24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI masına; bu da Türkiyenin bir “akademik cazibe merkezi” olmasına yarayabilir. Büyük Türk üniversiteleri hacimsel, rakamsal, fiziksel ve akademik olarak küçülerek uzmanlaşacak; bu sayede kimlikleri ve bilim iddiaları netleşecektir. Yakın gelecekte Türkiye’de bilim iddiaları ile kimliklenen Barkan 3: 1922 yaş grubu nüfus artış hızının negatiflere düşeceği öngörülüyor. “üniversite bölgelerinden” söz ediyor olabileceğiz. Üniversiteler arasındaki akademik rekabetin şiddetlenecek olması, bir dizi yeni fırsatı doğuracaktır. Devlet ve vakıf üniversitelerinin sayısı artacak, ancak talep görmediği için kapanan üniversiteler de olacaktır. Türk üniversitelerindeki uluslararası bilim insanlarının ve öğrencilerin sayısının artacağını öngörmek hayal değildir. Nitelikli bilim insanlarının ve öğrencinin değeri de bu gelişmeler koşut olarak artacaktır. Uluslararası başarı sıralamasında yer alan Türk üniversitık bir üniversitesi ve hızla kurumsallaşan bir altyapısı telerinin sayısı artacağından uluslararası kalite sıvardır. ralamasındaki yerleri yükselecektir. Batılı üniversiteler talebi çağırmak yerine talebe gidiyor: AB hükümetleri %14’lük yerli talep için finansal desteğini kısıyor. İngiltere, Fransa ve Yunanistan’da yaşanan sorunlar bu durumun sonucudur. AB üniversiteleri talep coğrafyalarına doğrudan yatırım yapmıyor, ama konsorsiyum üniversiteleri oluşturuyor ya da iki diplomalı programlar ile yetiniyor. ABD’de ücretli deniz aşırı ve sınır ötesi ‘lisans öğrenci’ sayısı %20 oranına inmiştir. ABD üniversitelerinin sınır ötesi ve denizaşırı yatırımlarının temelinde bu yatıyor; ancak bu yatırımlar Hindistan dışında beklentiyi henüz karşılamadı. Beyin göçü yönü tersine dönüyor: Küresel ekonomik kriz, batılı bilim arzını açığa çıkartıyor; bütçe kısıntıları, nitelikli bilim insanlarını işsiz bırakıyor. Bütçe kısıntıları nedeniyle kariyeri tehlikeye düşen Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde bilim insanları, doğudaki talep coğrafyaları üniversitelerine yönelmektedir. Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Yurtiçinde, dışında, farklı düzlemlerde, CBT’de de dile getirdiğim bir sava yeniden değinmek istiyorum. Bu açıklamayla, Türk siyasal yaşamının bu önemli damarının bir süreden beri iktidar gasıbı bir parti tarafından nasıl kesilmek istendiğine yeniden dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de Laik Demokratik Hukuk Devletinin Dayanağı ve Geleceği Kolektif Yumurta Şenlikçilerine… Cumhuriyetle birlikte ve Cumhuriyete karşı çok dallı budaklı bir “Siyasal İslam” hareketinin içten içe doğup gelişerek bugün emellerini gerçekleştirmeye “muktedir” bir duruma geldiğini artık göremeyen kalmamıştır, sanırım. Baskıcı, bütüncü dünya görüşüne rağmen bu hareket son evrede, bir kısım liberal, postmodern kalemlerin desteğini de alarak ve “Özgürlük”, siyasal özgürlükler, temel insan hakları gibi Aydınlanma değerlerini sıkça telaffuz ederek kamusal alanda amaçladığı kafa karışıklığını yaratabilmiş; kendi koduyla oluşturup, ivme kazandırdığı bir iktisadi gücü, başarıyla kullandığı“intisapiltimas” ilişkisinin hizmetine sokarak konumunu ve geleceğini iyice tahkim etmiştir. Bu hareketin şimdi yapacağı şey bu gayretin semeresini toplamaktır. Bu semereyle çünkü daha da semirecektir. Öte yandan bu hareketin militanlarına, yarattığı bir din devletini ve toplumunu teslim etmekle de gereksinim duyduğu bir zorba güç stokunun sürekliliğini güvenceye almış olacaktır. Bugün bu “muktedir”ler bu iş üzerindedirler. Cumhuriyetin bu taktikle yıkılan gelecek tasarımı ve kendisine dayanak yaptığı gelenek dünyaya çok farklı bir bakışı içermektedir: Laik demokratik bir hukuk devletinin düşünsel temeli eleştirel insan aklına dayanan Aydınlanma’yken, bu devlet anlayışının ülkemizde diğer birçok Müslüman ülkenin aksine siyasal yapı olarak benimsenebilmesinin kökeni Şer’i Hukuk karşısında, “Örfi Hukuk” dediğimiz Moğol, Selçuklu, Osmanlı kaynaklı bir hukuk anlayışı ve alışkanlığıdır. Roma’nın da laik hukuk devletinin bir öncülü gibi görülmesinde onun dünyevi, akılcı, pragmatik bir hukuka kaynaklık etmesi yatmaktadır. Padişahın hukuku olarak örfi hukuk şer’i hukukla çelişebilmekte, onu uygulama dışına itebilmekte; bununla devletin bekası, hikmeti hükümet, nizamı âlem denilen mantığın korunmasına yönelmektedir. Weber’ce söylendiğinde İslami içerik bu mantığın şekli buyruklarına feda edilmektedir. Şeriat yalnızca egemenliğin meşruluk kaynağı kılınırken, egemenliğin kullanılmasında başka bir hukuka dayanılmaktadır. Bu devlet ve tebaa alışkanlığı günümüze doğru önce laikliğin sonra hukuk devletinin ve demokrasinin kavranmasına uygun bir yatak oluşturmuştur: Hikmeti hükümet yerini hukuk devletine bırakmıştır. Örfi hukukun dünyeviliği laikliğe götürmüştür. Demokrasi ve cumhuriyet, hanedanın bulunmadığı yerde siyasal iktidar ve sivil toplum oluşumunun yöntemi olarak sahiplenilmiştir. Ama yetkeye koşulsuz uyma alışkanlığı Siyasal İslam’ın iktidarında bu kez, Şeriat hükümlerinin anayasal buyruklara dönüştürülmesine ve yeni bir egemenlik açıklamasına uyumun bir taşıyıcısı olarak kullanılacaktır. Bu süreç sonunda önceki kulvara yeniden geçmek olanağı –bugünkü teknoloji göz önünde tutulduğunda artık kalmayacaktır. Devlet idaresinde ve siyasal yaşamda, Örfi Hukukun Kamu Hukuku mantığı (dağıtıcı adalet – iustitia distrubitiva) yerine Şer’i Hukuk’un özel Hukuk mantığı (denkleştirici adalet – iustitia commutativa) geçirilerek, sömürülmesi çok kolay bir toprak ve halk derekesine düşürüleceğiz. Halk egemen olmaktan çıkacak, önüne atılanı eşit paylaşmaya çalışan kölelere dönüşecektir. Sıkça söyledikleri “Hukukta Çoğulculuk” teraneleriyle diğer dinlerin şer’i hukukları da bu arabaya koşulacak, etnik ve bölgesel hukuk savlarıyla bir ülke paramparça edilecektir. Avrupa Birliği’nin “çoklukta birlik” ilkesi tersinden okunacak, ama bu birliğin yeniden kurulmasına izin verilmeyecektir. Parçalardan bütüne ulaşılması, bütünün parçalara ayrılması, yeniden bütünleştirilmesi çok ayrı niyetlerin çabalarıdır. Biz de bu ilkeyi düzünden okumalıyız. Bu siyasal çalkantıda şu yalın sözleri hatırdan çıkarmamalıdır: Egemenliğin sahibi Ulus, meşruluğunun çerçevesi “İnsan Hakları”dır. Buna göre günümüzün “Örfi Hukuk”unun kaynağı demokratik yasama, bağımsız ve yansız yargıdır. Tüm içeriksel hukuk ancak “İnsan Hakları”yla vücut bulacaktır. Bunların yerine başka yöntemler, kaynaklar ve içerikler önermek katıksız bir gericiliktir. Çıktı: “baykuş” (Felsefe Yazıları Dergisi, sayı 6); “Akıl Tutkunu Hukuk” (Ertuğrul Uzun, İstanbul); “Hukukta Gerekçe” (Hilmi Şeker, İstanbul). SONUÇ Türk yükseköğretim sistemi, altyapı sorunlarını okullaşma oranını da arttırarak hızla çözmeye çalışıyor. He ne kadar ulusal ölçekte talep azalıyor gibi görünse de, bu gelişme yükseköğretim kalitesinin yükselmesi için fırsatlar yaratmaya elverişlidir. Arz ve talep coğrafyaları ile fiziksel, ekonomik ve kültürel yakınlığı kadar, siyasi açıdan göreli bir stabiliteye sahip olması Türk Üniversiteleri için bir avantaj ve çekicilik unsurudur. Türkiye’de yaşamın AB ve ABD’ye göre ucuz olması bir ek avantajdır. Beyin göçünün bugüne kadar olduğunun tersine ‘batıdan doğuya” yönelmesi, Türk üniversiteleri için fırsata dönüştürülebilecek bir gelişmedir. Ulusal talep azalmasının neden olduğu kontenjan açıkları, uluslararası öğrenci çekilerek değerlendirilebilirse, Türk yükseköğretimi için dikkate değer bir finansman kaynağı yaratılabilecektir. Bu aynı zamanda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sırtındaki yükseköğretim finansman yükünü azaltabilecek, bu yolla yitirilen iç talebin geri kazanımı için dış kaynaklı bir destek fonu yaratılabilecektir. Bunun için zaaflar ve tehditlerin karşısında, fırsat ve güçlü olunan noktaların farkında olmak, en akılcı yaklaşım olabilir. GELECEK SENARYOLARI Kabuğuna çekilme eğilimi, uluslararası bilim dünyasındakine koşut olarak, Türkiye’de de sürecek. Bu durum ulusal ölçekte bir risk; uluslararası ölçekte ise bir fırsattır. Azalan talep, Türk yükseköğretiminde kaliteyi zaman içinde yükseltecektir. Yükselen kalite, uluslararası ölçekte “marka üniversiteler”in oluş Kör eden ameliyat Baştarafı 17. sayfada 3. Hastane içi ve dışı arasındaki taşınmanın denetim sistemi: a. Denetim sistemi; b. Denetim personelinin sayı ve nitelik düzeyi; c. Denetleyen ve denetlenenler arasındaki sorunların çözüm sistemi; d. diğer 4. Yukarıdaki kümelerin maliyetleri: Kültürel öğe kümeleri arasında etkileşim vardır! Basite indirgenerek sayıları azaltılmış yukarıdaki küme ve alt küme öğelerinin çoğu, aralarında etkileşimlere sahiptir. Örneğin, 1b ile 2c arasında ya da tümü ile 4 arasında güçlü etkileşimler vardır. Bu 4 kümenin tümüne bir isim vermek gerekirse Kültürel Karmaşıklık Düzeyi (KKD) denilebilir. Bu 4 kümeyi de kavrayan bir 5. nci küme vardır ki, sorunların büyük bölümü buradan kaynaklanır. Bu beşinci küme “diğer kümelerin oluşturduğu kültürel karmaşıklığı (complexity) yönetebilme düzeyi/ kabiliyeti“dir (KKYD). CBT 1239/ 19 17 Aralık 2010 Bu düzey veya kabiliyet ile kültürel karmaşıklık düzeyi arasındaki fark ister birey, ister kurum, isterse toplum ölçeğinde bakılsın yaşamsal bir sonuç doğurmaktadır. Bu, söz konusu birey / kurum/ toplumun refah ve mutluluğunu (yani varlığını) sürdürebilme şansıdır. Daha kısa erimli bir sonuç ise, içinde bulunulan Kültürel Karmaşıklık Düzeyi‘ni artıran her yeni karmaşık (kompleks) kültürel öğeye (cep telefonu, otomobil, göz ameliyatı, fay hattı üzerinde yaşamak ya da etnik farklılıkları bir arada yaşatmak gibi) talip olan birey, kurum ve toplumların dönüp, kendi Kültürel Karmaşıklığı Yönetebilme Kabiliyetleri‘ne bakması, eğer bu kabiliyet düzeyi düşükse, aradaki farkın doğuracağı kazabelaya hazır olması “zorunluğu”dur. Söz konusu kabiliyet düzeyinin, kuşkusuz, karmaşık kültürel öğelerle karşılaşmadan edinilmesi güçtür. Ama görülmektedir ki, Karmaşıklığı Yönetme Kabiliyeti ki buna Sorun Çözme Kabiliyeti de denilebilir kavramını gözardı ederek de katiyen kazabeladan kurutulunamaz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle