23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN 21.Yüzyıl Kimliğini Tanımlamak Türkiye kendini Avrupa’ya katılarak tanımlamayacak. Türkiye olduğu için katılacak. Türkiye’nin Avrupa’ya hangi koşullarla katılacağı sorunu politik bir sorundur. Görünüşe göre katılacağı da yok. Bu birleşme zor olsa da biz dünya ile sandığımızdan daha yapışığız. Dünyadan nerede ayrıldığımızı kendimize soruyor muyuz? ğitim alanında böyle bir sorun yok; turizm alanında böyle bir sorun yok; varlığı göstermelik olsa da, parlamenter demokrasi tanımında bir sorun yok; iletişim alanında bir sorun yok; uluslararası ticaret alanında böyle bir sorun yok; ordu ve savunma alanında bir sorun yok; kısaca biz kuramsal olarak çağdaş dünyanın uyumlu bir üyesiyiz. Aramızda biraz fazla uyumlu olanlardan söz etmeyelim. Bizim toplumun sorunu, kurumların varlığı hatta işlevi konusunda değil. Kavramlara, yanlış da yorumlasak, sahip çıkıyoruz. Sıkıntımız toplumun kırsal kültür ağırlıklı yapısından kaynaklanan uygulama düzeyindedir. Doğrusu istenirse Osmanlı idaresi sadece fiziksel varlık olarak değil, etnik olarak da Avrupalıydı. Sultanları, idarecileri, yeniçerileri, donanması; bunlar İslamlaşmış, İslam giysisi Devletin bütün yönetmelik ve giymiş Avrupalılardı. Osmanlılar öteki yasaları Avrupa’dan çeviriAvrupalılar kadar birbirledir. Nasıl ve ne zaman rini kesmedi. Katolikler, Avrupalı olacağız? Protestanları, Yahudileri ve hazmedemedikleri mezhep Avrupa’da yaşayıp mensuplarını bizden çok Türkiye’ye gelmeyen ve çokesti. Avrupalılar Amerika cukları oraların parlamento yerlilerini, Afrikalıları, Asyalıları da doğradı. ve belediyelerine giren inPolitik ideolojiler nedeniysanlar hâlâ Doğulu mu? Biz le ve ekonomik hegemonbu mübarek Avrupa’nın neya amacı ile de birbirlerini yok ettiler. 20. yüzyılda da reye kadar ortağıyız? bunu iki kez yaptılar. Bizim de bu çorbada tuzumuz var ama Avrupalı ile karşılaştırılamayacak kadar sınırlı. Yine de biz bir tür Avrupalıyız; Arnavut gibi, Bosnalı gibi, Berlin’de, Münih’te, Amsterdam’da yaşayan Türkler gibi. İstanbul bir Avrupa kenti. 19. 20. yüzyılda Avrupa gibi olmak için elinden geleni yapmış. Şimdi de okumuşlar, diğer tarihi yük, sultanın eski Türk töresinden gelen tekliği idi. Sultana her şey mubah, kullarına yasak. Kul bir sultan malı, ülke bir sultan malı. EĞİTİM MEDRESEDE KALINCA Aslında 14. yüzyıla gelene kadar matematik, tıp, coğrafya, İslamda Avrupa’dan geri değildi. Selçuklu çağında figür sanatı bile vardı. Osmanlı tarihini toplumun cehaletini göstermemeye çalışarak yazıyoruz. Oysa evrensel tarihi konjonktürün bir döneminde Osmanlı’nın ayağı sürçmüş; ne geriyi görmüş, ne de ileriyi. Eğitim sadece medresede kalmış. 18. yüzyıldan sonra sadece asker bunun dışına çıkabilmiş. Medrese sadece bilime, felsefeye ve sanata ‘hayır’ demekle kalmamış, medresenin ikinci elden din yorumu, asıl dinin yerine geçmiş. Gerçi bu sadece İslama özgü değil. Hıristiyanlıkta da var. Din her yerde dindir; dini radikalizm de aynıdır. Nitekim Avrupa bilimi de kiliseye bağlı üniversitelerden çok, kiliseye bağlı olmayan düşünürlerin elinde gelişti. 17. yüzyıl ortasında kurulan akademilerde ilk koşul teolojiyi (ilahiyat) tartışma konularının dışında bırakmaktı. Fakat nedense Katolik Habsburg’ların, Ortodoks Romanof’ların bilim, sanat, eğitim için yaptığını Osmanlı yapamadı. Biz Cumhuriyete kadar (asker dışında) bilime gereken ilgiyi göstermedik. Sonra laik Cumhuriyet kuruldu. Kanımca o zaman da bu işlevin yerine gelmesine engel çıkarıldı. Ve bu 1950’den sonra giderek arttı. Şimdi üniversitelerde fizik öğrenenden katlarca fazla ilahiyat okuyan, müstakbel işsizler var. Avrupalıların akademilerinde 17. yüzyıl ortasında dışladıkları şeyi, biz 20. yüzyıl ortasından sonra yeniden ihya ettik. Bizim Avrupalılığımızın farklı tarafı budur. Ortaçağ kafası ile 21. yüzyılda yaşabileceğimizi sanma gibi bir fantezi gelişti bu ülkede. Bugün Müslümanlardan istenen, bir ölçek emperyalizmle, bir ölçek cihathaç ve oryantalist söylem karışımı bir afyonu çekmeleridir. İslam toplumları geçmişi, nasıl oluyorsa, yenileyip durmakta ustalar. TürkiyeErmeni protokolü imzalanırken İsviçre’de çekilen ortak bir fotoğraf gördüm. Kendimi 19. yüzyılda hissettim. Fakat hep yinelemek zorunda olduğum bir gerçeğe inanıyorum: Türk toplumu bütün baskılara karşın bu tartışmaları aşacak kadar insan yetiştirmiştir. E en tutucu oldukları zaman bile, Avrupalı gibi konuşmaya, Avrupalıya referans vermeye çok hevesleniyor. Avrupa OK, Avrupa hello, Amerika OK. Çevremizde Arap gibi düşünen de var. Fakat çam sakızı çoban armağanı gibi bir damla. Devletin bütün yönetmelik ve yasaları Avrupa’dan çeviridir. Nasıl ve ne zaman Avrupalı olacağız? Avrupa’da yaşayıp Türkiye’ye gelmeyen ve çocukları oraların parlamento ve belediyelerine giren insanlar hâlâ Doğulu mu? Biz bu mübarek Avrupa’nın nereye kadar ortağıyız? Gerçekte Türkiye’de , “AvrupalıAvrupalı değil” ikileminin arkasında, ortaçağdan kalan MüslümanHıristiyan karşıtlığı (Haçlımücahit) söylemi var. Fakat bu da yüzeysel; arkasını kazıyınca dincinin IMF’ci olduğunu öğreniyorsunuz. TOPLUM KÜLTÜRÜ AÇISINDAN EKSİKLİKLER Soruna eski klişeleri, önyargıları bırakarak, toplum kültürü açısından bakınca temel sorunumuzun çağdaş uygarlığın bazı parametrelerini uygulamakta geç kalmamız olduğunu görebiliriz. Bunun göstergesi sanat, bilim, felsefe, tarih, roman, tiyatro gibi kültür gösterilerine katılmakta zorlanmamızdır. Katılmakta zorlanmanın nedeni de kentlileşmenin geç kalmasıdır. Şimdi kente gelen daha uzun ve daha çok okuyacak, hem diğerlerinin hakkını yemeyecek, hem kendi hakkını savunacak hem de teknolojiyi daha doğru kullanacak; otomobili at arabası gibi sürmeyecek. Hem de daha çok okuyacak. Bilgi de ortaçağ kafası ile sulandırılmayacak. Bu bir zorunluluk. Osmanlı döneminde geri kalmanın tek bir nedeni vardı: Bizim dışımızdaki dünyaya bağımsız bir varlık olarak bakmamak, başka bir deyişle 18. yüzyıla kadar Diyarı Küfr cahili olmak. Bunun bir nedeni dinse, bir nedeni cehaletti. Biz tek kişi gibi, toplumun da kendi bacağından asılacağını sanıyorduk. Osmanlı devlet düzeninde dinin devletin varlığı ile bütünleşmesi, din dışı bilginin dışlanmasıyla sonuçlandı. Bir Prof. Dr. Murat Günel’e şeref doktorası Tayfun Akgül A çılış konuşması için kürsüye çıkan Rektör Prof. Dr. Yılmaz Esmer, bu yıl 13. akademik yılını açan Bahçeşehir Üniversitesi’nin 12 yıl içinde büyük gelişim gösterdiğini, bugün 10.000 öğrencisinin bulunduğu ve yaklaşık 500 de öğretim elemanının çalıştığı bir seviyeye geldiğini söyledi. Bu yıl Bahçeşehir Üniversitesi’nde bölge ülkelerden 200 öğrencinin eğitim göreceğini anlatan Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel, “Önümüzdeki yıl en az 300, en çok 500 yabancı öğrencinin üniversitemize getirmeyi planlıyoruz” dedi. Yücel’in verdiği bilgilere göre; üniversitenin Beşiktaş Barbaros Kütüphanesi’nde bulunan kitap CBT 1229/2 8 Ekim 2010 kolleksiyonun sürekli büyüyor, bu yıl sadece bir kişi 30 bin kitaplık bir bağış yaptı. Galata’daki Saint Pierre Han Bahçeşehir Üniversitesi tarafından 40 yıllığına kiralandığı en geç iki yıla kadar bu bina restore edilerek kültürsanat faaliyetleri için kullanılacak. Üniversite gen araştırmaları üzerine başarılı çalışmaları bulunan Prof. Dr. Murat Günel’e törende şeref doktorası verdi. Yale Üniversitesi Beyin Damar Hastalıkları Cerrahisi Bilim Dalı Başkanı ve Beyin Genetiği Programı Direktörü Prof. Dr. Murat Günel’in başında bulunduğu ekip, beyin gelişimde çok temel rol oynayan yeni bir genin yanı sıra dört de beyin kanamasına yol açan gen keşfetmişti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle