Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hiçbir seçim sistemi adil değil! Seçmenlerin kaderini oylar değil, seçim sistemleri belirliyor! Seçimler tam anlamıyla adil olabilir mi? Matematikçilere göre olmaz; yüzyıllardır oyların bir kısmının niçin boşa gittiğini ve hangi seçim sisteminin seçmenlerin tercihlerini daha iyi yansıttığını araştırıyorlar. Dünyada şu anda tüm oyların eşit ağırlıkta olduğu bir seçim sistemi henüz söz konusu değil. İlerde olabilir mi? Matematikçiler bu konuda oldukça karamsar. Hatta bazıları uygun bir seçim sistemi ile istenilen liderin seçtirilebileceğini bile iddia ediyor. deal bir dünyada seçimlerin en belirgin özelliği özgür ve adil olmasıdır. Seçmenlerin tümü, birkaç kabul edilebilir istisna dışında, tercih ettikleri adaya oy verebilmelidir. Ve verilen her bir oyun değeri aynı olmalıdır. Özgür bir seçim, hukukun ilgi alanına girer, ancak seçimlerin ne kadar adil olduğu meselesi daha çok matematikçileri ilgilendiriyor. Matematikçiler yüzyıllardır seçim sistemlerini inceliyorlar. Bugün hepsinin ortak kanısı, her bir oyun farklı bir değer taşıdığı ve bu farklılığının da matematiksel bir temele dayandığı. Oyların değerini çarpıtan eğilimlerin kaynaklarını araştırmalarının bir nedeni var. Nihai hedef, bu çarpıklığı düzeltmek. Bu süreçte kaçınılmaz olarak pek çok paradoks ve sürprizle karşılaşıyorlar. Matematikçileri yol göstermesi ile seçim sistemlerindeki aksaklıkları gidermeye çalışan yasa koyucular ne yazık ki pek de başarılı olmuş sayılmazlar. Bazı matematikçiler ideal bir seçim sisteminin şimdilik ufukta görünmediğini söylüyor. İ ayırmak sorunları beraberinde getirir. Çünkü bu durumun yol açtığı sorunlar başka sorunlara gebedir. Bir parti, pek çok seçim bölgesinde rakiplerini çok küçük bir fark ile geride bırakıp seçimi kazanmış olabilir. Örneğin İngiltere’de 2005 seçimlerinde iktidardaki İşçi Partisi toplam oyların %35’ini almakla birlikte, meclisteki koltukların %55’ine sahip olmuştu. Eğer bir aday veya parti, seçim bölgelerinin çoğunda, rakiplerinin biraz ilerisinde olmakla birlikte, diğer bölgelerde çok gerisinde kaldıysa, rakibi toplamda kendisinden daha fazla oy almış olsa bile seçimi kazanır. Bu durumun benzeri 2000 yılında ABD’deki başkanlık seçiminde yaşandı; George W.Bush çok az bir fark ile Al Gore’u elemişti. re sıralamasıdır. İlk tercihler sayıldıktan sonra, en az puanı alan aday elenir. Oylar bir sonraki adaylara göre yeniden düzenlenir. Bu süreç tek bir adayın seçmenlerin %50 oranındaki oyunu almasına kadar devam eder. Bu sisteme anında ikinci tur seçim (instant runoff) veya tercihli seçim adı verilir ve Avustralya Temsilciler Meclisi seçimlerinde, ABD’nin bazı kentlerinde kullanılır. İngiltere için de önerilen bir sistemdir. Tercihli oylamanın, tek adaylı çoğunluk sistemine göre daha adil olduğu söyleniyor, ancak bu yöntemde de sıralama paradoksu engellenemez. Bu paradoksu ilk kez Fransız matematikçi Marquis de Condorcet 1785 yılında gündeme getirmişti. Söz gelimi A, B ve C olarak nitelendirdiğimiz üç adayımız olsun. Üç seçmen bunları ABC, BCA ve CAB olarak sıralasın. Seçmenler bu durumda A’yı B’ye 2’ye 1 tercih etmiş olur. Ancak B, C’ye göre ve C, A’ya göre aynı oranda (2’ye 1) tercih edilmiş olur. Bu durumu Alis Harikalar Diyarı’ndaki Dodo’nun şu sözleri açıklayabilir: “Herkes kazandı ve herkesin bir ödülü olması lazım.” NİSBİ TEMSİL SİSTEMİ Neyse ki bir seçim sistemi bu dairesel paradoksa neden olmuyor. Bu da nisbi temsil sistemidir. Bu sistemde bir partiye mecliste verilen sandalye sayısı, aldığı oy sayısı ile doğru orantılıdır. Bu sistem matematiksel olarak hem çoğulcu sisteme, hem de tercihli sisteme göre daha adildir. Ne var ki siyasi açıdan sakıncalarını da göz ardı etmemek gerekir. Bu sistem geniş, çok temsilcili seçim bölgeleri anlamına gelir. Tam anlamıyla nisbi seçimin gerçekleşmesi için tek bir seçim bölgesinin olması gerekir ve bu da İsrail’de uygulanıyor. Ancak seçim bölgelerinin sayısı arttıkça seçmenler ve temsilcileri arasındaki bağ zayıflar. Adaylar genellikle merkezde belirlenen bir listeden seçilir. Dolayısıyla seçmenler kendilerini kimin temsil edeceği konusunda kontrollerini yitirirler. Dahası nisbi sistemler genellikle birkaç partinin koalisyonu ile sonuçlanırlar. Bu da potansiyel olarak istikrarsız ve etkisiz bir hükümet anlamına gelir. Ancak çoğunluk sistemleri de bu tür sorunlardan muaf değildir. Nisbi temsilin de kendine özgü bazı matematiksel aksaklıkları vardır. Söz gelimi meclisteki sandalye sayısını tam olarak, daha büyük bir popülasyona göre doğru orantılı paylaştırmanın imkânı yoktur. Bunun sonucunda şu tuhaf tablo ortaya çıkar: Halihazırdaki toplam sandalye sayısını artırmak, tek tek her bir seçim bölgesinin temsil edilme yeteneğini azaltır. DİĞER AKSAKLIKLAR Ekseriyete dayalı seçim sistemlerinin doğurduğu aksaklıklar bununla sınırlı değil. Irvine’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden matematikçi Donald Sari bu sistemin yarattığı diğer sorunlara da değiniyor. Sari iddiasını şöyle bir deney üzerine dayandırıyor. Deneyde 15 kişiden, süt (S), bira (B) ve votkayı (V) beğeni derecelerine göre sıralamaları isteniyor. 6 kişi tercihini SVB olarak belirtirken, 5’i BVS olarak, 4’ü ise VBS olarak belirliyor. Ekseriye dayalı sistemde sonuç şöyle çıkıyor: Süt oyların %40’ını alıyor. Sütü bira ve arkasından votka izliyor. Peki seçmenler gerçekten sütü mü tercih ediyor? Kesinlikle etmiyor. Dokuz seçmen birayı süte tercih ederken, dokuzu votkayı süte tercih ediyor. Bu arada 10 kişi votkayı biraya tercih ediyor. Bu tercihlerin tümü eşleştirildiği zaman tercih listesinin şöyle sıralandığı görülüyor: VBS. Bu da oylama sisteminin ortaya çıkarttığının tamamen tersi bir durumdur. Aslında Sari, bu deneye dayanarak ortaya şöyle ilginç bir iddia atıyor: Tercihler bir bütün olarak önünüze getirildiğinde, istediğiniz sonucu veren bir sistemi tasarlamak mümkün. Yukarıdaki örnekteki basit çoğunluk sisteminin yarattığı adaletsizliğin nedeni, içki düşkünlerinin bir araya gelmesi; votka veya bira meraklılarının diğer içkiyi ikinci sıraya koyup, sütü hep en alt sıraya atmaları. Benzer bir olgu siyasi hayatta da kendini gösterebilir; ortak özelliklere sahip seçmenlere hitap eden iki ayrı parti oyları böler ve çoğunluğun gözünde popülaritesi düşük olan üçüncü parti seçimi kazanır. ÇÖPE GİDEN OYLAR Şu anda dünyada geçerli olan demokratik seçim sistemleri, matematiksel bir eşitlik, tüm siyasi görüşlerin temsili ve sağ İDEAL SEÇİM SİSTEMİ VAR MI? Amerikalı ekonomist Kenneth Arrow 1963 yılında ideal, adil bir seçim sisteminin özelliklerini açıkladı. Arrow’a göre ideal seçim sisteminde • Seçmenler tercih seçeneklerinin tümünü ifade edebilme şansına sahip olmalıdır. • Hiçbir seçmenin seçim sonuçlarını dikte etmesine izin verilmemelidir. • Eğer her seçmen bir adayı diğerine tercih ederse, son tercih bunu yansıtmalıdır • Eğer bir seçmen bir adayı ikincisine tercih ediyorsa, bir üçüncü adayın devreye girmesi bu tercihi tersine çevirmemelidir Arrow bu ideal koşulların hiçbir zaman tek bir seçim sistemi altında yaşama geçirilemeyeceğinin bilincindeydi. Özellikle, bir seçmenin oyunu değiştirmesiyle tüm seçmenlerin tercihlerinin değişme olasılığı hep vardır. Daha az adil olan sistemler daha güçlü hükümetler çıkartır ve bu hükümetler, seçmenlerin çoğu onaylamasa da iş çıkartırlar. Daha adil sistemler ise gücü o kadar marjinal bir şekilde dağıtır ki, hükümetin herhangi bir girişimi anında partizanca bir kavgaya dönüşür. Bu durumda bunca olumsuzluktan olumlu bir iş çıkartmak yasa koyuculara düşüyor. İki kötüden birini seçmek matematikçilere düşmez. Reyhan Oksay Kaynak: new Scientist, 1 Mayıs 2010 www.idea.int/esd www.politicsresources.net/election.htm CBT 1208/8 14 Mayıs 2010 lam/güvenilir bir yönetim arayışları arasında denge kurmaya çalışıyor. ABD, Kanada, Hindistan ve İngiltere gibi ülkelerde geçerli olan ekseriyete dayalı seçim sistemini ele alalım. (İngiltere’nin Avam Kamarası seçimlerinde kullanılan tek adaylı çoğunluk sistemi ya da İngilizcedeki tabiriyle firstpastthepost, yani ilk gelen koltuğu alır sistemi) Bu sistemin kuralı basittir: Ülke eşit büyüklükte seçim bölgelerine bölünür ve her parti her bölgeden aday gösterebilir. Seçmenler de listedeki adaylardan sadece bir tanesini seçer. En çok oyu alan aday o bölgeden seçimi kazanmış olur.. Bu sistem istikrarlı tek parti hükümetleri getirdiği için avantajlı gibi görünse de milyonlarca oyun çöpe atılmasına neden olduğu ve küçük partileri meclisin dışında bıraktığı için çoğunluğun temsiline izin vermez. Matematiksel eşitlik konusunda sınıfta kalır. Önemli bir oy desteğine sahip birden fazla parti, bir seçim bölgesi için yarışıyorsa –Kanada, Hindistan ve İngiltere’de olduğu gibi bir adayın kazanmak için oyların %50’sini almak gibi bir zorunluluğu yoktur, dolayısıyla oyların çoğu “kaybolur”. Bir ülkeyi, bir kenti seçimler için küçük küçük bölgelere ÇÖZÜM….. Tek adaylı çoğunluk sistemi avantajlarını korurken, yarattığı adaletsizliği önlemek mümkün olabilir mi? Bu ancak bir ölçüye kadar yapılabilir. Olasılıklardan biri, en fazla oyu alan iki aday için ikinci tur oylamanın yapılmasıdır. Bu sistem Fransa’da ve dünyanın diğer bölgelerindeki başkanlık seçimlerinde kullanılıyor. Ancak en geniş potansiyel desteğe sahip iki adayın ikinci tur seçimine kadar dayanma garantisi söz konusu olmayabilir. Söz gelimi 2002 yılında Fransa’da başkanlık seçimlerinde pek çok sol kanat adayı, sol oyları böldükleri için elendiler. Geride iki sağcı aday kaldı. Jacques Chirac ve JeanMarie Le Pen ikinci tura kaldılar. Diğer bir strateji de seçmenlerin adayları tercih sırasına gö