Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan tahirmceylan@gmail.com Son yıllarda dünyanın yakın bir zamanda yıkılacağı, bir göktaşıyla sonunun geleceği ile ilgili fanteziler üretilmeye başlandı. Plastikle gelen tehlike ve Yeşil Kimya Şimdi de “Kimya sayesinde daha rahat bir yaşam” sözünü yerine getirmeye katkıda bulunan ve kırılmaz biberonlar, büyük ekran televizyonlar gibi eşyalarda karşımıza çıkan türde kimyasallar içimize bulaşıyor... İnsanlarda arsenik ve kadmiyum gibi zehirli madenler, böcek ilaçları, alevlenme geciktiriciler ve hatta roket yakıtında kullanılan bir malzeme olan perkloratın da aralarında yer aldığı, 212 farklı türde çevresel kimyasalın izlerine rastlandı. Asıl kirlenen, çevreden çok, biz insanlar olduk... Dünyanın Yıkılma Fantezileri Bu düşünce bana şizofren hastalarda görülen dünyanın kaybolduğu fantezilerini hatırlattı. Onlar, hastalığın başladığı ilk yıllarda etraflarındaki nesnelere ilişkin bir kayıp yaşamaya başlarlar. Sanki dünya altlarından kayıyor gibidir. Bugün giydikleri ayakkabılarını yarın giyememeye, bugün düğmeledikleri gömleklerini sonraki günler yanlış delikten iliklemeye başlarlar. Hemen karşılarındaki bilgisayar başka türlü görünmeye, kitapları şekil değiştirmeye, insanlar başka türlü biçim almaya başlar. Bu muazzam bir dönüşümdür, eskiden dokundukları hiçbir şey artık eskisi gibi değildir. Kulaklarına, aşina oldukları insan, araba sesleri değil de hayali birtakım sesler gelmeye başlar. Gördükleri şeyler, gerçekte orada olmayan nesnelere ait görüntülerdir. Bu olağanüstü bir deneyimdir ve bu dünyada yaşanabilecek en büyük psikolojik depremdir. Hasta bu deneyimi yaşamaya başladığında dünyanın yıkılmakta olduğundan başka bir şey düşünemez. Biz nesnelerin bağlarıyla ayakta duran yapılarız. O bağlar kaybolduğunda artık eski yerimizde duramayız, eski biçimimizi alamayız. Son yıllarda, dünyanın artan nüfusu, her ülkede yoğunlaşan fakirlik insanları telafi edemeyecekleri nesne kayıplarına uğrattı. Kimisi eşini, kimisi işini, kimisi sevdiklerini, kimisi yurdunu, yerini kaybetti ve her insan ortada dayanaksız kalakaldı. Bu durum şizofren hastalarınkinden farklı olmakla beraber normal insanları da bir yıkım fantezisine doğru sürüklüyor. Bu tür fantezilerin yıkımın fazla olduğu Doğu Avrupa ülkelerinden çıkıyor olması ayrıca ilginçtir. Nesne ilişkilerini yitiren insanın yüzü ifadesiz bir hal alır, onlarca ifadenin kaydına sahip o yüz tamamen boş ve anlamsız bir hale gelir. Boş yüzde ortaya çıkan tikler ve majik jestlerse eski ifadelerin kalıntıları olarak boy gösterdiği kadar, ifadeyi yeniden kazanmaya çalışmanın başarısız çabasıdır da. Şizofrenlerde hastalığın ilk aşamalarında görülen dünyanın yıkılma fantezilerinin yerini sonraki aşamalarda dünyanın yeniden kurulma fantezileri alır. Kurulan bu yeni dünyada her şey olduğundan büyük, her şey sembolik ve boşluğa bağlı olarak görünür. Çünkü hastalar nedensel bağlantılar kurarak geriye doğru iz sürüp köklere ulaşacak nöronal altyapıya sahip değillerdir. Normal insanın hastadan farklı olarak yaptığı ise güvenlik duygusuyla geriye doğru iz sürüp kendine bir kök bulmak ve ona bağlanmak çabasıdır. Her kişi fantastik olarak evrenle derin bir birleşme arzusu duyar (Fenichel). Tasavvuftaki “Allah’ın varlığının yarattıklarını kapsaması” düşüncesi bunun en doğru ifadelendirilmiş şeklidir. Bu arzuyla dolu kişinin sağlıklı bir yapısı varsa nesneleri sağlam bir evren ister, yok eğer o nesneleri algılayacak düzenekleri kaybolmuşsa nesneleri yıkılmış bir evren ister ki kendi yıkımıyla paralel bir yıkım geçirmiş evrenle daha kolay bütünleşebilsin. Son yıllarda yeryüzünde insanlar için nesne yıkımı hızlandı. Onlar eskiden sahip olduklarının bir kısmını kaybettikleri gibi, önemli sayıda insan, çocukları için nesnelere özgürce sahip olunacak bir dünya hayal edemiyor. İnsan nesnesini giderek kaybediyor. Buna bağlı olarak da dünyayı kendine paralel hale getirip yıkım fantezileri içinde algılıyor. Çocuklarımızın gerçek nesnelerle bağlarını koparıp, çoğunun bilgisayar başında hayali imgelere, kahramanlara dönük yaşaması bu kopuşun dolaylı bir göstergesidir. Nesnesini kaybeden insan, şizofren hastaların yaptığı gibi eskisinden daha kuvvetli biçimde dünyanın yeniden kurulması fantezilerine geçmeye başladı. “Galaktik federasyon” gibi fanteziler düşünce egzersizlerinin baş köşesinde. İnsan, kayıplarını telafi edecek mekanizmaları kurmak konusunda oldukça beceriklidir. Bu gidişin sonunda herkesin fantastik bir nesne dünyasında yaşaması ve gerçek dünyadan kopması noktasına varması artık düşük bir ihtimal olmaktan çıkmıştır. Fenichel O. Nevrozların Psikoanalitik Teorisi.(Çev. S. Tuncer) Ege Üniv. Yay. S: 38788, 1974 4 CBT 1206/8 30 Nisan 2010 0 yıl önce nisan ayında ilk kez kutlanan Dünya Günü’nde hava kirliliği büyük kentlerin üzerine bir karabasan gibi çökmüş, su kirliliği almış başını gitmişti; DDT gibi böcek ilaçları onca olumsuzluklarına karşın o günlerde yine de kullanılmaktaydı. Ancak, Dünya Günü’nün tetiklediği çevreci hareket ve bunu izleyen birtakım önlemler sayesinde bu durum büyük ölçüde değişti. İklim değişimi uzun erimli bir tehlike olarak karşımıza dikilse de, Dünya Günü’nün 40. yılında çok daha temiz bir çevreye tanık olacağı kuşkusuz. Ne var ki, yeryüzündeki iyileşmeye karşın, bu kez de endüstriyel kimyasal üretimindeki hızlı artıştan ötürü insanlar zarar görüyor olabilirler. Bu kimyasallar kirlilik denince ilk akla gelen türde kimyasallar olmaktan çok, eskilerin “kimya sayesinde daha rahat bir yaşam” sözünü yerine getirmeye katkıda bulunan ve kırılmaz biberonlar, büyük ekran televizyonlar gibi eşyalarda karşımıza çıkan türde kimyasallar. Bu kimyasallar gündelik eşyalardan çıkıp çevreye ve en sonunda da canlı organizmalara bulaşmak gibi bir özelliğe sahip. ABD’de bir süre önce yapılan bir biyoizlem araştırması sonucunda, bu ülkenin insanlarında arsenik ve kadmiyum gibi zehirli madenler, böcek ilaçları, alevlenme geciktiriciler ve hatta roket yakıtında kullanılan bir malzeme olan perkloratın da aralarında yer aldığı, 212 farklı türde çevresel kimyasalın izlerine rastlandı. Asıl kirlenen, çevreden çok, biz insanlar olsa gerek. Bilim insanları bedenimizdeki kimyasalların saptanması konusunda ilerledikçe, minicik dozda olsa bile toksinlerin hem bizim, hem de çocuklarımızın sağlığı üzerinde çok ciddi etkiler yaratabileceğine tanık oluyor. Günümüzde kullanılan plastiklerin temel malzemelerinden olan bisfenol A (BPA) ve ftalatlar, duyarlı endokrin sistemine zarar vererek gelişimsel sorunlara yol açabilirler. Obezlik, şeker, otizm, dikkat eksikliği ve aşırı hareketlilik bozukluğu gibi, bir kuşaktır sürekli tırmanmakta olan bir dizi yeni hastalık da kimyasallarla ilintili olabilir. Ancak son günlerde giderek yaygınlık kazanan bir görüş özellikle de çocukların çevresel tehlikelere karşı duyarlı oldukları yönünde. “Toksikolojinin babası” olarak tanınan İsviçreli tıp uzmanı Paracelsus, “Zehiri zehir yapan dozudur,” diyordu. Bir başka deyişle, zehirli maddeler bile belli bir dozun altında olduğu sürece güvenli olabiliyorlardı. Endüstriyel kimyasalların ilaçlar ve haşere öldürücüler denli katı kurallara bağlanmamış olması belki de bu yüzdendi. Plastik şişe yapımında kullanılan kimyasallar insan bedenine girseler bile, bunun zarar veremeyecek denli düşük bir dozda olacağına inanılmaktaydı. Gelgelelim, biyoizleme yöntemleri geliştikçe bedene giren trilyonda bir birim (ya da olimpik bir yüzme havuzundaki bir su damlasının yaklaşık yir mide biri) gibi son derece düşük dozların bile saptanmasıyla, insanların bedenlerinde sanıldığından çok daha fazla kimyasal barındırdıkları ve kimi kimyasalların düşük dozlarda bile zararlı etkiler yaratabildikleri su yüzüne çıktı. DÜŞÜK DOZDA GARİP ETKİLER BPA gibi kimi kimyasallar çok düşük dozlarda bile garip etkiler yaratabiliyor. 1891 yılında bulunan ve 1940’lardan beri polikarbonat plastiklerin sertleştirilmesinde ve epoksi reçinesi yapımında kullanılan BPA’nın asıl sorunu, yapay bir östrojen olmasından kaynaklanıyor. BPA içeren plastikler, özellikle yıkandıkları, ısıtıldıkları ya da gerildikleri zaman ayrışıyorlar ve kimyasalın yiyeceklere ve suya karışarak insan bedenine girmesine olanak tanıyorlar. ABD’de yapılan bir araştırmada 6 yaşın üzerindeki insanların %93’ünün idrarında BPA bulundu. Yapay bir östrojen olarak BPA, tıpkı hormonlarda olduğu gibi, çok düşük dozlarda bile çok ciddi biyolojik ve davranışsal etkiler yaratabiliyor. Ne var ki, BPA endokrin sistemine zarar veren tek endüstriyel kimyasal değil. Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalar “ftalat” adıyla bilinen ve polivinil klorür (PVC) plastiklerin yumuşatılmasında kullanılan kimyasalların da, hormonlara zarar verdiğini gösteriyor. İnsanlar üzerinde yapılan araştırmalar sayıca pek fazla olmamakla birlikte, bunların birçoğu kaygı verici birtakım bağlantıları gözler önüne seriyor. YEŞİL KİMYA Yüksek düzeyde ftalat ve endokrin sistemine zarar veren öteki kimyasalların kızlarda göğüslerin erken gelişmesine (meme kanseri açısından olası bir risk faktörü) yol açtığı görülürken, erkeklerin idrar yolunda düzeltilebilir bir biçim bozukluğu olarak ortaya çıkan hipospadias hastalığının son zamanlarda tırmanışa geçmesinde de etkili olabilir. Aldığımız, sattığımız, kullandığımız hemen hemen her şeyin temelinde kimyasallar yatıyor. Çağdaş yaşamın ana malzemelerini yenileriyle değiştirmenin son derece zorlu, bir o kadar da maliyetli bir girişim olacağı kuşkusuz. Hükümetlerin daha akıllı kurallar uygulamaları da, iyi bir çözüm olmayabilir. BPA yasaklansa bile, daha iyi bir başka seçenek olmadığı sürece bu çözüm hiçbir işe yaramayacaktır. Bu yüzden her koşulda kazançlı çıkacağımız bir çözüme gerek var. Kimyasalların tehlike riskinin başından itibaren en düşük düzeyde tutulacağı biçimde tasarlandığı yeni bir dal olan “yeşil kimya”, bize bu tür bir çözüm sunabilir. Bir uygulamadan çok düşünce boyutundaki yeşil kimya yalnızca toksik olmayan ürünler değil, aynı zamanda geriye tehlikeli atıklar bırakmayan ve daha az enerji harcayan ürünler geliştirmeyi hedefliyor. Ancak, yeşil kimya günlerine geçebilmemiz için daha epey bir yol kat etmemiz gerektiği görüşüne hemen hemen herkes katılıyor. Rita Urgan, Kaynak: Time, 12 Nisan 2010