02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sosyal Ekoloji : ‘IN’ Çevre (cilik) : ‘OUT’ Prof. Dr. Erdoğan Yaşlı, (Emekli Öğr.Üye) Selçuk Üni. [email protected] Üniversitelerin bilimsellik sıralaması İrfan O. Hatipoğlu Mustafa Kemal Üniversitesi ([email protected]) K CBT 1240/ 18 24 Aralık 2010 elimeler, kavramlarından türer. Toplumun iç dinamikleri ile oluşan kavramlar, kelimeler aracılığı ile yaşama katılır. Hayatın ve bilimin doğal akış süreci içinde kendilerine varlık alanı yaratan kelimeler, daima anlamlar dünyasında içeriği sağlam kavramlar ile özdeşleşmişler ve kalıcı olmuşlardır. Ancak, küreselleştirilen dünyada “Kapitalist” emperyalizminin, Türkiye gibi ülkelere ihraç ettiği kelime gruplarını ve türevlerini (!) incelediğimizde, özgün kavramların içinin boşaltıldığını görürüz. Örneğin; Siyasal İslam, “Ilımlı çevrecilik”, “Siyasal çevrebilim” gibi uyduruk, garip söylenceler de, sanal gerçekler üzerine temellenen bu kavram imalat bandında şekillenir ve “minarenin kılıfı” olarak, dışarıdan topluma şırınga edilir. Ekoloji “Çevrebilim” tartışması, yalnızca terimsel ya da Türkçeleştirme kaygısıyla ortaya çıkmış olmaktan çok, kavramları algılayıştaki farklılıktan ileri gelmektedir. Ekolog Dr. Çağatay Tavşanoğlu’na göre; sosyal bilimlerde çoğu kez Ekolojinin doğa bilimlerinden farklı anlaşılması sonucunda, Ekolojinin kavramları; insan merkezli yaklaşımlarla ve kalkınmacı, Neoklasik bir iktisat paradigması ile özdeşleştirilmektedir. “Çevrebilim” olgusu da; Ekolojinin ruhuna aykırı olarak, bu insan merkezli yaklaşım temelinde kendine yer bulmaktadır. Bazı sosyal bilimcilerin ısrarla kullandığı “Çevrebilim” olgusu ile kastedilen, tam olarak Ekoloji bilimi ya da “çevre bilimleri” tamlaması değildir. Savunucuları tarafından, Ekoloji ve çevre bilimlerinin yöntem ve ilke ortaklığının sağlanmasıyla birleştirilmesinden oluşan bir bilim dalı olduğu ileri sürülen “Çevrebilim”‘, aslında yalnızca düşsel ve makyajcı bir bilim dalı olmaktan öteye gidememektedir. Çünkü Ekolojiyi ekoloji yapan, yöntemsel ve ilkesel anlamda çevreyle ilgilenen diğer bilim ve sosyal bilim dallarından farklı olarak, bütüncü yöntem yaklaşımını kullanmasıdır. Dolayısıyla, Ekoloji ve çevre bilimlerinin, tek ve tekil bir potada toplanarak, salt “Çevrebilim” olarak adlandırılması, Ekolojinin sahip olduğu yöntemsel ve yorumsal avantajların ve varlık alanının da ortadan kalkmasına yol açabileceği gibi, insan merkezli bir yaklaşımın Ekolojinin içine sokulmasıyla, ekolojinin yozlaşması, ”mallaşması” tehlikesini de beraberinde getirecektir. Ekoloji, çevrebilime indirgenemez. İndirgenirse “o şey”, Ekoloji olmaz. Çevremizdeki her nesne, bilimin konusu olabileceğine göre, ayrıca bir “çevre bilim”ine gerek de yoktur. Bu olgu olsa olsa, kendine münhasır siyasi bir projenin, program eklerini de içeren “totolojik” bir toplamıdır. Sosyal bilimler alanında görülen bu aksak tanımlamalar ve yaklaşımlara ek olarak, doğa(l) bilimleri alanında da, Ekolojiye bir bilim olarak karşı olan ve muhtemelen Ekolojinin olgulara yaklaşım biçiminden kaynaklanan bazı olumsuz görüşlere de rastlamaktayız. Ancak, bu liberal tercihlerin, en azından şimdilik, sosyal bilimler alanındaki kadar keskin bir şekilde ifade edilmesi zor görünmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri, olasılılıkla, doğa bilimleri alanında hâkim olan ekolojist yaklaşımların, bu liberal görüşlere karşı güçlü bir direnç oluşturabilme potansiyelinin olmasıdır. Sosyal bilimlerde ise, bu direncin, son yıllarda, konu hakkında ekolojist yaklaşımlar içeren yayınların etkisiyle giderek artması da, doğa bilimcileri açısından sevindiricidir. Özellikle, Tahir Çalgüner ‘in geçen sonbaharda çıkan “Çevre mi ?! Ekoloji mi?” adlı kitabında yer alan, Can Hamamcı’nın “Çevrebilim” olgusunu savunan kitabına yönelik eleştirilerde; zaten kalkınmacı bir paradigmanın kılıfı olan “Çevrebilim” pilavının aksaklıkları ve ortaya çıkardığı arkaik sorunlar, ayrıntılarıyla işlenmiştir. 1950’lerin Amerikası’nda yayımlanan, “Kahve mi? Çay mı? Hostesi mi?” adındaki, meşhur müstehcen kitabın, halen daha etkisinde kalmış bazı nevi şahsına münhasır, antiekolojik kıvamda “Kahve” tiryakisi, çevre hukukçularının; şimdilerde, Doğu Karadeniz HES’lerinin baş müellifleri olan Çevre Bakanı’na; Trabzonlu hemşerilerinin de Trabzon Belediyesi’ne “Yılın Çevreci Başkanları” ödülü vermeleri, kendilerinin demokratik –sübjektif tercihlerini (beğenilerini) göstermektedir. Bu zihniyet, Karadeniz “çay”larını, derelerini, sularını yadsımaktadır. Neyse ki; en azından TDK’nin ve akademisyenlerimizin başarılı çalışmaları ve ortak kararı ile Ekoloji kelimesine en azından sözlükte sahip çıkıldı ve “çevre” kelimesi ile kavramsal ve biçemsel farkındalığı tescil edildi. 150 yıllık Ekoloji kuramının bir canlı varlık olarak; bir dilinin, ağzının ve bir biliminin olduğunu da böylelikle algılamış olduk. Bilimsel (objektif) tercihlerimizi de “Sosyal Ekoloji”den, “Ekolojik Ekonomi”den, “Çay” dan, derelerinden, Ekoloji ile empati içinde kalkınan… “Önce Türkiye’sinden ..ve sularından yana yaptık. “Bir bardak su” saflığında ve teşekküründe… lütfen ve tercihen! Ü niversitelerin bilimsel anlamda gelişmişlik sıralaması yapılırken öğretim üyesi başına yayımlanan makalelerin sayısı önemli bir ayrıntı olarak ele alınır. Bu nedenle Yüksek Öğretim Kurumu tarafından açıklanan yayın sıralamaları sürekli tartışma yaratır. Yapılan tartışmanın özünü yeni kurulan üniversitelerin fiziki, akademik ve bilim üretmeyi uygun altyapısı olmadan bilimsel yayın değerlendirilmesinde öne çıkmaları oluşturur. Bu yıl da yayımlanan üniversitelerin bilimsel yayın sıralaması gerçekçi bulunmadı. Açıklamada üniversitelerin uluslararası bilimsel yayın koşullarına (SCI, SSCI, AHC) göre 2008 yılında değerlendirilmeye alınan 114 üniversitede 22 bin 592 makale yayınlanırken, 2009 yılında değerlendirilmeye alınan 125 üniversitede 25 bin 46 bilimsel makale yayımlanmış. Bilimsel yayın sayısında İstanbul Üniversitesi 1338 yayınla birinci olurken, öğretim üyesi başına düşen yayın bakımından Ardahan ve Adıyaman üniversiteleri ilk iki sıraya almışlar. Bu sonucun alınması için Yüksek Öğretim Kurumu’nun değerlendirme yaparken ‘bilgi kirliliği’ yaratarak yerel üniversiteleri kayırdığını, üniversiteler hakkında kamuoyunun yanlış yönlendirildiği ortaya çıkıyor. Üniversiteler değişik yönleri ile sürekli tartışılır. Nedense kamuoyu, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları üniversitelerin bilim üretme ve bilimi nasıl aktardığı konusunda tartışmazlar. Oysa bilim üretmek ve bilimi aktarmak üniversitelerin ana görevleridir. Bugün üniversiteler bilim üretmekten uzaklaşmış, çözümleyici ve araştırıcı gençler yetiştirmek yerine meslek elemanı yetiştirir noktaya gelinmiştir. Özellikle son 8 yıl içeresinde her ile bir üniversite açılması ve öğrenci sayısının hızla artması üniversiteleri “meslek lise” düzeyine indirmiştir. Üniversiteler arasında gelişmişlik açısından değerlendirme yapılırken bilimsel yayın, bilgi üretme, öğrenci yetiştirme ve kamusal görevlerini yerine getirme açısından iki ana gruba ayrılmalıdır. Birinci grup üniversiteler kuruluşları eski, akademik kadroları yerleşmiş, entelektüel kapasitesi yüksek ve bilim üretmeyi uygun altyapıya sahip olanlar. İkinci gruba da yeni kurulmuş, akademik kadrosu ve fiziki altyapısı olmayan üniversiteleri almalıyız. Bu ayrıma gitmediğimiz sürece ikinci grup üniversitelerimizin de gelişmiş üniversite düzeyinde olduğunu ortaya koymak için Yüksek Öğretim Kurumu bilgi kirliliği yaratacak, kayırıcı bilimsel değerlendirmelere girmek zorunda hissedecektir. YEREL ÜNİVERSİTELER İkinci grup üniversiteler genel olarak “yerel üniversite” olarak tanımlanıyor. Yerel üniversiteler evrensel üniversite kurma ilkeleri dikkate alınmadan yerel siyasi güçlerin, esnaf odalarının ve değişik çıkar gruplarının istemleri sonucu kuruldu. Bu üniversitelerimizin öncelikle yerleşkeleri yoktur. Okullar kuruldukları şehrin değişik noktalarındaki iş hanlarında, terk edilen ilkokul binalarında ve büyükçe olan liselerin üst katlarında eğitim veriyor. Eğitim hizmetlerinin niteliğini arttırıcı teknoloji yatırımlar yetersizdir. Üniversitelerin olmazsa olmazı kütüphane hizmetleri yasak savmacı anlayışla yürütülüyor. Öğretim elemanı bakımından içinde bulundukları durum daha da dramatiktir. Yerleşik öğretim üyesi yoktur. Olanlarda öğrenimlerini yeni tamamlamış Yrd. Doçentlerdir. Genç bilim insanları üniversitelerin entelektüel havasına solumadıkları ve bilim insanı olmanın ağırlığını üzerlerinde hissetmediklerinden yerel siyasetçilerin, belediye başkanlarının, valilerin ve rektörlerin etkisi altında kalarak evrensel bilim insanı olmaktan uzaklaşıp ‘yüksek öğretmen’ konumuna geliyorlar. Yerel üniversitelerde bilim üretilebilir mi? Bilim üretmek zor bir iştir. Uzun soluklu bir çalışma, güçlü teknolojik altyapı, yetişmiş yardımcı eleman ve bilim insanının çalışacağı bol zaman olmalıdır. Yerel üniversitelerde saydıklarımızın hiçbiri yoktur. Öğretim üyesinin çalışma yapabileceği zaman dilimi sınırlıdır. Ders yükleri çok fazla ve ilgili/ilgisiz tüm dersleri vermektedirler. Üniversitede bilim üretmek için altyapı ve yetişmiş yardımcı eleman yoktur. En kötüsü genç bilim insanları zaman içinde düşünce olarak yerelleşmekte, bencilleşmekte ve çalışma gizil gücünü kaybetmektedirler. Yerel üniversitelerin bilim üretmesi mümkün değildir. Yüksek Öğretim Kurumu tarafından yapılan bilisel yayın sıralaması da gerçekleri yansıtmıyor. Yerel üniversiteleri bilim üretir, nitelikli öğrenci yetiştirir noktaya getirmek için uzunca süre gelişmiş üniversitelerin içine alınmalıdır. Bunu yapmazsak yerel üniversitelere saygınlık kazandırmak, öğrenci bulmak için bilim kurumlarına hiç yakışmayan değişik oyunlara başvurmak zorunda kalacağız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle