24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2010 NOBEL TIP ÖDÜLÜ: 4 Milyon Tüp Bebeğin Babasına 2010 Nobel Tıp Ödülü, tüp bebek tedavisini (IVF) ilk kez başarı ile uygulayan Robert Edwards’a verildi. Bu buluş sayesinde dünyadaki çiftlerin yüzde 10’unda görülen kısırlık sorununun tedavisi artık mümkün. dwards, kısırlık tedavisinde IVF yönteminin yararlı olacağını düşünmeye 1950’li yıllarda başlamıştı. Bu hedefe ulaşmak için sistematik bir şekilde çalıştı ve bu süreç içinde insanda üremenin temel ilkelerine ilişkin önemli bilgilere ulaştı. Sonuçta insan yumurta hücresini test tüpü içerisinde (daha doğrusu hücre kültürü yapılan kapta) döllendirmeyi başardı. Bu başarısı 25 Temmuz 1978 tarihinde ilk tüp bebeğin doğumu ile teyit edilmiş oldu. Bunu izleyen yıllarda Edwards ve ekibi IVF teknolojisini biraz daha geliştirdiler ve bu teknolojiyi dünyadaki tüm doktorlarla paylaştılar. Bugüne dek yaklaşık 4 milyon bebek IVF yöntemi ile doğdu. Bunların pek çoğu bugün yetişkin yaşta ve pek çoğunun çocuğu var. IVF terapisinin güvenilirliğinin kanıtlanmasıyla birlikte tıpta yepyeni bir dal doğmuş oldu. Dolayısıyla Edwards’ın katkıları modern tıbbın gelişmesinde bir Robert Edwards dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Dünyadaki çiftlerin yaklaşık %10’u çocuk sahibi olamıyor. Bu pek çokları için büyük bir düş kırıklığı, bazıları için de yaşam boyu süregelen psikolojik bir travma anlamına geliyor. Geçmişte tıp bu insanlara çok kısıtlı oranda yardımcı olabiliyordu. Bugün ise bu tablo tamamen değişmiş durumda. Sperm ve yumurtanın vücudun içinde biraraya gelememe durumunda IFV çok etkin bir çözüm olarak ortaya çıkıyor. E taların IVF için toplanmadan önce yumurtalıkların içinde olgunlaşmasının daha iyi sonuç vereceğini düşünüyordu. Ve bu aşamadaki yumurtaları güvenli bir şekilde toplamanın yollarını arıyordu. Edwards kadın doğum uzmanı Patrick Stephoe ile çalışma kararı aldı. Bir klinisyen olan Stephoe, IVF yöntemini laboratuvardan kliniğe taşımayı planlıyordu. Stephoe ayrıca o dönemde henüz iyi bilinmeyen ve tartışmalı bir konu olan laparoskopi uygulamasında da uzmanlaşmıştı. Bu yöntem sayesinde doktorlar optik cihazlar yardımıyla yumurtalıkları inceleyebiliyorlardı. Steptoe laparoskopiden yararlanarak yumurtalıklardan yumurtaları toplayabildi ve Edwards bunları bir hücre kültürü içine yerleştirerek içine spermleri ilave etti. Bu durumda döllenmiş yumurta hücreleri çeşitli kereler bölünebildiler ve erken embriyoyu oluşturdular. Bu embriyo 8 hücreden oluşuyordu. Çalışma ayrıca çok heyecanlı bir etik tartışmaya da yol açtı. Bazı dini liderler, etikçiler ve bilim insanları çalışmanın durdurulması için çağrıda bulunurken, diğerleri destek oldular. İlk tüp bebek Louise Brown şimdi kendisi bir anne. Stephoe, 1988 yılında ölünceye kadar bu kliniği yönetti. Edwards ise çalışmalarına emekliliğine kadar devam etti. Kadın doğum uzmanları ve hücre biyologları dünyanın dört bir yanından gelerek Bourn Hall Kliniği’nde eğitildiler. Bu arada klinik sürekli olarak IVF tekniği üzerinde çalışıyor ve daha mükemmel hale getirmeye uğraşıyordu. 1986 yılına gelindiğinde 1.000 bebek bu yöntem ile dünyaya getirilmişti. IVF DÜNYAYA YAYILIYOR Bugün IVF yerleşik bir terapi olarak dünyada yaygın olarak kullanılıyor. Bu arada ciddi değişikliklerden de geçti. Örneğin tek bir sperm mikro enjeksiyon yolu ile çıkartılıp doğrudan hücre kültürü içindeki yumurta hücresine naklediliyor. Bu yöntem erkek kısırlığı tedavisinde büyük bir ilerleme kaydedilmesine yol açtı. Dahası IVF’ye uygun olan olgunlaşmış yumurtalar ultrason ile tespit edilebiliyor ve laparoskop yerine hassas bir şırınga yardımı ile çıkartılabiliyor. IVF güvenli ve etkili bir terapi. Döllenmiş yumurtaların %2030’u doğum başarısını elde edebiliyor. Erken doğum gibi komplikasyonlar, tek bir yumurtanın anneye nakledildiği durumlarda bile nadir görülüyor. IVF yardımıyla doğan bebekleri takip eden uzmanlar, bunların diğer çocuklar kadar sağlıklı olduğunu söylüyor. Bugüne dek dört milyon bebek bu yolla doğdu. Louise Brown ve IVF ile doğan diğer çocuklar kendi çocuklarını doğurmuş durumdalar. Bunlar IVF’nin güvenirliğinin ve başarısının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. Derleyen: Reyhan Oksay LOUISE BROWN’UN DOĞUMU Edwards ve Stephoe, bağışçıların yardımlarıyla çalışmalarına devam ettiler. Hastanın hormon düzeyini analiz ederek döllenmek için başarı şansının en yüksek olduğu zamanı tespit ettiler. 1978 yılında 9 yıl boyunca çocuk sahibi olma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmış Lesley ve John Brown iki bilim insanını kliniğine gelerek yardım istediler. IVF tedavisi uygulamaya konuldu ve döllenmiş yumurta 8 hücreli bir embriyo haline gelince Bayan Brown’a yerleştirildi. Normal hamilelik süresinin sonunda sezaryen ile Louise Brown 25 Temmuz 1978 tarihinde dünyaya geldi. Böylece IVF laboratuvardan çıkıp bir gerçeklik haline gelmiş ve tıpta yepyeni bir dönem başlamış oldu. Edwards ve Stephoe, dünyanın ilk IVF terapisi olarak Cambridge’de Bourn Hall Kliniğini kurdular. MEYVELER TOPLANIYOR İngiliz bilim insanı Edwards, üreme biyolojisi üzerindeki temel araştırmalarına 1950’li yıllarda başladı. Çok kısa bir süre sonra vücudun dışında gerçekleştirilen döllenmenin kısırlık tedavisinde çok umut verici bir yöntem olduğunu gördü. Kendi dışındaki bilim insanları daha önce tavşan yumurtalarının sperm ilave edildiğinde test tüpleri içinde döllenebildiğini göstermişlerdi. Bunun sonucunda bir tavşan yavrusu doğdu. Edwards benzer bir yöntemin insan yumurta hücresine uygulandığında döllenip döllenmeyeceğini araştırmaya başladı. Kısa süre içinde insan yumurtalarının tümüyle farklı bir yaşam döngüsüne sahip olduğu ortaya çıktı. Edwards, ekibiyle birlikte yürüttüğü bir dizi deneysel çalışmanın sonucunda bir takım temel keşiflerde bulundu. İnsan yumurtasının nasıl olgunlaştığı, bu olgunlaşma evresinde hangi hormonların etkili olduğu, yumurtanın ne zaman sperm tarafından döllenmeye hazır hale geldiği anlaşılmış oldu. Ayrıca spermin hangi koşullarda faal hale geldiğini ve yumurtayı ne zaman dölleyecek durumda olduğunu netleştirdi. 1969 yılında ilk kez bir test tüp içinde insan yumurtasını döllemeyi başardı. Ne var ki bu başarısına karşın en temel sorun henüz çözülmemişti. Döllenmiş yumurta tek bir hücre bölünmesinin ötesinde gelişemiyordu. Edwards, yumur Prof. Aşkıdil Akarca’nın Ardından Nezih Başgelen, Arkeolog –Editör, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, nezihbasgelen@gmail.com 3 CBT 1229/8 8 Ekim 2010 Ekim 2010’da Milas’ta vefat eden Aşkıdil Akarca İstanbul Üniversitesinde Klasik Arkeoloji Kürsüsünün kuruluşu, ilk kazıları ve yayınları açısından A.M. Mansel ve Jale İnan ile birlikte önemli katkıları olmuş değerli bir hocamızdır. Milas’in köklü bir ailelerinden Hacı Ali Ağa sülalesinden Mehmet Ali ve Seher Akarca’nın kızı olarak 25 Ekim 1916’da Milas’ta doğdu 1946’da, yeni üniversite kanunu ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Klâsik Arkeoloji Kürsüsü kuruldu, Berlin Üniversitesi’nde doktora yapan Prof. Dr. Arif Müfit Mansel bölüm başkanlığına atandı ve Dr. Jale İnan’ı ve Aşkıdil Akarca’yı asistan olarak yanına aldı. Aşkıdil Akarca, bu kuruluş sürecinde kürsünün ilk kuşağı içinde yer aldı; kürsüde boyalı yunan seramikleri üzerine ders veren Emilie Haspels’in (18941980) Fakülte dekanının teşvikiyle yazdığı el kitabını türkçeye çevirdi (3). Kürsü, ilk kazı çalışmasını da 1946 yılında Antalya ili Aksu ilçesi sınırları içersindeki Perge antik Türkiye arkeolojisi eğitimindeki en önemli el kentinin Batı Nekropolünde ger kitaplarından birisi. çekleştirdi (1). Mansel, Jale İnan ve Aşkıdil Akarca‘dan oluşan kazı heyeti Aksu Köy Enstitüsü’nde kalarak zor çalışma şartlarında ilk dönem kazılarını gerçekleştirdi. Bu kazının yayını 1949 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından Mansel ve Akarca imzalarıyla yayınlandı. Aşkıdil, “Perge’de Artemis Mabedi için yapılan Araştırmalar” bölümünü yazdı (2). 1954’te kardeşi Turhan Akarca ile birlikte memleketi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle