17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) Bürokratik oligarşiyi eleştirirken samimi olan bir yönetim anlayışının sağlamasıdır edevlet sürecine verilen önem. Dolayısıyla edevlet, edönüşüm sürecinin performansı ilginç anlamlar da içerir! Darwin yaratılışçılara cevap veriyor Darwin, Türlerin Kökeni kitabında yeni türlerin doğal seçilim yoluyla nasıl ortaya çıktığını açıklarken, döneminde egemen olan düşünceleri de eleştirmektedir. Osman Bahadır, [email protected] eDevlet ve Bürokratik Oligarşi TÜSİAD, ODTÜ’ye hazırlatmış olduğu eDevlet Raporu’nu eylül ayı sonunda kamuoyuna açıkladı ve kısaca edevlet sürecinde sınıfta kaldığımızı ilan etti. Mevcut durumun vahametini izafi bir değerlendirme yaparak çok daha iyi anlayabiliriz. Birleşmiş Milletler’in konu hakkında her yıl düzenli olarak yayınladığı indekse göre 2010 yılında 192 ülke içinde Türkiye 69. sırada yer almıştır. Bu veriyi tek başına yorumladığımızda pek de fena sayılmaz diyebiliriz. Ancak 2003 yılında aynı araştırma indeksinde Türkiye’nin 191 ülke içinde 49. sırada olduğunu da belirtirsek tablo daha net olarak sergilenmiş olur. Son yedi yılda ilerlemek ne demek; geriye gitmişiz. Raporun sonunda yer alan şu paragraf aslında ne yapılması gerektiği konusunu olası en yumuşak bir üslupla sunuyor: “eDönüşüm Türkiye projesinin dönüşüm için gerekli olan birçok eylemin gerçekleştirilmesinin yanı sıra, yeni bir yönetim modelini zorunlu olarak gerektireceği düşünülmektedir. Söz konusu yönetim modelinin nasıl olması gerektiği ve gelişmiş ülkelerin bu bağlamda nasıl bir davranış sergiledikleri Türkiye için edevlet yönetim modelinin oluşturulması ya da mevcut modelin iyileştirilmesi konusunda önemli girdiler sağlayacaktır”. Bu paragraftan şu mesajlar çıkarılabilir: Bir; stratejik düzeyde bu işi beceremedik. Önce bu işi anlayan birilerinin en üst düzeyde bu işi yönetmesi ve bunu ülkemizin günlük yaşamının bir parçası haline getirmesi gerekir. İki; bunun altını doldurmak için de bizden önce yola çıkmış olanlar neler yapmış, onlardan da feyz alınabilir. Bu işi gündelik yaşamımızın bir parçası haline getirmek demek, türbana, ergenekon gibi isimlerle adlandırılan süreçlere, et üretim ve ithalatına, dış ticaretle ilgili yapılan aktivitelere vb. siyasi düzeyde ne derece önem veriyorsak, bilgi iletişim teknolojilerine de aynı düzeyde önem vermemiz demektir. Uluslararası danışmanlık şirketleri milyon dolarlık danışmanlık projelerini sunarken müşterisi konumunda olan ve o hizmeti talep eden kurumlardan istedikleri ilk şey “üst düzey yönetici desteği”dir. Kurumsallaşmamış bir organizasyonda patronun, kurumsallaşmış bir organizasyonda ise yönetim kurulu ve genel müdürün işi sonuna dek alıp götürmesi demektir bu. Kâğıt üzerinde baktığınızda destek vermeyen bir kurum bulamazsınız. Ama bu tür projeler her zaman beklenen sonuçları üretmez. Bunun nedeni, destek olgusunun farklı algılanmasıyla ilgilidir. Köstek olmamak destek olmak anlamına gelir şeklinde algılanmaktadır. Oysa destek olmak, köstek olmamakla bitmez. Aynı zamanda sürecin istenen sonuca götürmesi için gerekli olan her şeyi yapma konusunda elini taşın altına koymayı da gerektirir. Bunun yapılmamasının temel bir nedeni vardır. Patron ya da yönetici işin ucunda mevcut imtiyazlı konumundan ödün vermesi gerektiğinin kokusunu almıştır. Oysa onun arzusu kendi konumunda bir değişiklik olmadan o sorunun halledilmesidir. Stratejik düzeyde bu ne yazık ki olası değildir. edevlet sürecinde de benzer bir durum var. Mevcut siyasi vizyon, anlayış, iş yapış biçimi, yetki ve sorumluluklar vb. hiçbiri değişmesin, ama öte yandan elektronikleşme süreci beklendiği şekilde sonuç versin. Bu imkânsız! Bürokratik oligarşiyi eleştirirken samimi olan bir yönetim anlayışının sağlamasıdır edevlet sürecine verilen önem. edevlet sınıfta kaldıysa o oligarşinin kalkmasını isteyen yok demektir. Olsa olsa el değiştirmesi arzu edilmektedir. D arwin, Türlerin Kökeni kitabında yeni türlerin ortaya çıkış mekanizmalarını gösterirken, birçok kez, canlı organizmaların şimdiki halleriyle bir kerede yaratılmış oldukları görüşünü de eleştirmektedir. Darwin’in bu konudaki bakışını yansıtan başlıca düşünceleri şunlardır: 1 “Türler birbirlerinden bağımsız yaratılmış olsaydı, bu türlü bir sınıflanmanın nedeni açıklanamazdı; oysa bu, kalıtımla ve tükenmeyi ve özelliklerin farklılaşmasını gerektiren doğal seçmenin karmaşık etkisiyle, diyagramda gördüğümüz gibi açıklanmaktadır.” (s. 149). 2 “Ayrı ayrı ve sayısız yaratma eylemine inanan bir kimse, böyle durumlarda, Yaradanın bir tipin başka birinin yerini almasını dilediğini söyleyebilir; ama bu, bana, olgunun yalnızca ağırbaşlı bir dille yeniden söylenmesi gibi görünüyor.” (s.198). 3 “Doğa çeşitte cömert, yenilikte cimridir. Yaratılış teorisine göre neden bu denli çok çeşit ve bu denli az gerçek yeniliğin olması gereksin? Her biri doğadaki özel yeri için bağımsız yaratılmış varsayılan bağımsız birçok yaratığın bütün parçalarının ve organlarının neden bu denli genellikle aşama aşama birbirine bağlı olması gereksin? Doğanın yapıdan yapıya neden birden bire sıçramaması gereksin? Doğal seçme teorisine göre neden böyle olmaması gerektiğini açıkça anlayabiliriz; çünkü doğal seçme yalnız küçük ve ardışık değişimlerden yararlanarak iş görür, asla ani ve büyük bir sıçrama yapmaz, tersine, kısa ve güvenli ama ağır adımlarla ilerler.” (s.214). 4 “Türler başlı başlarına ve çeşitler ikincil yasalara göre yaratılmış olsaydı, aralarındaki bu benzerlik garip bir olgu olurdu.” (s.536). 5 “Kurbağalar ve karasal memeliler gibi geniş okyanusları aşamayan hayvan gruplarından olan türlerin okyanus adalarında neden bulunmadığını ve öte yandan yeni ve özel yarasa türlerinin, yani okyanusu aşabilen hayvanların, herhangi bir kıtadan pek uzak adalarda neden çoğu zaman bulunduğunu açıkça anlayabiliyoruz. Okyanus adalarında özel yarasa türlerinin varolması ve hiçbir karasal memelinin varolmaması gibi olgular, türlerin başlı başına yaratıldıkları teorisiyle hiç açıklanamayan olgulardır.” (s.538539). 6 “Seçkin kimi doğa bilginleri, her cinsteki onaylanmış türlerden birçoğunun gerçek tür olmadığına, ama öbür türlerin gerçek tür olduğuna, yani onların başlı başına yaratılmış olduklarına inandıklarını bildirdiler. Bu benim garibime giden bir çıkarsamadır. Doğa bilginlerinin çoğunun hâlâ özel yaratıklar gözüyle baktığı ve kendilerinin de yakın zamana dek öyle baktıkları o gerçek türlere özgü bütün dış özellikleri taşıyan birçok biçimin değişiklik geçirerek türemiş olduğunu kabul ediyorlar, ama aynı görüşü öbür hafif farklı biçimler için reddediyorlar. Bununla birlikte, hangilerinin yaratılmış canlı biçimler ve hangilerinin ikincil yasalara göre türemiş biçimler olduğunu belirleyeceklerini ya da hiç değilse kestirebileceklerini öne sürmüyorlar. Bir durumda gerçek neden olarak kabul ettikleri değişimi, öbür durumda keyfi olarak bir yana itiyorlar ve bunu, o iki durum arasında hiçbir fark göstermeden yapıyorlar. “Bunun önkanıların körlüğüne garip bir örnek olarak gösterileceği gün elbette gelecektir. Bu yazarlar, olağanüstü bir yaratma eylemi karşısında, bayağı bir doğum olayı karşısında şaşırdıklarından daha çok şaşırmış görünmüyorlar. Ama dünya tarihinin sayısız dönemlerinde, belirli element atomlarının bir buyruk üzerine canlı dokulara dönüşüvermiş olduğuna gerçekten inanıyorlar mı? Her yaratmada bir tek bireyin mi, yoksa birçoğunun mu yaratıldığına inanıyorlar? Sayısız bitki ve hayvan çeşitleri, tohum ya da yumurta olarak mı, yoksa tam gelişmiş olarak mı yaratıldılar? Ve memeliler, yaratıldıkları zaman, analarının dölyatağında gelişmiş olmanın izlerini taşıyorlar mıydı? Kuşkusuz, yalnız bir ya da birkaç canlı biçim yaratılmış olduğuna inananlar, bu sorulardan bazılarını yanıtlayamaz.” (s.544). Kanımca yaratılışçılar bu soruların hepsine yanıt bulabilir. Sorun, bilimsel olan ile bilimsel olmayan düşünce arasındaki fark sorunudur. Yaratılışçılar, Darwin’in yukarıda sorduğu soruların hiçbirine, bilimsel düşünce sınırlarının dışına çıkmadan yanıt veremez. Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Çeviren: Öner Ünalan, Onur Yayınları, 5. Baskı, Ankara, 1996. Baştarafı 9. Sayfadan Neandreia’da klasik çağdan sonra terk edilmesi bu çağa ait yapı kalıntılarının zamanımıza kadar gelmesini mümkün kıldı, böylece Akarca incelemelerinde Hellenistik ve Roma çağlarındaki örnekleri iyi tanınan yapı tiplerinin ilkel örneklerini burada bulabildi. Emekli olduğu 1980’li yıllara değin derslerini titizlikle sürdüren, özellikle bilimsel çalışma metodları konusunda bir kuşağın yetişmesine emeği veren değerli hocamız 5 Ekim 2010’da Milas şehir mezarlığında toprağa verildi. Anısını sevgi ve saygıyla anıyoruz. (1) Türk Tarih Kurumu 1943 yılında Antalya bölgesini gezerek bir kazı yeri seçmesi için A. Müfid Mansel’i Antalya’ya gönderdi. Arif Bey, hazırladığı raporda kazı için en uygun gördüğü yerin Side (Selimiye Köyü) olduğunu belirtir. Ancak ilk kazı tahsisatı çok az olunca, Perge’de Batı Nekropolü’nde çalışırlar. (2) CBT 1229/ 12 8 Ekim 2010 A.M. ManselA. Akarca: Perge’de Kazı ve Araştırmalar, Ankara 1949, (T.T.K. yayınlarından V. seri, no. 8), Türkçeİngilizce. (3) E. Haspels, Eski Yunan Boyalı Seramiği (Çev. A. Akarca) İstanbul 1946. Ayrıntılı bilgi için: Emilie Haspels, Ben Gezginlerin Sonuncusuyum. Midas Kenti Kazıları ve Dağlık Frigya Bölgesindeki Araştırmalar. (Derleyen: D. Berndt) İstanbul 2009. s. 63. (4) Aşkıdil AkarcaTurhan Akarca, Milas, Coğrafyası, Tarihi, Arkeolojisi, İstanbul 1954. (5) George BeanAşkıdil Akarca, “1953 Eylülünde Gölenye’de (Marmaris) Yapılan Araştırma” Türk Arkeoloji Dergisi, Ankara 1956, VI.2. Ayrıca Milas yakınlarındaki Beçin Kalesi’ndeki bir araştırması için bkz.; Aşkıdil Akarca, “Beçin Altındaki Eski Çağ Mezarlığı”, T.T.K Belleteni, Ankara 1971, S.137.s. (6) A. Akarca, Yunan Arkeolojisinin Ana Çizgileri I: Şehir ve Savunması. Ankara, 1972. (7) A. Akarca, Troasta Aşağı Kara Menderes Ovası Çevresindeki Şehirler, Belleten 42 1978, 152. (8) A. Akarca, Çanakkale’de Kara Menderes Çevresindeki Eski Köy Yerleşmeleri, Tarih Dergisi 30, 1976, 119134. Bildiri için bkz; A. Akarca, Çanakkale’de Yeni Bir Çanak Çömlek Merkezi, VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1115 Ekim 1976 (Ankara 1979) 501506 Lev. 287298. (9) A. Akarca, Neandreia, Kuzey Ege/de Arkaik ve Klasik Çağlara Ait. Bir Şehir. İstanbul 1977.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle