02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR IŞIĞI KOKLAYARAK ALGILAMAK Bilim insanlarının genetik değişimden geçirdikleri fareler, ışığı bir dereceye kadar koklayabiliyor. Harvard Üniversitesi’nde Venkatesh N. Murthy ve arkadaşları, fareleri, kokuların algılanmasından sorumlu nöronların, hücreleri ışıkla uyaran belli başlı proteinleri üretecek şekilde genetik değişimden geçirmiş. Kanal rodopsini olarak bilinen hücreler normalde yosunlarda bulunur ve ışık uyarılarına karşı reaksiyon gösterir. Bilim insanlarının amacı bir koku uyarısının koku alma soğanında birbirine bağlı çok sayıda sinir hücreleri tarafından ne şekilde iletildiğini öğrenmekti. Koku alma soğanı, içinde üç tür nöronun peşipeşine devreye girdiği olfaktorik kanalın bir parçasıdır. Bu nöronlar burundaki duyu hücrelerindeki uyartıları beyne iletirler. Ancak bu sinir hücrelerinin ne şekilde birbirine bağlı olarak işlediğini araştırmak zordur diyor araştırmacılar Nature Neuroscience dergisinde. Nitekim sinir hücreleri kokuları ayrı ayrı algılayamadıkları gibi birçok koku aynı anda hücrelere ulaşmıyor. Kokunun ne şekilde beyne iletildiğini anlamak için belli başlı hücre demetlerini tek tek çalıştırabilmek için gereklidir. Bilim insanları bu yüzden farelerin koku hücrelerini yeniden programlamış. Sinir hücreleri uzamsal ışık modülatörü olarak isimlendirilen teknik bir düzenlemeyle uyarılmış. Uzamsal ışık modülatörü ile milimetrenin binde 2075’i büyüklüğünde ışık noktacıkları üretilmiş. Daha sonra ise bu şekilde yaratılan uyartılar koku sinirlerinde ölçülmüş. Bilim insanları koku duyusunun gizlerini çözebilmeyi umuyor. MPK1 geninin işlevi, depresyonun gelişiminde esaslı bir neden ya da en azından önemli bir faktör olabilir, diyor Ronald Duman. Tahminlere göre depresyon ve diğer psişik hastalıklar genetik nedenler dışında çok sayıda faktörlerle gelişebiliyor. MKP1 geniyle ilgili yeni sonuçlar, yeni ilaçların geliştirilmesinde yardımcı olacak. önlem olabileceğini göstermekte , diyor Pittsburgh Üniversitesi’nden Kirk I. Erickson. Bilim insanları dört yıl sonra, bellek bozukluğu veya demansın ilk belirtilerini kontrol edince, 116 kişide bu tür rahatsızlıkların başladığını saptamış. Bu grup arasında da yürüyüş yapanların daha iyi durumda oldukları görülmüş. En fazla yürüyenlerde risk yarı yarıya düşüyor, diyor uzmanlar. DANG HUMMASI KÜRSEL TEHDİT HALİNE GELİYOR Dünya Sağlık Organizasyonu’ndan (WHO) yapılan açıklamaya göre, ölümcül Dang humması vakalarında son on yıllarda yüzde ellinin üzerinde bir artış söz konusu. Hastalığın günümüzde ortaya çıkması dünya sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturuyor. WHO YÜRÜMEK BELLEĞE DE İYİ GELİYOR Sık sık yürüyüş yapanlar ya da kısa mesafelere dolmuş veya otobüse yerine yürüyerek gidenler sadece bedenlerine değil beyinlerine de iyilik yapmış oluyor. Neurology dergisinde yayımlanan son bir araştırmaya göre, orta yaşlı insanlar haftada 1015 km. yürüyerek, demans riskini yüzde kırk oranında azaltıyor ve ilerleyen yaşa bağlı olarak beyin küçülmesini de önlüyor. Bellek kaybı için sadece beyin antrenmanı değil bedensel hareketlerin de yararlı olduğu son yıllarda birçok araştırmayla kanıtlanıyor. Mesela İskandinav bilim insanlarının iki yıl önce gerçekleştirdikleri araştırmayla haftada iki kez yapılan sporun b i l e Alzheimer riskini yüzde altmış oranında düşürdüğünü ortaya çıkmıştı. Amerikalılar da şimdi normal yürümenin bile fark yarattığını buldu. 299 kişinin haftalık yürüme alışkanlığı öğrenildikten sonra, dokuz yıl sonra beyinlerinin MRT çekimlerini incelemişler. Sonuçlara göre orta yaşlarda haftada en az 1015 km yürüyenlerin gri beyin hacimleri, çok daha az hareket edenlere göre daha büyük. Ayrıca yürüyenlerin beyinleri daha az büzülmüştü. Bununla birlikte 15 km’den fazla yürümek hacmin büyümesine yardımcı olmuyor. Beynimiz ilerleyen yaşla birlikte küçülmekte bu da bellek sorunlarına neden olabiliyor. Araştırmamız bedensel hareketlerin yaşlı yetişkinlerde demans ve Alzheimere karşı DİREKSİYON BAŞINDA UYUKLAMAYA SON VERECEK GELİŞME Yeni geliştirilen bir enfraruj LED lambası direksiyon başındaki uyuklamaları zamanında algılayacak. Bunun için IRLER olarak adlandırılan lambayla birlikte özel bir sensor gerekiyor. Bu sensor insanlar için görünmez olan 850 nanometre dalga boyundaki enfraruj ışığı algılayarak bununla elde edilen görüntüyü değerlendiriyor. Tüm bunlar sürücüden habersiz olarak gerçekleşmekte. Sürücünün bakış açısına yerleştirilen kamera bir görüntü değerlendirme yazılımıyla, sürücünün yorgun veya dalgın olduğunu algılıyor. Küçük boyutu ve 40 derecelik alanı gören dahili mercek sayesinde SFH4236 tipi bir LED, kolaylıkla gösterge tablosuna iliştirilebiliyor. Siemens firmasının bir yan kuruluşu OLASI DEPRESYON GENİ BULUNDU Araştırmalarını Nature Medicine dergisinde yayımlayan Y a l e Üniversitesi’nden Amerikalı bilim insanları, depresyonun gelişiminde etkili olduğu sanılan bir gen saptadı. Hayatını kaybeden depresyonlu 21 kişinin DNA’sını, sağlıklı kontrol grubuyla karşılaştırmışlar. MKP1 genini dikkate almışlar. Bu gen, nöronların işlevi için önemli olan MAP kinaz sinyal ileti yolunu ayarlıyor. Deney farelerinde MKP1 genini devre dışı bırakan bilim insanları hayvanlara karşı dayanıklı olduğunu görmüşler. Oysa bu gene sahip fareler stres altındayken depresyona benzer semptomlar gösteriyorlar. olan Osram Opto Semiconductors firması tarafından geliştirilen IRLED’in ömrü birkaç 10.000 saatten fazla. Bu süre bir aracın ortalama ömründen dört misli olduğu için de IRLED’in değiştirilmesi gerekmiyor. hastalığın görüldüğü ülkelerde acil önlemler alınmadığı takdirde durumun daha da kötüleşeceği konusunda uyarıyor. Dünya nüfusunun beşte ikisi risk altında. Hastalığa yakalananların büyük bir kısmı AsyaPasifik bölgesinde yaşıyor. Sivrisineklerden bulaşan Dang humması gribe benzer semptomlar gösteriyor. Hastalık sürecinde hemorajik ateş ortaya çıktığında hastalık ölümcül hale geliyor. Hastalığın özellikle de Batı Pasifik ülkelerinde artış göstermesi ve hastalığın daha önce görülmediği ülkelerde de ortaya çıkması nedeniyle önlemlerin bir an önce alınması gerekiyor, diyor WHO. Özellikle Laos ve Filipinler büyük tehdit altında. Dünya nüfusunun ise yüzde kırkı hastalanma riskiyle karşı karşıya. Bu 2.5 milyarlık nüfusun yüzde yetmişten fazlası AsyaPasifik bölgesinde yaşıyor. Dang hummasının artışı birçok faktöre bağlı olabilir. Bunların arasında sıcaklık artışı ve daha fazla yağış da yer alıyor. Bu sıcak ve yağışlı hava sivrisinekler için uygun koşullar hazırlıyor. Ayrıca özellikle de kentlerdeki nüfus artışı ve daha fazla uluslararası trafik de etkili olabilir, diyor uzmanlar. Dang humması vakalarındaki artışın küresel ısınmayla ilgili olduğunu kanıtlayan veriler yok, diyor WHO. Nilgün Özbaşaran Dede Araştırma İNSANLIK YILDA BİR BUÇUK GEZEGEN TÜKETİYOR “Living Planet 2010” raporu, küresel çevrenin çarpıcı gelişimini gözler önüne serdi WWF (Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından iki yılda bir açıklanan küresel çevre raporuna (“Living Planet Report”) göre doğa, insanlığın bir yılda aldığını yerine koymak için bir buçuk yıl harcıyor. Rapor, dünyamızın “sağlık durumu” için bir teşhis niteliğinde ve 1970 yılından bu yana otuzdan fazla türün yok olduğunu gösteriyor. Yetmişli yıllardan itibaren ayrıca farklı kara, deniz ve tatlı su ekosistemleri için karakteristik olan 2500 hayvan türünden yaklaşık yüzde otuzu tükenmiş. Tropikal bölgelerdeyse durum daha da vahim, buralardaki tükeniş neredeyse yüzde altmış civarında. Küresel çevre raporuna göre türlerin tükenişi, hammadde ve doğal rezerv talebinin durmadan artmasına bağlı. Gıda ve enerji ve diğer doğal hammadde talebini karşılamak için insanoğlunun ikinci bir gezegene ihtiyacı var, diyor bilim insanları. Son veriler ve daha gelişkin ölçüm yöntemleri, insanlığın 1970’li yıllardan itibaren dünyamızın “yenileyebileceğinden” daha fazlasını kullanmaya başladığını gösteriyor. 2006 yılında yapılan hesaplarla insanlığın 2050 yılında ikinci bir gezegene ihtiyaç duyacağı hesaplanmıştı. Son rapor bu tarihi 2030 yılına çekti. Yüzde 40’lık oranla en fazla hammadde tüketenler OECD devletleri. Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya da yüksek nüfus nedeniyle en fazla ekolojik ayak izi bırakanlar arasında yer alıyor. Ekolojik ayak izlerinin yarısı enerji kazanımına uzanıyor. Ancak balıkçılık ve tarım alanlarının kazanılması da doğaya büyük zararlar veriyor. Bilim insanları, dünya nüfusunun durmadan artan hammadde ihtiyacını karşılayacak çözümlerin bir an önce üretilmesi konusunda uyarıyorlar. CBT 1232/ 4 29 Ekim 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle