinde göç eden bir kuş kendisinden çok uzakta patlayan bir fırtınayı veya 1000 km uzaktaki gök gürültüsünü işitebilmektedir. Binlerce kilometre ötedeki atmosfer basıncı değişikliklerinin meydana getirdiği çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgaları fark edebilmektedir. Milyonlarca göçmen kuşun uzun mesafeler katederek yaptığı yolculuk insanlar için hayati değer taşır. Kuşlar zararlı böceklerin baş düşmanıdır. Karaların çoğunun bulunduğu kuzey bölgelerine göç etmeselerdi ve yılın dörtte üçünü burada geçirmeselerdi, haşereler buralarda bitki katliamı yapardı. Baharda milyonlarca böcek, bitkiler üzerine yumurta bırakır. (alıntı: http://tr.wikipedia.org). Eğer bir ülke veri ve enformasyon içinde boğuluyor ancak bilgi üretemiyorsa gelişmemiş demektir “Dingin Bir Şimdiki Zaman” Hayali Herşeyi, baştan sona herşeyi bildiğimiz zaman, daha ne öğrenmemiz gerekecek? Sentez sanatını! J.C. Carriere’nin bu sorusuna verdiği cevapla Umberto Eco yaşadığımız bilgi çağında “bilgi” demekle ne kastedilmesi gerektiğini net bir şekilde ortaya koymuş durumda. Bu model Michel Serres’ten bir alıntıyla da güçlendiriliyor: “Hafızamıza [malumat] yerleştirme çabasını artık göstermemiz gerekmiyorsa o zaman geriye sırf zekâmız kalıyor”. Bugün fazlalığından dolayı yakındığımız veri ve enformasyona ulaşmak, dünün insanı için oldukça zor ve o nedenle de değerliydi. Sorun aslında bir veri ya da enformasyona ulaşıldığında bununla hayatın kalitesini nasıl artıracağını bilen insan sayısının az olmasıydı. Pek çok insan bu bilinçten yoksun olarak yaşadı. Bugün ortalama bir insan o bilince sahip. Ancak sorunu ise veri ya da enformasyonu yalın olarak kullandığında hayatına bir değer katma imkânının olmaması. Onları kullanarak, işleyerek illa ki bir bilgi üretmesinin gerekliliği. Umberto Eco “sentez sanatı” cevabıyla bu realiteye işaret ediyor. Bugün gelişmiş ile gelişmekte olan (yani gelişmemiş) bir ülkeyi ayırt etmede bu nokta da bir değerlendirme kriteri olabilir. Eğer bir ülke veri ve enformasyon içinde boğuluyor ancak bilgi üretemiyorsa gelişmemiş demektir (Ya da genelde gelişmiş sınıfına giren bir ülkede yaşayan herhangi bir birey ya da topluluk için de bu değerlendirme kısmi olarak yapılabilir). Dijital kültürde bunun hoş bir adı da var: Dijital uçurum! Bu uçurumu kapatma eforu da ülkenin gelişmişliğinin bir göstergesi olabiliyor. Bazı ülkeler her haneye yüksek hızlı internet erişimi sağlamayı anayasal bir hak olarak değerlendirirken başka bazı ülkeler anayasayı değiştirmek için bambaşka motivasyona sahip olabiliyor (mesela yargının yürütme ile aynı söyleme sahip olmasını sağlamak gibi) Eco ile Carriere’nin söyleşi formatındaki “Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın” isimli kitapta kitabın geleceği de sorgulanıyor. Ancak basitçe mektup ile zarfın aynı şeyler olmadığı gibi belki de kâğıdın yenileceğini ama kitabın teknolojiye yenilmeyeceğini saptıyorlar. Hatta bazı açılardan incelendiğinde kitabın format olarak bile teknolojiye üstün geldiğini tespit ediyorlar. Örneğin beş yüz sene önce yazılmış bir kitabı, dilini bildiğiniz sürece, bugün hala kolayca açıp okuyabilirsiniz. Ancak daha on yıl önce popüler olan bir saklama ünitesinde (diyelim ki diskette) yer alan bir dosyayı okumak bugün için neredeyse imkânsız. Neden? Çünkü standard bir bilgisayarda artık disket okuyucusu yok!Benzer şekilde belki CD/DVD okuyucular da yarının mükemmel bilgisayarlararının standard bir parçası olmayacaklar ve o nedenle bugün CD’lerde DVD’lerde saklanan bilgilere erişim imkânı ortadan kalkmış olacak. Elbette ki bu ölümcül bir durum değil. Her seferinde yeni bir teknoloji çıktığında o geçiş döneminde bilgi hazinenizi yeni teknolojiye dönüştürürseniz herhangi bir kaybınız olmaz. Ancak yine de bu durum, adı “kalıcı veri depolama ortamı” olarak anılan teknolojilerin aslında kendileriyle çelişkiye düşer gibi “geçici” oldukları gerçeğini saklayamıyor. Geçici, çünkü sürekli değişiyor.Bu değişim öyle bir hızda ki Eco’nun tespitiyle “Dingin bir şimdiki zamanı yaşayamıyoruz artık! Daima geleceğe hazırlanma gayreti içindeyiz!” O gelecek hiçbir zaman gelmiyor ve daha da kötüsü şimdiki zamanı elimizden çalıp kaçırıyor! Kuş göçü gözlemi Eylül’de Gökyüzü, sayfa 19’dan devam İstanbul Boğazı’ndan kıtalararası göçmen kuşların geçişlerini duyuralım. İstanbul’un az bilinen bu doğal kültürü, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı projelerinden biri olarak çalışmalarını sürdürmekteyiz. Konunun önemi şuradan gelmekte: her sene dünyada 50 milyar kuş göç eder, bunlardan 5 milyarı Avrupa ile Afrika arasındadır. Türkiye, bu iki kıta arasında göç eden kuşlar için bir köprü oluşturması ve 400’ü aşkın göçmen türü barındırması bakımından özel bir uluslararası öneme sahip. İstanbul Boğazı da dünyanın en iyi göçmen kuş gözlem yerlerinden biri. 2010 yılının Eylül–Ekim–Kasım aylarında kuzeye göç eden kuşların ailelerine kattıkları yeni genç bireyleri ile birlikte güneye göçüşünü İstanbul’dan özellikle Çamlıca tepesinden izleyebileceğiz. Kuzeyden güneye ilk geri dönüş kafilesi leylekler İstanbul Kınalıada’dan görüntülendi (18 Ağustos 2010, Selen Papur fotoğrafladı). Kuş göçleri herkes tarafından görülmeye değer büyük bir şovdur Kuşlar yönlerini Güneş’e göre ayarlamakta. Bu yüzden kuşların çoğu gündüz Güneş’e göre hareket eder. Ancak birçok kuş da gece göç eder. Kuşlar gündüz Güneş’e, geceleyin ise Ay ve yıldızlara göre uçuş yönlerini bulabiliyor. Güneş, Ay ve yıldızların görülmediği durumlarda ise yön CBT 1224/ 12 3 Eylül 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle