17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Elektrik enerjisi ve Sinan’sız bir İstanbul sergisinin ardından su tüketimi Prof. Dr. İhsan Mungan, Haliç Üniversitesi Mimarlık Bölümü, [email protected] Su tasarrufuna zorunlu teşviki, suya zam yapmaya indirgemek, ticari alanda uluslararası rekabet gücünü düşürür. Çözüm, su sorunu olacağı anlaşılan ülkemizin her alanında su kullanımını en aza indiren teknolojileri teşvik etmektir. Dr. Haluk Utku, Nükleer Mühendis, Hacettepe Üniversitesi Nükleer Bilimler Enstitüsü Profesörü, Haluk Utku <[email protected] S 2008 yılı yazında yaşadığımız kuraklık, büyük şehirlerimizin barajlarındaki su seviyelerinde ürkütücü düşüş, su kullanımında tasarrufun gerektiği bilincini de perçinledi. 2 Şubat 2010 tarihli Cumhuriyet gazetesi, son 60 yılda Marmara Denizi büyüklüğünde sulak alanın kuruduğu haberine yer ayırarak, “Su Yasası” hazırlanması isteğini yazıyordu. Anımsanacağı üzere her yıl, 2 Şubat günü “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kabul edilmiştir. Yaşamımızın olmazsa olmazı su, artık günümüzde ülkelerarası satılacak mallar listesinde yer alıyor. Eskisi kadar elimizin altında olamayacağını anladığımız suyun tüketimini, olası bir yeni “Su Yasası” çerçevesinde ele alırken, endüstride de kullanımını kurallara bağlamak durumundayız. Bir yandan suya talep artarken diğer yandan endüstrinin can damarı elektrik enerjisine de ihtiyacın artması, üstelik, yüksek miktarlarda su kullanımının öncelikle elektrik üretimi (güç) santrallerinde söz konusu olması, dikkatimizi güç santrallerine yöneltmemizin nedenini oluşturuyor. Güç santrallerinde su kullanımı, esas olarak, türbin çıkışında yararlanılamıyan ısıl enerjinin çekilmesi (yoğunlaştırıcı kısmı) ve baca gazlarının atmosfere salınımı öncesi arındırılma işleminde söz konusudur. Eğer buhar türbinli güç santrallerinin yoğunlaştırıcı kısmı ısıl enerjinin çekilebilmesi için sadece soğutma kulelerinden yararlanıyorsa, tekrar tedariki gereken su miktarı, mevsimsel ve coğrafi şartlara bağlı olarak, yoğunlaştırıcıdaki ısıl enerjinin çekimi için gereken toplam su ihtiyacının %25 ila %70 kadarına ulaşabilmektedir. 500 milyon watt (MW) elektrik gücündeki bir santral, yılın 310 günü elektrik üretse, yoğunlaştırıcı kısmında artık ısının çekilebilmesi için buna karşı gelen su kullanımı en iyimser tahminle toplam 3,2 milyon metreküpü bulabilmektedir. Bu miktar 10 metre derinliğinde 320 dönümlük yüzey alanına sahip bir havuz dolusu suya karşı gelir. Gaz türbinli santrallerde ise yıllık kullanım, aynı derinlikte 71 dönümlük havuz eşdeğeri suyu bulabilmektedir. Ülkemizdeki tüm güç santralleri hesaba katıldığında, kullanılan suyun ne kadarını tasarruf edebiliriz sorusu da anlam kazanır. Eğer ısıl enerji bir göle aktarılıyorsa, deneysel bazı veriler, aktarılan ısının göldeki buharlaşmaya fazladan katkısını en aza indirebilmek için, üretilen her bir MW güç başına 4 dönümün biraz üzerinde bir göl yüzey alanına ihtiyaç duyulduğuna işaret eder. Bu nedenle, buharlaşma bakımından en uygun baraj gölü derinliğiyüzey alanı hesapları, güç santrali tasarım hesaplarına taşınmıştır. Kömür santrallerindeki baca atığının kül ve kükürt dioksitten arındırılması işleminde kullanılan suyun en az miktarlara indirilmesi için, yeni teknolojik yöntemler devreye girmektedir. Keza doğal gaz santrallerinin baca çıkışından azot oksitli gazların arındırılmasındaki su kullanımı yeni yöntemlerle azaltılmaya çalışılmakta, tüketimi azaltan yöntemlere yönlendirme, yönetmeliklere getirilen sınırlamalarla zorunluluğa dönüştürülmektedir. Çağdaş teknolojik yöntemler bir yandan bacadan zararlı atık oranlarını en aza indirirken, diğer yandan su tasarrufuna odaklanmaktadır. Gelişmiş ülkelerde güç santrallerindeki su kullanımı, ülkedeki toplam su kullanımının %45’lerine kadar varabilen bir paya sahiptir. Bunu sırası ile tarımsal sulama ve yerleşim yerlerine su tedariki takip eder. Bu nedenle su tasarrufuna zorunlu teşviki, salt kullanılan suyun metreküpüne zam yapmaya indirgemek, ticari alanda uluslararası rekabet gücündeki kaybı beraberinde getirir. Çözüm, su sorunu olacağı anlaşılan ülkemizin her alanında su kullanımını en aza indiren teknolojileri teşvik etmektir. Üstelik bu yöntem, yeni bir iş kolu ve istihdamda yaratarak sebep olduğu fazladan yatırımı da zamanla karşılar. abancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesinde her yıl birkaç güzel sergi düzenlenir ve bu yolla İstanbul’un kültür yaşamına çok önemli bir katkıda bulunulur. Son serginin konusu, EFSANE İSTANBUL ana başlığı altında İstanbul’un 8000 yıllık kültür ve sanat tarihiydi. İddialı konusundan ve İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde düzenlenmiş olmasından dolayı sergiden beklentimiz büyüktü. Kent kültürü dendiğinde mimari ve şehircilik en önde gelen ögeleridir. Bu nedenle bir ‘kent sergisi’nde şehirciliğin ve mimarinin en önde yer alması gerekir. Ancak ne şehircilik ne de mimari vardı. İstanbul, ‘tarih öncesi ve bir kentin doğuşu’, ‘Konstantinopolis: Bizans İmparatorluğunun başkenti’ ve ‘Konstantaniyyeİstanbul: Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti’ başlıkları altında üç bölümde tanıtılıyordu. İlk başlık altında başarılı bulduğumuz sergilemede önceliğin, kent ve kentteki yaşamla ilgili bilgilerin kısıtlı olması nedeniyle, arkeolojide olması doğaldır. Ancak Bizans’tan başlayarak kent dokusuna, kentteki yaşama ve mimariye daha çok yer verilmeliydi. Sergide Ayasofya gibi mimarlık ve mühendislik tarihi yönünden çok önemli bir esere, yapım yılı ve yapımcıları belirtilmeden, otantik de olmayan kubbe bezemesini gösteren sadece bir fotoğrafla yer verilmiş olması da eksiklikti. Osmanlı dönemi ‘Osmanlı başkentinde kurum ve faaliyetler’ ile ‘İstanbul’da sanat ve imge’ alt başlıkları altında ele alınmıştı. Şehircilik ve mimari için bütün veriler duruyorken, bu dönemin kent yaşamı ve mimarisinin sadece açıklamasız bazı panoramik resimler, nostaljik saydam gösterileri, müzelerden bazı eserler ile kenti tanıtan bu sergide yer alması gerekmeyen süslü bir Osmanlı çadırı aracılığıyla ‘geçiştirilmiş’ olmasına şaşırdık. Muhteşem camileriyle İstanbul’un siluetini Üsküdar’dan Edirnekapı’ya kadar devam eden bir aks boyunca belirle yen, Süleymaniye Külliyesi ile kentte 16. yüzyılda eşsiz bir kültür merkezi yaratan büyük Şehirci, Mimar, Mühendis ve Sanatçı SİNAN’ın adı neden bu sergide geçmedi? Meslek gruplarına göre düzenlenmiş olan Kapalıçarşı dünyanın ilk ve en büyük kapalı alışveriş merkezlerinden biri olduğu halde sergide yoktu. Ya Topkapı Sarayı; dünyanın hangi başkentinde bu kadar insancıl boyutlarda ve mütevazı bir saray vardır? Ayrıca İstanbul, Osmanlı döneminde, konut ve konak kültüründe ahşabın özgün ve yaygın olarak kullanılması yönünden, dünyanın en büyük ve en önde gelen başkentiydi. Neden bütün bu kültür varlıkları ve Osmanlı’nın zengin kültür yaşamı bu sergide yer almadı ve vurgulanmadı? Bu konsept eksikliğine bazı özensizlikleri de katabiliriz. Örneğin, ‘İstanbul’un Kubbeleri’ başlıklı panoda 7 Bizans kubbesini tanıtan alt yazılarda Küçük Ayasofya, Ayasofya, Aya İrini ve Kariye için ‘müze’ deyimi kullanılırken, Myrelaion Manastırı kilisesi, Pantokrator ve Pammakaristos için ‘kilise’ deyimi kullanılmış ve halen cami olarak kullanılmakta olan bu sonuncularda caminin adı eklenmiş. Halen müze olan kiliselerin de önce ‘kilise’ olarak belirtilmesi gerekirdi. Örneğin, Ayasofya için ‘kilisecamimüze’ şeklindeki kronolojik işlev değişimi belirtilmeliydi. Yapım yılları bilindiği halde, Bizans kubbeleri için sadece yapıldıkları yüzyıl belirtilirken, Osmanlı kubbelerinin hepsinin yapım yılı yazılmıştı. Panoda yer alan 15 Osmanlı kubbesinin seçim kriterini de anlayamadık. Sonuçta, İstanbul’u Avrupa Kültür Başkenti olarak tanıtma amacını taşıyan bu sergiyi gezen yabancı turist sergiden şu izlenimle ayrılabilir: Bu kentte tarih öncesinde çok zengin bir kültür varmış; kazılarda bulunan eserler bunu belgeliyor. Bizanslılar birtakım kiliseler inşa etmişler, Osmanlılar bu kiliseleri önce camiye çevirmişler, taklit etmişler; müzeye çevirdikleri de olmuş. Onlar zaten başkentlerinde bile süslü çadırlarda yaşarlarmış. Ama el sanatlarında çok ileriymişler. Harika çini, süs eşyası, mücevher ve tezhip işleri yapmışlar, Kur’anlar yazmışlar... Baştarafı 14. sayfadan 17 AĞUSTOS 1999 İZMİT DEPREMİNE İLİŞKİN SONUÇLAR Şekil6’da gösterilen Türkiye’nin kuzeybatısının girişimölçümü ERS2 uydusunun 35 günlük periyotlar halinde aldığı görüntülerle oluşturulmuştur. Elde edilen her haritadaki renkli girişim desenleri 28 mm’ ye eşittir (ERS dalgaboyunun yarısı). Faz ölçümü görelidir, bu görelilikten hareketle merkezdeki fayın sınırlarındaki faz döngülerinden fayın bozunumu hesaplanabilir. Bu hesaplara göre İzmit depreminde, fayın güneyindeki parça 70 cm’den fazla yükselmiş, kuzeydeki bölüm de benzer miktarda aşağı doğru hareket etmiştir. ERS’nin gözlem uzunluğu neredeyse tüm fay boyuncadır fakat 23 derecelik dikey Şekil6: Türkiye’ nin kuzeybatısının girişimöl açıya sahiptir çümü ERS2 uydusunun 35 günlük periyotlar halinde aldığı görüntülerle oluşturulmuştur. ve İzmit depremi genel olarak yatay bir bir harekete neden olmuştur. Gözlem doğrultusundaki 1,4 m’lik fark yatay doğrultuda 4 m’lik bir farka denk gelir. İzmit depremi, deprem gözleminde InSAR sisteminin ne kadar önem kazandığını bir kez daha göstermiştir. Büyüklüğü 7.5 olan bu depremin üçüncü yüzey kırılması İzmit körfezinin açıklarında meydana gelmiş ve alan jeologları bu kırılmanın büyüklüğünün ölçememişlerdir. Bununla beraber depremin sınırının kararlaştırılmasında önce Hersek deltasının doğusunda İzmit’ in 35 km batısının sınır olduğu belirlenmiş fakat daha sonra InSAR verileri bu sınırın Hersek deltasının en az 10 km ötesinde 1 metrenin üzerinde bir kayma olduğunu ortaya koymuştur. (Wright 2001b ) Bu sınır bölgesi gelecekte İstanbul bölgesinde olabilecek bir felaketi belirlemek için önemli bir değişkendir. İzmit depremi, 1939’dan beri İstanbul doğrultusunda 1000 km’den fazlası kırılan Şekil7: Deprem, Arap ve Avrasya plakalarıKuzey Anadolu fayının nın arasında yeryüzü hareketlerinden dolayedinci depremiydi. yı biriken gerilimin boşalmasıyla oluştu. KAF’ın son büyük depremleri 1509 ve 1766’ da İstanbul’un güneyinde olmuştur (Ambraseys & Jackson 2000). Ardında 160 km’lik bir yarık ve 1999’dan daha büyük bir felaket potansiyeli bırakmıştır.(bkz. Şekil7) Tom Parsons ve US Geological Survey’deki meslektaşları bölgenin deprem geçmişine ve İzmit depremindeki kayma modeline bakarak İstanbul’u sallayacak olası bir deprem hesabı yapmışlardır. Bu son cümle önemlidir, çünkü İzmit depremi fayın sonunda her iki tarafta da deprem oluşumu için uygun sıkıştırma alanları sağlamıştır. Sadece InSAR verisi kullanarak çabucak bir deprem modeli hazırlanabilir ve bu model son deprem fayına uygulandığında, İzmit depreminden itibaren önümüzdeki 30 yıl içinde İstanbul’da büyük bir deprem olması olasılığı %62 olarak bulunur. Bu, dünyadaki fay bölgeleri içindeki en yüksek olasılıklardan biridir. Kaynaklar; Remote monitoring of the earthquake cycle using satellite radar interferometry (2002) Tim J. WRIGHT CBT 1229/ 19 8 Ekim 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle