Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI “Dinle gelen cehalet” üzerine Sayın Celal Şengör, 18 Haziran 2010 tarihli “Dinle Beraber Gelen Cehaletin Yarattığı Çevre Faciası” adlı yazınızı okudum ve düşündüm. Prof.Dr.Attilla Erdemli Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Y azınızda Cebel Akdar’a giderken orada yaşayanlara insan sıfatının ne kadar yakıştırılabileceğini düşündüğünüzü söylüyorsunuz. İnsan ancak gerekli olanaklar yeterince sağlandığı sürece ortaya çıkan ve yükselen, yetkinleşen bir yaşamın taşıyıcısı olur. Siz o koşullarda doğup büyüseydiniz bu günkü Celal Şengör ile hiçbir benzerliğiniz bulunmazdı. Dinle gelen cehaletin çevre kirliliği ve doğal yıkıma neden olduğunu öne sürüyorsunuz. Baraj yapmak için Yağmur Ormanlarının yok edilmesi, Fransanın Büyük Okyanusta düzenlediği atom denemeleri vb. pek çok olay demek ki, dinle gelen cehalete dayanıyor. Yine de bazı konulara aydınlık getirmek gerekmektedir: Din mi cehaleti getiriyor, yoksa dinin yanlış uygulamaları mı? Aynı durum ideolojiler için de geçerlidir. Öte yandan hangi kutsal kitap cehaleti öneriyor ve övüyor? İnsan dünyaya biçim bulmak ya da “Olmak” üzere gelir. Burada en işlevsel olan eğitimdir. Eğitim yalnızca okulda alınmaz. İnsanların belli bilinçlere ulaşabilmesinde birçok etmen yanında dinin de güçlü bir işlevi vardır. Önemli olan dünya ve insanlıkla birlikte düşünebilmektir. Bir yere bir ağaç diktiğimiz zaman, o ağacı dünyaya diktiğimizi, bir yeri kirlettiğimiz zaman, gerçekte dünyayı kirlettiğimizi düşünebilmek, böylesine geniş kavrayan bir bilinçle yaşayabilmektir önemli olan. Yazınıza bir de fotoğraf eklemişsiniz. O kirliliği yaratanlar cahil insanlardır; bu tür yerlerde doğru uyarılar ve küçük bir yaptırımla kirlilik sürekli olarak önlenebilir. Burada birçoğunu yaşadığım pek çok olaydan ikisine değinmek istiyorum. 1965 yılından beri dağcılık sporu yapıyorum. 1982 yılından beri İstanbul Üniversitesi Spor Birliği’nde dağcılık çalışmalarını düzenliyorum. Gençlere verdiğim dağcılık dersleri ve uygulamalarından biri mutlaka çevredir. Ayrıca Türkiye’de dağcılık sporu yapanların büyük çoğunluğunun üniversite öğrencisi olduğunu ve hepsinin çevre konusunda çok duyarlı olduklarını belirtmeliyim. 1980’li yıllarda, bir yaz faaliyetimiz sırasında, kamp yerine kadar dört saat süren yol boyunca yere atılmış küçük gofret kâğıtlarını topladım. Kamp alanının bir yanında bir uygar Avrupa ülkesinin dağcıları kamp kurmuşlardı. Grubun başkanıyla konuyu gör üştüm. İstanbul Dağcılık Ajanı olduğumu öğreninceye kadar benimle bir sömürge subayı edasıyla konuştu. Ondan sonra da kendisine söylediğim gibi verdiğim naylon torba içindeki gofret kâğıtlarını, dönüşlerinde, köydeki çöp variline attı. Birkaç yıl sonra Kaçkar Dağları’ndaki bir faaliyetimizde Ayder Ilıcası yakınlarına geldiğimizde, ağaçlar arasına atılmış renk renk naylon torbalar dikkatimizi çekti. Akşam kahvede sohbet ederken turizm derneği başkanına torbaları sordum. Anlattı: Kampçılar için tuvalet yapmışlar. Fakat gelen yabancılar gece tuvalete gitme yerine naylon torbalara dışkılıyor, sonra da torbaları ağaçların altına atıyorlarmış. Gençler birkaç zaman bu torbaları toplamış, yöreyi temizlemiş, fakat uygar Batı’nın naylon torbaya dışkılama arzusuyla baş edememişler ve bırakmışlar. Himalayalar’da, Everest’in Nepal’e bakan yanında uzanan Khumbu buzul dili yöresindeki kirliliğin boyutunu sanırım biliyorsunuz. Tonlarla ölçülen atıklar yüksek bir tepe oluşturuyor. Orada insanların bıraktıkları atıklarla yaratılan kirlilik yanında sizin fotoğrafta gösterdiğiniz çerçöpün sözü bile olmaz. Çevre kirliliği uygar ülkelerdeki dağlık yörelerin en önemli sorunlarından biridir çünkü dip sularının kirlenmesine dek uzanan çok yönlü tehlikeler içermektedir. Yazınızda dünyada tek doğa kirliliğini İslam Ülkelerinin ve bu arada bizim yarattığımız izlenimini veren sözler var. Bunlar haksız ve duygusal sözler. Dahası insan doğasına aykırı bir sav içermekte. Yukarda verdiğim örneklerin hiçbiri Müslüman toplumlarla ilgili değil. Ayrıca İslam ülkelerini de savunmuyorum. Ben insan doğasına bakıyorum ve insan doğası üzerinden düşünüyorum. Birçok özelliği yanında insan kirletir, insan atık bırakır. Kirlettiğini temizleme bilinci buradan doğar. Bu bilinç ve gereğini yapmak insan bireyine (okul, sinema, tv, kitap, din, gelenek, sanat vb.) değişik eğitimlerle ve yaptırımlarla öğretilir. Sizin uygarlık dediğiniz de burada başlar. Yine de kendi ülkesiyle sınırlı bir uygarlık hiçbir zaman tam değildir. Uygarlık artık dünya ve insanlıkla birlikte düşünüp, yaşamaya ve yapıcı olmaya giriştiğimiz yerde ortaya çıkıyor. Esenlikler diliyorum. “Yok hükmündedir” diyerek mahkeme kararlarına uyulmayabileceği yönünde ileri sürülen bir görüşe devlet başkanının “tartışılsın bakalım”, kimi parlamento üyelerinin, başkanlarının, hükümet üyelerinin, kimi popüler anayasa hukukçularının “ilginç, tartışılabilir” dedikleri; böyle bir görüşü açık veya örtülü destekledikleri bir ülkede herhangi bir siyasal bir düzenin, hele bir hukuk devleti düzeni ayakta kalabilir mi? Sokrates’in İtirazı İlhan Selçuk’un Aziz Hatırasına Düşünce özgürlüğü hakkı çerçevesinde herkes elbette her sözü söyleyebilmeli; katılmayanlar katlanmalıdır. Bu anlamda, bir Anayasa Mahkemesi kararının anayasaya aykırı olması durumunda yok hükmünde sayılacağını, bu kararın hiçbir devlet organını ve kişiyi bağlamayacağını her yurttaş bu sıfatıyla özgürce dile getirebilmelidir. Ancak, örneğin devlet başkanı, başbakan, bakan gibi sıfatlarla yapılan böyle bir irade açıklamasını da aynı özgürlük alanında yapılmış sayabilecek miyiz? Bunun bir özgürlük hakkı kullanımı olduğunu düşünsek bile, idarecilerin mahkeme kararlarını uygulamamasını, bunlara uymamasını bu özgürlüğün doğal bir uzantısı olarak görebilecek miyiz? Yani hükümet, üyeleri böyle düşündü diye bir Anayasa Mahkemesi kararına uymaktan kaçınabilecek midir? Bu ayrıksı durumu bir de kurala bağlarcasına, anayasamızın mahkeme kararlarının uygulanmasını emreden hükmüne, “ama muhataplarınca yok hükmünde sayılanlar ayrıdır” diyen bir ekin yapılmasını önermekle bu düşüncenin gelebileceği en saçma yer gösterilmiş olacaktır. Böyle bir tartışmanın baştan sona abesle iştigal olduğunu düşünmeyen elbette yoktur. Ama hal çok vahim! “Sivil itaatsizlik” kuramlarında bile tanınmayan bu, mahkeme kararlarına uymama eylemini sivil itaatsizliğin asla öznesi olamayacak olan hükümete hak saymak, hükümetin böyle bir sivil meşruluk temellendirmesiyle mahkeme kararına uymamasını salık vermek, bir sivil itaatsizliğe değil, düpedüz devleti ve düzenini yerle bir etmeye çağrı olmaktadır. Bunun sevimli, haklı gösterilebilecek hiçbir yanı yoktur. Buna girişenler açıkça şunu söyleyebilir: Bu devleti reddediyoruz, onu dönüştürüyoruz. Bunun için bize uymayan hiçbir kurala uymak zorunda olmadığımızı düşünüyoruz. Bu, fiili bir durumdur. Sonu gelinceye kadar sürecektir. Bunu söylerlerse en azından dürüst olurlar. Bir hükümetin olası böyle bir tutumunu her türlü hukuk düşüncesinin dışına düşeceğini söyleyerek bir kenara bırakalım. Böyle bir hükümetle yönetilmek bahtsızlığına sürüklenmiş bu ülke halkıyla Sokrates’in şu sözlerini* namuslu insanların bir dayanağı olarak paylaşalım: “(…)Tut ki tam kaçacağımız (…) sırada yasalar ve devlet karşımıza dikilip şu soruyu soruyorlar bize: ‘Söyle bize Sokrates ne yapmak istiyorsun? Denediğin işin, elinde olduğu kadarıyla, bizi yasaları ve bütün devleti yok etmekten başka hedefi var mı? Verilen hükümlerin hiçbir gücü olmaz, kişiler onlara uymaz ve onları yok ederse, bir devletin devrilmeyip yaşamaya devam edeceğini mi sanırsın?’ Bu ve buna benzer başka sorulara ne cevap verebiliriz Kriton? Çünkü verilen hükümlerin yerine getirilmesini isteyen o yıkacağımız yasa lehine, özellikle bir hatip söyleyecek neler bulmaz ki. ‘Devlet bize bir haksızlık yaptı, davamızda yanlış hüküm verdi,’ diye mi cevap vereceğiz? Bu mu olacak cevabımız, yoksa başka bir şey mi söyleyeceğiz?” “Peki, ya yasalar bize, ‘seninle anlaşmamız bu muydu Sokrates? Sitenin verdiği hükümlere uymak zorunda değil miydin?’ derlerse? Bu sözlere şaşırsak da şöyle derlerse: ‘Söylediklerimize şaşmayı bırak da, soru ve cevaplarla konuşmaya alışkın olduğuna göre, cevap ver Sokrates. Söyle bakalım. Yok etmeye kalkıştığına göre neyle suçluyorsun bizi? Önce yaşamını bize borçlu değil misin, baban annenle bizim yardımımızla evlenip doğurtmadı mı seni? (…)” Yurttaş olarak hukuk devletinde haksız bulduğumuz veya bir adaletsizliğe dikkat çekmek için bir yasayı çiğneyebiliriz ama mahkemelerin hükümlerine, haksız da olsalar uymak zorundayız. Çünkü mahkeme kararı toplumun kilit taşıdır. Hükümetlerinse ne bir yasayı, ne de bir mahkeme kararını çiğnemeye yetkileri vardır. * Platon, Diyaloglar 2, Kriton ya da Ödev Üstüne, çev.:Tanju Gökçöl, İstanbul 1986, s.19 Türkiye’de Almanca eğitim veren ilk vakıf üniversitesi Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı, Türkiye ’de kurulması planlanan ve ağırlıklı olarak Almanca eğitim verecek olan Avrupa Üniversitesi’ni faaliyete geçirmek üzere çalışmalarına başladı. CBT 1215/ 19 2 Temmuz 2010 T AVAK, Türkiye ve Almanya arasındaki ticari, sosyal ve kültürel ilişkileri kuvvetlendirmek ve akademik değişime eşlik etmek amacıyla kurulan bir Türk vakfı. TAVAK Vakıf Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Prof. Dr. Faruk Şen yürütüyor. Vakıf, başta uluslararası düzeyde eğitim, bilimsel araştırma ve geliştirme faaliyetleri sürdürecek bir TürkAlman Üniversitesi kurma amacını taşırken her seviyede eğitimöğretim okulları, yüksek teknoloji enstitüleri, lise veya dengi bir öğrenime dayalı yüksek öğretim kurumu ve kurumları kurmayı hedefliyor. Bir diğer amacı da özellikle gençyaşlı, özürlü ve ihtiyaç sahibi olup, toplumsal korunmaya muhtaç olanlara ilişkin etkin bir bilgi ve tecrübe değişimini sağlamak üzere gençlik, rehabilitasyon, sağlık merkezleri, öğrenci yerleşkeleri kurmak. Ağırlıklı olarak Almanca eğitim verecek olan Avrupa Üniversitesi, ülkemizin Almanca eğitim veren ilk üniversitesi olma özelliğini taşıyor. Kurumda İktisadi ve Siyasi Bilimler Fakültesi, Kültür ve İletişim Bilimleri Fakültesi, Hukuk Fakültesi ile Spor Bilimleri Fakültesi bölümlerinin yer alması planlanıyor