17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İki Boyutlu Grafen Malzemesini Geliştirenlere 2010 Nobel Fizik Ödülü, “ikiboyutlu grafen malzemesine ilişkin çığır açan deneyleri için” Andre Geim ve Konstantin Novoselov’a verildi. 2010 NOBEL FİZİK ÖDÜLÜ: Yol Ayrımında Türkiye Prof. Dr. Selim Çetiner, Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi B u yılın Nobel Fizik Ödülü’nün ardında bildiğimiz karbonun yalnızca bir atom kalınlığındaki ince bir yaprağı yatıyor. Andre Geim ve Konstantin Novoselov, bu kadar yassı bir şekildeki karbonun sıra dışı özellikleri olduğunu keşfettiler. Bu özelliklerin kökeni kuantum fiziğinin olağanüstü dünyasına dayanıyor. GRAFENİN OLAĞANDIŞI ÖZELLİKLERİ Grafen bir çeşit karbondur. Bir malzeme olarak çok yenidir. Ayrıca malzemelerin en incesi ve en sağlamıdır. Elektrik akımını ileten bir malzeme olarak bakıra benzer. Isı iletkeni olarak bilinen diğer malzemeler gibidir. Hemen hemen tamamen saydamdır, ancak o kadar yoğundur ki en küçük gaz atomu olan helyum bile arasından geçemez. Dünyadaki bilinen tüm yaşamların temelini oluşturan karbon bir kez daha grafen ile bizleri şaşırtıyor. Geim ve Novoselov, bildiğimiz kurşun kalemlerin içindeki bir parça grafitten grafeni geliştirmeyi başardılar. Sıradan bir yapışkanlı banttan yararlanarak bir atom kalınlığında karbon yaprağı elde ettiler. Bu buluş, pek çok insanın bu kadar ince kristalin bir malzemenin stabil (dengeli) olmasının mümkün olmadığını düşündüğü bir dönemde gündeme geldi. olguları ile ilgili deneyler yapılabilecek. Yeni malzemelerin yaratılması ve yenilikçi elektronik malzemelerin üretimi gibi pratik uygulamalar artık mümkün olacak. Grafen transistörlerin bugünün silikon transistörlerinden belirgin ölçüde daha hızlı Andre Geim olacağı tahmin ediliyor. Bu da daha etkin bilgisayarların yapılması anlamına geliyor. Grafen hem saydam hem de iyi bir iletken olduğu için saydam, dokunmatik ekranlarda, hafif panellerde ve belki de güneş pillerinde kullanılabile Konstantin Novoselov cek. Plastiğin içine karıştırıldığı zaman grafen, ısıya daha dayanaklı olmakla birlikte, elektrik akımını ileten ve mekanik olarak sağlam bir malzeme haline geliyor. Bu nedenle süper sağlam malzemelerin içinde kullanılabilecek. Gelecekte uydular, uçaklar ve otomobiller bu yeni kompozit malzemeden üretilebilecek. Bu yılın ödül sahipleri uzun süreden beri birlikte çalışıyorlar. 36 yaşındaki Konstantin Novoselov, 51 yaşındaki Andre Geim ile ilk kez Hollanda’da doktora öğrencisi iken tanışmıştı. Daha sonra İngiltere’ye giden Geim’i izledi. İkisi de mesleklerine Rusya’da fizikçi olarak başlamışlardı. Şimdi ikisi de Manchester Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Derleyen: Reyhan Oksay YÖK UYGULAMA İÇİN İDEAL MALZEME Ancak fizikçiler grafenin keşfi ile birlikte iki boyutlu yeni bir malzeme sınıfının özelliklerini inceleyebilme şansına kavuştular. Grafen sayesinde kuantum fiziğin Prof. Dr. Aşkıdil Akarca tarafından incelenen Çanakkale Ezine yakınındaki Neandria antik kentinin arkaik tapınağına ait M.Ö VII. yüzyıla ait ünlü sutün başlığı. Devamı 12. Sayfada CBT 1229/9 8 Ekim 2010 Milas üzerinde monografik bir etüd yayınladı (4). Milas ve Karia bölgesine ilgisini yayınlarla sürdürdü (5). En önemli eseri antik şehircilik üzerine bir bölümünü 19631964’te burslu olarak gittiği New York’ta tamamladığı 1972’de TTK tarafından yayınlanan, arkeoloji eğitiminin ülkemizde temel el kitaplarından biri olan “Şehir ve Savunması” dır (6). Akarca 19731979 yılları arasında Çanakkale Kara Menderes Nehri Havzası ile Ezine, Bayramiç çevresindeki antik yerleşmeleri inceledi ve ayrıntılı yayınlar yaptı (7). Önemli bir seramikçilik merkezi olan Akköy’ü de ele aldı; buradaki bulgularını bir bildiri ve makale olarak yayınladı (8). Akköy’ün bilhassa “Milet işi” denilen seramiklerini bilim âlemine duyuran ilk kişidir. Aşkıdil Akarca, Akköy’ün 17. yüzyılın ikinci yarısından sonra “Akçaalan” köyünden gelenlerce kurulduğunu belirtti. Akçaalan’ı burada bulduğu “Miletos işi” ve Son Bizans dev ri seramik parçalarından yola çıkarak yörenin en eski Türk yerleşmelerinden birisi olarak değerlendirdi ve buradaki ustaların, yeni kil yatakları ve ticarî kaygılarla 17. yüzyılın ikinci yarısında Çanakkale’ye göçerek ünlü Çanakkale seramikçiliğini başlattıklarını ileri sürdü. Ayrıca Ezine’nin güneybatısında o yörenin en yüksek dağı Çığrı’nın üzerindeki, Anadolu’da, sadece arkaik ve klasik çağlarda yerleşilmiş daha sonra terkedilmiş Neandreia antik kenti üzerine ayrıntılı bir monografi yayınladı (8). Neandreia, onun deyişiyle, Hellenistik, Roma, ne de Bizans çağlarında oturulmamış sadece arkaik ve klasik çağ kalıntılarına sahip ünik bir şehirdir. Başkanı Sayın Yusuf Ziya Özcan “ABD ve İsrail’in ürettiği GDO’lu ürünlerle 20 yıl içinde bir milleti yok edebileceğini” söylemiş. Basında yer alan haberlere göre Sayın Başkan: “Ülkemizde yetiştirilen domates ve buğdayın tohumlarının büyük bir kısmı, yerli tohumumuz olmadığı için Amerika ve İsrail’den geliyor. Bir Türk aydını olarak bazen gerçekten kendimi çok küçük hissediyorum. Yani biz ihtiyacımız olan domates tohumunu bu ülkede üretemez miyiz? Evvelden atalarımız bu tohumları kendileri üretip, yıllarca bu üretimin devamını sağlamışlar. Biz niye yapmıyoruz? Tohumculukla ilgili bir araştırma enstitümüz olsa, buna birkaç üniversitemiz öncülük etse fena mı olur? Sonunun ne olacağı da belli değil. Bu domates tohumunu alıyorsunuz, artık genetik programlama diye bir şey var, içine bir genetik mekanizma yerleştirirler. Hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. Böyle şeylerle, zamanla bir milleti yok edebilirsiniz. Öyle bir şeyler yerleştirirler ki 20 yıl içerisinde o tohumdan yiyen insanlar ölür. Öyle tehlikeler de var.” diyor. Türkiye’nin tohumculukta istenilen seviyede olmadığı saptamasına katılıyoruz. Ancak, atalarımızın tohumlarını kendilerinin üretip, bu üretimi yıllarca devam ettirdikleri saptaması son yıllarda ortaya çıkan “amatör tarımcılar kültünün” kulağa hoş gelen, ancak günümüz gerçekleriyle örtüşmeyen masallarından birisi. Domatesin içine genetik program koyarak bir milleti yok etme iddiası da, teknoloji karşıtlarının bu konularda bilgi sahibi olmayan insanlarımızı korkutarak, bu konudaki tartışmayı bilimden uzak tutma sloganlarından birisi. Türkiye 1986 yılında serbest bırakılan tohumculuk sektörü sayesinde modern çeşitler ve hibrit tohumlarla tanıştı ve bu şekilde hızla artan nüfusunu beslemede sıkıntıya düşmemiştir. Modern ıslah yöntemleriyle elde edilen bu çeşitler birim alana verimi artırarak çiftçilerimizin refah seviyelerinin de artmasına yardımcı oldu. Bu süreçte, Türkiye’de tohumculuğun yeterince geliştirilmediği doğrudur. Bunun en önemli nedeni, bu konudaki politikaların ve ARGE süreçlerinin yeterince desteklenmemiş olmasıdır. Geçtiğimiz yıllarda özel sektör girişimleriyle tohumculuk sektöründe önemli atılımların olduğu, hatta bazı hibrit çeşitlerde ihracatın başladığı da unutulmamalı. Artık tüm dünyanın kabul ettiği üzere tarımsal üretim ile gıda güvencesi ve buna bağlı ekonomik ve politik istikrar için hükümetlerin en üst düzeyde tutarlı politikalar üretmesi gerekmektedir. Türkiye de artan nüfusunun yeterli ve dengeli beslenmesini sağlamak, tarımsal üretimini arttıracak modern biyoteknoloji dahil her türlü teknolojiyi öncelikle araştırıp, AB ve dünya normlarını objektif olarak temel kıstaslar arasına alıp uygun olanları geliştirecek önlemler almak durumunda. Bunun başında da 26 Eylül 2010 tarihinde yürürlüğe giren ve her zaman övündüğümüz gen kaynaklarımızı ekonomik faydaya çevirmede mutlak gerekli olan modern biyoteknolojik araştırmaları neredeyse yapılamaz hale getiren, AB müktesebatı ve dünya normlarıyla açıkça çelişen Biyogüvenlik Yasası’nın bir an önce değiştirilmesi gerekmektedir. Ancak, bu şekilde tohumda dışa bağımlı olmaktan kurtulabiliriz. Bilimi durduran, dünya biliminin kurumsal otoritelerinin ortak görüşünü hiçe sayan yasakçı bir yaklaşım rasyonel değildir ve Türkiye’yi ithal tarım ürünlerine esas bağımlı kılacak tutum da budur. Özetle, YÖK Başkanı olarak Sayın Özcan, komplo teorileriyle düşünmenin sefaletinden kurtulamayan grupların ürettiği teknoloji karşıtı söylemlere itibar etmemeli, onun yerine bilimsel verilerin ışığında araştırma yapacak üniversite ve enstitülerin çalışmalarına bir dizi engel getiren Biyogüvenlik Yasası’nın düzeltilmesine öncülük etmelidir. Bu konuda kamuoyu önünde bilimi esas alan tartışmaların gerçekleştirilmesine büyük ihtiyaç duyulmaktadır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle