02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Başka ülkeler, ekonomilerini toparlayıp gelişmelerinin önünü yeniden açabilmek için her şeyi inceden inceye araştırıyorlar; ona göre hareket ediyorlar... Keşke bizler de öyle yapabilseydik... Benim Ülkem Neyle Meşgul? Bilim, teknoloji ve yenilik politikalarıyla ilgili araştırmalar yapan ulusal ve uluslararası kuruluşların yayınlarını elimden geldiğince izlemeye çalıştığımı okuyucularım bilir. Eksik olmasınlar, ülkemizin özellikle enerji, sanayi ve tarım meseleleri üzerinde kafa yoran dostlar da yaptıkları ya da haberdar oldukları çalışmalardan beni de haberdar eder. İsterdim ki, bu çalışmalarda yer alan görüşlerden, başka ülkelerin yönelimlerinden daha fazla söz edebileyim; bunları tartışalım; ülkemiz için işe yarayabilecek somut önerilerin üretilmesine karınca kararınca da olsa birlikte katkıda bulunabilelim. İşte size, örneğin OECD’nin son yayınlarında ele alınan konulara ilişkin bir özet: OECD ülkelerinin başlattıkları, çevreyi kirletene, bedelinin ödettirilmesini amaçlayan vergi uygulamaları, çevre sorunlarının çözümüne ne ölçüde katkıda bulunabilir? Bu vergiler,‘yeni, temiz teknolojilerin geliştirilmesi, benimsenip uygulanması’ demek olan, ‘çevresel yenilikçiliği (ekoinovasyon)’ teşvik işlevi görüyor mu? Taxation, Innovation and the Environment başlıklı rapor bu konuyu ele alıyor; Japonya, G. Kore, İspanya, İsveç, İsviçre, Birleşik Krallık, İsrail vb. ülkelerdeki uygulamaların sonuçlarına dikkatimizi çekiyor. Paying for Biodiversity: Enhancing the CostEffectiveness of Payments for Ecosystem Services başlıklı raporda da, aynı konu, ‘biyoçeşitlilik’ temel alınarak inceleniyor... ‘Eğitimde teknolojik yenilikçilik’ konusu, ülkenin ana sorunlarına kalıcı çözümler getirmeyi öngören sistemik bir yaklaşımla ele alınsa, çok daha fazla fırsat eşitliği sağlayacak, herkese daha kaliteli eğitim sunabilme imkânlarını arttıracak, daha etkin bir eğitim sistemi kurulabilir mi? Bu nasıl olur? Inspired by Technology, Driven by Pedagogy: A Systemic Approach to TechnologyBased School Innovations başlıklı rapor bunu irdeliyor... Teknoloji alanındaki yeni bazı girişimlerin on yıldan biraz fazla bir zamanda, ‘startup’ konumundan iş âleminin zirvelerine tırmanmada gösterdikleri başarı, yüksek büyüme hızına sahip bu firmalarda belirleyici olan faktörün yenilikçilik olduğunu gösterdi. Yenilikçilik yanında, özellikle, yeni iş alanları yaratma konusunda gösterdikleri beceri de, bu firmaları, yenilik politikalarıyla uğraşanların ilgi odağı haline getirdi. Hükümetler, yüksek büyüme hızına sahip daha çok firma yaratılabilmesi için nasıl bir politika izlemelidirler? HighGrowth Enterprises: What Governments Can Do to Make a Difference başlıklı rapor, bu soruya yanıt bulunabilmesi için, iki yeni araştırmanın bulgularını gözler üzerine sermektedir. Bunlardan birincisi, konuyla ilgili olarak 15 ülkede (Avustralya, Brezilya, Kanada, Şili, Çek Cumhuriyeti, Finlandiya, Fransa, İtalya, Japonya, Meksika, Hollanda, Portekiz, İspanya, İsviçre ve Tunus) yapılan araştırmada ortaya çıkan ilginç bulgulardır. Diğeriyse, OECD’nin KOBİ’ler ve Girişimcilik Çalışma Grubu’nca yürütülen araştırmanın sonuçlarıdır... Bu araştırmada, 24 ülkede uygulamaya konan, yüksek büyüme hızına sahip firmaları desteklemeye yönelik 340 program gözden geçirilmiştir. Başka ülkeler, sıraladığım yayın örneklerinden de görüldüğü gibi sorunlarını çözmek için çeşitli tedbirler almışlar; bununla da yetinmeyip, aldıkları tedbirlerin sonuçlarını irdeleyerek gerekli düzeltmeleri zamanında yapabilmenin peşine düşmüşler. Kısacası, ekonomilerini toparlayıp gelişmelerinin önünü yeniden açabilmek için her şeyi inceden inceye araştırıyorlar; ona göre hareket ediyorlar... Keşke bizler de öyle yapabilseydik; ama ne mümkün! Benim ülkem bugün sadece üniversitedeki çocukları dövmek, siyasî iktidarı elinde tutanların nabzına göre şerbet verecek rektörler üretmek, aynı iktidar sahiplerinin kurmayı düşledikleri ebedi nizama uygun kafada erkek ve kız çocuklar yetiştirebilmenin altyapısını hazırlamakla meşgul... Tabii, o nizam kuruluncaya kadar, bütün kız çocuklarımız ve kadınlarımızın başlarının nasıl türbanlanacağının yol ve yordamını tartışmakla da... Haksızlık etmeyeyim; bir de hemen her gün kültürel zenginliğimiz üzerine yeni bir çözümsüzlük üretmekle... Sıçanlar konusunda bilmediklerimiz Norveç sıçanı olarak da bilinen kahverengi sıçan (Rattus norvegicus) ile onun daha akrobatik Asyalı kuzeni kara sıçan (Rattus rattus) gemilere gizliden gizliye sızma becerileri sayesinde dünyanın hemen hemen her köşesine yayılabiliyorlar. Kraliçe Viktorya’nın sıçan avcısı Jack Black, 19.yüzyılın ortalarında kahverengi sıçanın farklı renklerde türlerini yakalayıp evcilleştirdi. Bu evcil hayvanları büyük bir hevesle sahiplenenlerin arasında kıraliçenin kendisi ve söylentilere bakılırsa dünyaca ünlü çocuk öyküleri yazarı Beatrix Potter de vardı. Sıçanların ön dişlerinde yılda 1013 santimetre kadar bir uzama meydana gelir. Sıçanlar beton, tuğla, ahşap, kurşun boru ve öteki küçük hayvanlar dahil, önlerine çıkan her şeyi kemirdiklerinden ön dişleri sürekli olarak aşınır. Dişi bir sıçan altı saatlik alıcılık süresi içinde farklı erkeklerle yaklaşık 500 kez çiftleşebilir. Dişi sıçanlar yılda yaklaşık 15 kez bu tür bir alıcılık döneminden geçerler. Öyle ki, çiftleşmelerinin denetlenmemesi durumunda kahverengi sıçanlar yılda 2000 kadar yavru dünyaya getirebilirler. (Bir sıçan üç dört aylıkken cinsel olgunluğa ulaşır.) Sıçanın ortalama yaşam süresi iki üç yıldır. Sıçan üç gün boyunca suda kalabilir ve tuvalet sifonunun üzerine çekilmesi durumunda da yaşamını sürdürebilir. (Dahası, aynı yolu izlemek suretiyle binaya geri dönebilir.) ABD’de kişi başına yaklaşık bir sıçan düşmektedir. Sıçanların tümü insanlara yakın yaşamaz. Bilinen 56 sıçan türünün birçoğu bataklık ve yağmur ormanları gibi alanlarda yaşıyor ve kimi türlerin soyu, ne yazık ki, giderek tükeniyor. Hindistan’ın Deshnoke bölgesinde yer alan ve sıçan tanrıçası Karni Mata’ya adanan tapınak içinde 20 bini aşkın sıçanı barındırıyor. Çok sayıda insan Karni Mata ve klanının reenkarnasyonu olduğuna inanılan farelere saygılarını göstermek için binlerce kilometre yol kat ediyor. Hayvan Davranış Biçimleri Derneği’nin kurucusu Martin Schein tarafından yapılan bir araştırmaya göre, kentlerde yaşayan kahverengi sıçanların en sevdikleri yiyecekler arasında sahanda yumurta, peynirli makarna ve haşlanmış mısır gibi yiyecekler bulunuyor. Abur cubur yiyeceklerden daha beter olamaz ya! Sıçanlar sırf besin değerinden ötürü kendi dışkılarını da yiyorlar. Ulusal Sağlık Enstitüleri tarafından kısa süre önce yapılan bir araştırma kalori tüketimini azaltmanın sıçanların yaşam sürelerini uzatabileceğini ortaya koymaktaydı. Bu durumda, onları olabildiğince beslemek akıllıca bir çözüm olsa gerek. Haziran 2006’da Kaliforniya’nın Petaluma bölgesindeki hayvan kurtarma görevlileri Roger Dier’i binden fazla kahverengi sıçanın bastığı tek odalık evinde buldular. Sıçanların çoğalma süreci takıntılı koleksiyoncunun evinde yetiştirdiği piton yılanına yedirmeyi tasarladığı yavru sıçana acımasıyla başladı. 19. yüzy ı l d a Londra’nın en gözde sporlarından biri olan sıçan dövüşünde yüzlerce sıçan bir adam ya da köpekle yarıştırılıyordu. 1862 yılında, Jacko adlı yaklaşık 6 kilo ağırlığındaki bulteriyer türü köpek 5 dakika 28 saniye içinde 100 sıçan öldürerek rekor kırdı. Sıçanlar yaklaşık 15 metre yükseklikten bir yerlerini zedelemeden atlayabilirler. Çin astrolojisine göre 1912, 1924, 1936, 1948, 1960, 1972, 1984 ya da 1996 yılında dünyaya gelenler fare burcundan sayılıyor ve bu burçta doğanların kıvrak zekâlı, üretken ve bir bakıma kokoş olduklarına inanılıyor. Sıçanlar terlemezler; beden sıcaklıklarını kuyruklarındaki kan damarlarını daraltıp genişletmek suretiyle dengede tutarlar. Sıçanların insanlara viral hemorajik ateş, veba, Weil hastalığı ve Balkan gribi gibi ölümcül etkiler yaratabilen çeşitli hastalıkları bulaştırdıkları biliniyor. Öte yandan, insanın sıçandan kuduz kapması son derece ender görülen bir durum. Sıçanların safrakeseleri ya da bademcikleri yoktur ama göbek delikleri vardır. İsteyen var mı? 2006 yılında Tel Aviv Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı sıçanların sinir hücrelerinden oluşan bir beyin yongası ürettikleri haberini dünyaya duyurdu. Rita Urgan, kaynak: Discover CBT 1239/ 6 17 Aralık 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle