27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Bize Neden Gelişmekte Olan Ülke Diyorlar? Türkiye’de yetişmiş fakat yabancı ülkeleri tanımak fırsatını bulmuş ve özellikle yabancı dil bilen pek çok Türk, kendinin Avrupalı ya da Amerikalılardan daha az gelişmiş olduğunu kabul etmez. Ve bunda haklıdır. G elişmemişlik kişi temelinde değil, toplum temelinde bir değerlendirmedir. İnsan sevgisi dolu, hoşgörülü, haksever ve bilgili insanlar dünya toplumlarının hepsinde vardır. Birbirleriyle yarışmadan, almanaklara, ansiklopedilere ve medyatik başlıklara konu olmadan yaşar ve çevrelerini aydınlatırlar. Gelişmemiş ve gelişmekte olan sıfatları, sömürücü kapitalizmin paradan başka ölçütü olmayan etiket takma yönteminin yarattığı kalıplardır. Bu yöntemin insanların gelişmesi ile değil, sömürülmesi ile ilgisi olduğunu daha önceki yazılarımda vurgulamış olmalıyım. Gerçi çok hassas olmasa da, sayısal karşılaştırmalar değişik alanlardan alınınca aydınlatıcıdır. Adam başına gelir açısından AmerikaÇin oranı 47920/4170 yani 11/1 dir. (Sayılar Economist’in yayımladığı The World 2010 den alındı.) Fakat piyano öğrencisi sayısı açısından Çin/Amerika 6/1 oranındadır. Karşılaştırma nüfusa oranla bile yapılsa Çin/ABD 115/100 daha ileridedir. Demek ABD’ye kıyasla 11 kat daha az zengin olmasına karşın, Çin daha çok piyanist yetiştirmektedir. Kısaca gelişmişlik parasal ölçütler dışında değerlendirildiği zaman, başka ölçütler değişik değerlendirmelere olanak verir. Zenginliğin her alanda olanakları arttırdığı bir gerçek. Ne var ki toplumsal önceliklerin seçimi parasal olanaktan daha önemlidir. Ortalama dünya bilinci düzeyinde sürüp giden çağdaşlık ve uygarlık savaşı bizim insanlarımızın başlarının üzerinden geçiyor. Gelişmemişlik bu durumun adıdır. Gelişmemişliğin toplumların politik olarak taşıdıkları demokratik rejim yaftalarıyla da ilgisi yok. Geri kalmışlık ve gelişmemişlik toplum nüfusunun genelinde çağdaşlık bilinci, kurumlaşmış bilgi donanımının yaygınlığı ve yoksulluğun derecesi ile ilgilidir. Dünyanın gelişmiş denilen toplumlarının ortak olarak vardıkları ve dünyaya da kabul ettirdikleri bazı standartlar var. Her şey bu standartlara uymasa bile bunlar ulaşılmaya çalışılan değerlerdir ve bir toplumun uluslararası skaladaki konumu sayısal karşılaştırmalara dayandığı zaman daha inandırıcı olmaktadır. Bu standartlara ulaşmak için yasal görünüşlü oyunlar oynayanlar politikacı denilen sı nıfsız kalabalıktır. Tümü ülkelerini, evrensel bir concensus ile varılan demokrasi ile yönettiklerini iddia ederler. Komünistler de demokrat, Hitler de demokrat, Ahmedinecad da demokrat, Bush da demokrat, AKP de demokrat, Berlusconi de demokrat, vb. Ne var ki bu sözcük, çağın en belirsiz yalanlarından biridir. Çağımızın genel karakterini de simgeler. Demokrasi ilginç bir sistemdir. Örneğin halkın yarısı oy vermez. Geri kalanın %50’si yani tümel sayının %25’ini alan büyük zafer kazanıp nüfusun %25’i %75’e hükmeder. Buna çağdaş dünyada hâlâ nasıl demokrasi dendiğini anlamak zordur. Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkeler hemen hemen hiçbir çağdaş standarda ulaşmış değiller. Fakir oldukları kadar bilim, sanat, düşünce, sanayi, üretim, eğitim, sağlık akla gelen her çağdaşlık ölçütünün en alt düzeylerinde yaşıyorlar. Türkiye kendi kategorisinde üst düzeyde bile olsa gelişmiş ülkelere göre çok gerilerdedir. Büyük başarı gösteren insanlarımız var. Başarı o insanların evrensel bilgi ve iletişim ağına katılmasıyla gerçekleşiyor. Bir bilim adamımız, bir film prodüktörümüz, bir sanatçımız dünya üretimi ile bir ortamda buluşuyorlar. Türkiye toplumu henüz kendi potansiyeli ile bunları yetiştirmiyor. Onlar bizim ara sıra açan çiçeklerimiz. Gelişmemişlik parasal ölçütlere vurulduğu zaman hiçbir anlama gelmiyor. Türkiye’nin İran ya da Mısır’a üstünlüğü adam başına düşen ulusal gelirle değil, insan ve kadın öğesinin çağdaş standartlara daha yakın olmasından kaynaklanıyor. Ülkeye vurulan gelişmemişlik damgasının içeriğini saptamak için sayısal ölçütleri zekice kullanmak zorundayız. Eğer ulaşmak için yırtındığımız kapitalist gelişme çıtasına ulaşamıyorsak, bunun içeriğini halka açıklamak gerek. Örneğin Türkiye’nin ortalama 9000 dolar diyebileceğimiz adam başına yıllık gelirin asgari ücretle çalışanlar için ne anlama geldiğini sayısal olarak bilinçlendirmemiz gerekir. Ayda asgari ücretin üzerinde 900 TL. alan iki çocuklu bir işçi ailesi varsayalım. Bu ailenin üyelerinin adam başına yıllık geliri 1300 dolardır. Türkiye’de 5 000 000 aile bu nitelikte ise 20 milyon kişinin adam başına geliri de 1300 dolardır. Eğer istatistikler doğru ise adam başına 9000 1300=7700 dolar 20 milyon kişi için yılda 154 milyar dolar eder. Demek ki bu para başka şekilde dağıtılmaktadır. Eğer olağanüstü dış borçların ödenmesine, eğitime, sağlığa bilimsel araştırmalara, altyapı yatırımlarına gidiyorsa, bu olumlu bir seçim varsayılabilir. Eğer lüks gökdelen yapanlara kredi olarak dağıtılıyorsa ya da önceliksiz yatırımlar için kullanılıyorsa, bunlar kuşkusuz tartışma konusu ve ülkenin geleceğini zora sokan harcamalardır. Kısaca adam başına ulusal gelir sayısı içeriği olmayan, soyut bir işarettir. Hesaplama kriterlerine göre de kolayca değişir. Ama bir işçi evine giren para, kesin bir gerçektir. Ulusal gelirin halkın yararına kullanılması bir temel gereklilik olduğuna göre, bunu sağlık bağlamında Fransa ile bir karşılaştırma yaparak irdeleyelim. Fransa’da sağlığa ayrılan para ulusal gelirin %10.2’sidir. Türkiye’de %5.7 imiş. Fransa’nın yıllık geliri Türkiye’nin ortalama dört katı. İnsan başına ortalama iki kat fazla para harcıyor. Nüfusu da bizden %14 daha az. Bu katsayılarla çarpınca Fransa, Türkiye’ye göre sağlığa adam başına 11.5 kat fazla para harcamaktadır. Böylece adam başına ulusal gelir farkı sadece 4 kat iken, sağlık alanında Fransız Türk’ten 11.5 kez daha iyi durumdadır. İşte uygarlık ve gelişmişlik ve çağdaşlık farkı burada somutlaşmaktadır. Adam başına ulusal gelir kavramı, belki Türkiye’yi sömürmenin bir bileşenidir. Bu gelirin, sağlığa, eğitime, bilime ve araştırmaya ayrılan bölümleri bir anlam taşır. Gelişmiş toplumlar bu bağlamda Türkiye’den daha ilerde olan, daha bilinçli ve daha iyi eğitilmiş toplumlardır. İstatistikler insan bazında irdelendiği zaman, insanlara kendi toplumları hakkında iç açıcı olmasa da, aydınlatıcı gerçekler öğretirler. İslam dünyasındaki görece iyi ekonomimiz Türkiye toplumun geri kalmışlığını gözden saklayamıyor. Türkiye’nin araştırmaya %1 bile para ayırmadığını, birçok sosyal ve bilimsel konularda, gelirine göre layık olmadığı düzeylerde olduğunu, bunun temelde toplumsal cehaletin sonucu olduğunu ve bu saptamaların geleceği karartan boyutlar olduğunu vurgulayan benim gibi, pek çok insan var. Umut edelim ki anlayanlar da giderek artsın. Batı sömürebildiği sürece, geri kalmış bir ülkenin demokrat olması ya da olmamasıyla, ya da ülkenin %30’unun okuma yazma bilmemesiyle ilgilenmiyor. Kendi ülkesindeki özgürlük, eğitim ve sağlık standartlarının yokluğuna da aldırmıyor. Kapılarını ekonomik sömürüye açık tuttukları sürece Mısır, Türkiye, Pakistan, Endonezya, Fas gibi İslam ülkeleri ayrıcalıklı müşteri statüsündeler. Fakat ekonomik alan dışında, Batı’nın bize karşı davranışlarında ancak düşmanlık terimi ile tanımlanabilecek boyutlar var. Kıbrıs, Ermeni ve Kürt sorunlarında bunu anlamamak, Türkiye’nin dengesiz kalmasını bir politik araç olarak kullananların dost olduğunu söylemek anlamsızdır. Bu terane dil pelesengi olduğu zaman, bir budalalık ya da kötü niyet gösterisi olur. Ve içi boş ekonomik endekslerle de avunulamaz. Çizgisel Doç. Dr. Halis Dokgöz Türk Tabipleri Birliği Yayınları tarafından yayımlanan Doç.Dr.Halis Dokgöz’ün 25 yıldır çizdiği karikatürlerden oluşan “ÇİZGİSEL” karikatür kitabı çıktı. Önsözünü Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Gencay Gürsoy’un yazdığı kitapta ayrıca Brezilyalı ünlü çizer Carlos Amorim, Tan Oral, Raşit Yakalı, Hüseyin Çakmak, Almanya’dan Don Quichotte Dergisi editorü Erdoğan Karayel, İsviçre’den Dünya Sağlık Örgütü’nde çalışan Doç. Dr. Ümit Kartoğlu, Psikiyatrist yazar Dr. Kaan Arslanoğlu, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof.Dr. Oğuz Polat, Prof.Dr. Sermet Koç, Prof. Nadir Arıcan ve Yrd. Doç.Dr. Muhammet Can’ın ka rikatürler üzerine değerlendirmeleri de yer almaktadır. Kitap, Dokgöz’ün 1985’den beri çizdiği karikatürlerden bir seçki niteliği taşıyor. Karikatürler daha çok tıp, sağlık ortamı, hekimhasta ilişkileri, insan hakları, çocuk hakları, çevre gibi toplumsal yaşama ilişkin geniş bir perspektiften bakıyor. Renkli kuşe kâğıda baskılı kitap çizerden ve Türk Tabipleri Birliği’nden temin edilebilir. Telefon: (0 312) 231 31 79 eposta: ttb@ttb.org.tr Halis Dokgöz, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi. İlk karikatürü 1985’te “Kılçık” dergisinde yayımlandı. Daha sonra Gırgır, Limon, Çarşaf, Gümgüm, Akrep (Kıbrıs), Hallo (Almanya), Cumhuriyet, Bulvar, Bizim Gazete, Milliyet, Birgün ve Sabah gibi pek çok gazete ve dergide karikatürleri yayımlandı. Pek çok ulusal ve uluslararası yarışmaya katıldı, 12 ödül aldı. Ortak ve karma sergilere katıldı. 1989’da “Güneşin Girmediği Yere” adlı ilk albümünü yayınladı. Tayfun Akgül CBT 1206/2 30 Nisan 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle