17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 “değersiz” buluş, nasıl büyük değer kazandı(2) Yeni bilimsel buluşlar ilk bakışta ne denli zeki ve incelikli görünseler de, zamanla bunların büyük bir çoğunluğunun yanlış olduğu ortaya çıkar. Gelgelelim, kayda değer sayıda az buluş için tam da tersi bir durum söz konusu.. Bu sayıda geri kalan 4 buluşu veriyoruz. 8 HAYVANCIKLAR 1674 güzünde Londra Kıraliyet Derneği sekreteri Henry Oldenburg sıradışı bir mektup aldı. Antoni van Leeuwenhoek adlı Hollandalı bir mefruşatçı tarafından gönderilen bu mektupta akılalmaz bir görüşe yer verilmekteydi. Güya van Leeuwenhoek kendi buluşu olan bir mikroskopla baktığında göl suyunda yaşayan ve çıplak gözle görülemeyen minik canlılara tanık olmuştu. Bu “hayvancıkların” kimi öylesine mini minnacıktılar ki, sonradan yaptığı hesaplamalara göre, 30 milyonu biraraya geldiğinde bile bir kum taneciğinin boyuna ulaşamıyorlardı. Kıraliyet Derneği’nin üyeleri olaya kuşkuyla bakıyorlardı. Dönemin en önde gelen mikroskop uzmanlarından Robert Hooke bile elindeki en güçlü aygıtlarla bu tür minik yaratıklara benzer bir şeyler görememişti. Ancak Hollandalı’nın geliştirdiği mercekler gerçekten de Hook’un merceklerinden daha güçlüydüler ve onlar sayesinde bakterilerle protozoaların varlığı gün yüzüne çıkartılabilmişti. Bakterilerin hastalıklarla ilintisi ancak van Leeuwenhoek’un ölümünden 160 yıl sonra, 1890’da anlaşılabildi. yayımlanan yazısında görüşünün “moleküler biyolojinin kuramsal yapısının yerle bir olmasına yol açacağı” yönünde bir korkuya kapılmaya gerek olmadığını dile getiriyordu. Griffith’in bu çalışması yayımlandığında pek bir yankı uyandırmadı. Ancak Prusiner devreye girdiğinde kayıtsızlık kuşkuculuğa dönüşüverdi. Aralık 1986’da Discover dergisinde “Oyunun adı şan şöhret: ama bilim denebilir mi?” başlığıyla Prusiner’e yer verildi. Ne var ki, 11 yıl sonra Prusiner’e Nobel ödülü verildi. Prion örneğinin henüz aydınlığa kavuşmamış yönleri olmakla birlikte, Prusiner’in çalışmasının bu tür beyin hastalıklarının daha iyi kavranmasına katkıda bulunduğu su götürmez bir gerçek. te dördünün midede değil, sindirim yolunun daha altlarında görülmesi olduğunu belirtiyor. Ne var ki, Marshall’ın haklı olduğu artık biliniyor. Marshall bakteri çözeltisini midesine indirdikten sonra beklediğinden daha da çok etkilendi. Kusmaya başlayan araştırmacının midesinde de yangı meydana geldi. Daha sonra yapılan araştırmalar Marshall’ın görüşünü doğruladı ve bu görüş sayesinde ülser tanısı konan milyonlarca hasta her gün asit azaltıcı ilaçlar almak yerine, antibiyotikler sayesinde sağlığına kavuşabildi. 11 SAYISAL TELEİLETİŞİM Kendisi o tarihte ayırdına varmamış olsa bile, Britanyalı mühendis Alec Reeves 1937’de çağdaş sayısal teleiletişim ağının temelini attı. O sırada tüp (radyo lambası) altın çağını yaşıyordu, transistör on yıl geride kalmıştı ve dijital bilgisayarların yaşamımız girmesine daha çok zaman vardı. 1927’de, telsiz telefonlar sayesinde atlantikötesi telefon görüşmeleri olası kılındı. 1930’ların başlarında Reeves aynı zamanda birden çok telefon görüşmesini taşıyabilen daha yüksek frekanslı telsiz telefonların geliştirilmesine katkıda bulundu. Ancak görüşmeler birbirine karışmaktaydı. Bunun üzerine Reeves konuşmaların analog temsillerinin bir dizi telegraf benzeri titreşimlere dönüştürülmesinin sorunu ortadan kaldırabileceğini fark etti. Her bir konuşmacının sesinin gücünü saniyede 8000 kez ölçerek o sinyal gücünü 32 düzeyden birine aktaracak elektrik devreleri tasarladı. Her düzey ayrıca beş ikili sayıdan (bit) oluşan bir dizge ile temsil ediliyordu. En azından kuramda böyleydi. Reeves bu olaydan 25 yıl kadar sonra,“O sırada bunu ekonomik kılacak araç ve gereçler yoktu,” diye yazıyordu. Görevli olduğu ITT şirketi onun buluşu olan darbe kodu modülasyonunun patentini aldı, ama patent süresinin dolduğu 1950’li yıllara dek bir kuruş kazanamadı. ITT yöneticileri sonunda Reeves’i Standart Telekomünikasyon Laboratuvarları’nın araştırma bölümünün başına getirdiler. Bu görevi sırasında Reeves ekibiyle birlikte lazer iletişim araştırmalarını başlattı ve Charles Kao’nun çalışmalarından da destek alarak günümüzde dünyanın her köşesine darbe kodu modülasyonlu sinyaller aktaran fiberoptik ağını oluşturdu. Rita Urgan, New Scientist, 11 Eylül 10 ÜLSERE BİR ÇÖZÜM 1984 yılında, Avustralyalı genç doktor Barry Marshall, o sırada çok yaygın olan bir hastalığın sanıldığı denli içinden çıkılmaz bir hastalık olmadığını kanıtlamak amacıyla, hazırladığı bir bakteri çözeltisini içti. Marshall, yangılı mide dokusunda kıvrık bakterilere tanık olan patoloji uzmanı Robin Warren ile 1981’de tanıştı. Birlikte yaptıkları çalışmalar sonucunda, daha sonra Helicobakter pylori adını verdikleri bakteri türünün mide ya da bağırsak yangısı olan kişilerin çoğunda bulunduğunu ortaya koydular. Tıpkı 1875’te aynı görüşü ortaya atan ve çoktan unutulup giden iki Alman araştırmacı gibi, Marshall ile Warren de hastalığın sorumlusunun bu bakteri olduğu sonucuna vardılar. Marshall daha sonraları,“Sonuçlarımın havada kaldığı gerekçesiyle eleştiri yağmuruna tutuldum. İnsanlar, bilimsel temellere dayanmaktan çok, sırf doğru olamayacağına inandıkları için görüşlerime karşı çıkıyorlardı,” diye yazıyordu. Genellikle doktorların ülserin aşırı düzeyde mide asidinden kaynaklandığı inancına sıkı sıkıya bağlı oldukları ya da bakterilerin midede barınabileceği görüşüne asla akıl erdiremedikleri öne sürülür. Nitekim, Bristol Franchay Hastanesi’nden Richard Harvey bu kuşkuculuğun asıl nedeninin ülserlerin beş 9 PRİONLAR Kanıtlar CreutzfeldtJakob (CJD), kuru ve scrapie gibi “süngerimsi” beyin hastalıklarının virüs ya da bakterilerden bulaşamayacağını ortaya koyunca, sinirbilim uzmanı Stanley Prusiner bu hastalıkların azgın bir proteinden kaynaklanabileceği görüşünü ortaya attı. Bu öylesine uçuk bir görüştü ki, Prusiner’i alaya aldılar. Prusiner söz konusu hastalıkları, Kaliforniya Üniversitesi’ndeki hastalarından birinin CJD’den ölmesi üzerine, 1972 yılında araştırmaya başladı. On yıl sonra Science dergisinde bu hastalığın “protein içeren ve bulaştırılabilen özellikte parçacıklar”, ya da prionlardan kaynaklandığını öne süren bir yazısı yayımlandı. Bu görüş Britanyalı araştırmacıların elde ettikleri bulgulara dayanmaktaydı. Tıbbi Araştırma Konseyi Radyopatoloji Birimi’nden Tikvah Alper 1967 yılında CJD’ye yol açan unsur her ne ise, bunun herhangi bir genetik malzemeyi yok edebilecek düzeylerde morötesi ışınımdan bile etkilenmediğini ortaya koydu. Kısa bir süre sonra Bedford College matematikçilerinden John Stanley Griffith scrapie hastalığının bulaşmasında saltprotein temelli bir sav geliştirdi. Aynı yıl Nature dergisinde Cep telefonları daha az enerji tüketecek! AlcatelLucent şirketinin ARGE faaliyetlerini yürüten Bell Laboratuvarları Başkan Yardımcısı George Rittenhouse, 2629 Eylül tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen PIMRC 2010 etkinliğine konuşmacı olarak katıldı. Kablosuz iletişim alanındaki çalışmaları hakkında dergimize bilgi veren Rittenhouse, çalışmalarını genellikle enerji tüketimini azaltan teknolojiler üzerinde sürdürüyor. Reyhan Oksay CBT 1229/ 13 8 Ekim 2010 A lcatelLucent’in sponsorluğunda, 2629 Eylül tarihlerinde İstanbulLütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde düzenlenen PIMRC 2010 etkinliği, IEEE tarafından 4 yılda bir yapılıyor. Kişisel, iç mekan ve mobil radyo iletişimini konu alan PIMRC (Personal, Indoor and Mobile Radio Communications) sempozyumunun içeriği, fiziksel katmandan yeni gelişen uygulama teknolojilerine kadar çok geniş bir yelpazeyi kapsıyor. AlcatelLucent şirketinin ARGE birimi Bell Laboratuvarları Başkan Yardımcısı George Rittenhouse son yıllarda “Green TouchYeşil Dokunuş” adı verilen proje üzerine yoğunlaştık larını söyledi. Beş yıl süreceği düşünülen bu projenin hedefi, iletişim şebekelerinin enerji tüketimini bin kez daha verimli hale getirmek. Rittenhouse projeyi şöyle açıklıyor: “Bugün mobil iletişimde kablosuz sistem en fazla enerji tüketen alan. Bu alanda enerji tüketimini en aza indirmek için farklı alanlardaki uzmanları bir araya getirdik. Bir hücrenin (cell) kapsama alanı içinde herhangi bir kullanıcının bulunmaması durumunda cep telefonunun iletişim kurma çabaları boşa gidiyor. Enerjiyi hücreden alıp, kişiye yöneltmek ile bu enerjinin boşa harcanmasının önüne geçebileceğiz. Data kişiyi izleyecek. Bu teknoloji çok ileri. Bunu yapmak için gereken algoritma çok karmaşık. Bugün kablosuz sistemler beacon veya pilot denilen kavram lardan yararlanır. Kullanıcı veri göndermediği zamanlarda bile şebeke sizin orada olduğunuzu bilir. Pilot, kablosuz sistem enerjisinin %2030’unu siz konuşmasanız bile sizi bulmaya harcar. Biz şimdi hücrenin içinde insan bulunmadığı zaman bu enerjinin boşa harcanmasını önlemeye çalışıyoruz.” Rittenhouse şu anda 300 proje üzerinde çalıştıklarını ve bunların pek çoğunun şirketlerin talepleri üzerine yürütüldüğünü söylüyor. Bunların dışında “Cloud Computing” adı verilen çok ileri bir teknoloji de ilgi alanları içinde. Cloud computing internete dayanan bir bilgi işleme yöntemi. Bu yöntemde paylaşılmış kaynaklar, yazılımlar ve bilgiler elektrik şebekesi gibi bilgisayarlara veriliyor. Bir diğer projeleri de video görüşmeleri ile ilgili. Sesli konuşma veya mesajlaşmadan daha zor olan video iletişiminin kolaylaştırılması için yeni projeler geliştirdiklerini söyleyen Rittenhouse, aynı zamanda bağlantının rahatsız edici olmamasına (özel yaşama saygılı olması için) da dikkat ettiklerini belirtiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle