Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Geçtiğimiz Köprünün Öteki Ucu, Gelecek Garip bir ikilem yaşıyor İslam toplumları. Dünyanın neredeyse beşte birini oluşturmalarına karşın eğitim ve teknolojide geri kaldıkları için uluslararası kararlarda doğrudan hiçbir etkileri yok. Sadece hammadde kaynakları ya da Türkiye gibi ikinci sınıf teknolojinin aracılığıyla adları dünya perdesine çıkıyor. Dünya onlara neredeyse sömürge muamelesi yapıyor. I lımlı İslam bir Batı uydurması, yani yeniden formüle edilmiş bir sömürge projesi. İslam toplumlarında, Türkiye’de dahil, çağdaş dünya söylemine katılma yeteneği olan aydınlar izole ediliyor. Dünya ile konuşup anlaşabilecek olanların eli kolu bağlı. Türkiye’nin görece özgür ortamı dışında, bunların pek çoğu ülkelerini terk etmiş ya da terk etmeye zorlanmış. Avrupa ve Amerika’da yaşıyor ve yazıyorlar. İslam ülkelerinde ya sömürge çığırtkanlarının ya da köktenci Amerikan ve Yahudi düşmanlarının sesi çıkıyor. Bu bağlamda suç temelde Batılı emperyalistlerindir. İslam ülkelerinde ya ortaklık kuruyorlar ya da düşman üretiyorlar. İran, Mısır ya da Sudan Batı’yı sömüremez. Ama Batı’nın 19. yüzyıldan arta kalmış sömürü mekanizmaları çalışmaya devam ediyor. Bu sömürünün çeşitli aşamalarda bugüne kadar sürdüğünün farkına varması Müslümanlar için Kalaşnikoftan daha etkili bir silah olurdu. Sadece Müslüman ülkelerin değil, dünyanın bütün fakir ülkelerinin sömürüye direnmeleri kadar gelecek için yeniden örgütlenmeleri gerek. Dünya sömüren sömürülen antagonizmasını aşmak zorundadır. Bunu aşmakla emperyalizmin ve kapitalizmin sonunu ilan etmek belki de aynı anlama geliyor. Fakat insanlığın güçlerini birleştirip yaşamını sürdürebilmesi buna bağlıdır. Çağdaşlık bu ortak çabanın ortağı olmaktır. Bütün dünya için sınırları neredeyse tanımlanmış, çağdaş teknolojinin saptadığı bir gelecek var. Bu amacı gerçekleştirmek için örgütlenmiş topluma bilgi toplumu deniyor. Her ülke aynı şekilde örgütlenen bir bilimteknoloji ve üretim toplumuna dönüşecek. Aya giden astronotlar nasıl aynı teknolojik giysileri giyiyorlarsa, geleceğe ulaşabilecek toplumlar da aynı yöntemleri kullanacaklar. Bu, herkesin birbirinin gözünü oyduğu dünyada, bir ütopya gibi gözüküyor. Bu tek uygarlığa katılma dışında bir yol yok. Müslüman, Hıristiyan, Hindu bu dönemde ancak yeşil gözlü, kara gözlü, mavi gözlü kadar birbirlerinden ayrı olabilir. El marifetinden çok kafaya gereksinim olan bir çağa geldik. Böyle bir dünyanın yaratacağı robot insan modeli üzerinde çok yazı yazıldı, filmler çevrildi. Modelin insan kalması bize bağlı. Türkiye beş on yıl içinde ister yağmur duası ile, ister okuyup üfleyerek, ister bilim yoluyla bilim toplumuna dönüşmek, şimdiye kadar görülmemiş bir sıçrama yapmak zorunda. Bunu yapamayan toplumlar bu yüzyılın yarısına varmadan sömürge adayı olmakla kalmayacak, 22. yüzyılda yaşamlarını sürdürmeleri bile sorgulanır duruma gelecek. cel ve çağdaş bir sorunumuz var. Çağdaş, çünkü milyarlarca insanla birlikte yapılması gerek. Bunun insanları birleşmeye ve eşitliğe yönelteceği düşünülebilir. Bu mücadelede kaçmak, hatta umutsuz olmak bile olanaksız. İnsanlar yaşamak için, birbirleriyle değil, tarihin ilk zamanlarında olduğu gibi, doğaya karşı savaşacak. Gerçi insanlık tarihine bakınca, yaşamak için diğerlerini yok etmek gibi yöntemlere başvurulmayacağını da garanti edemeyiz. Yok etme olanağı da Müslümanların elinde değil. TÜRKİYE HANGİ KONUMDA OLACAK? Böyle bir gelecek öngörüsünde Türkiye hangi konumda olacak? Kimisi “Ellen gelen düğün bayram” diyebilir. Kimisi “alnımıza yazılmışsa olur” diyebilir. Fakat Türk toplumu tarih boyunca ayakta kalmış bir toplum. İçerden ve dışarıdan büyük bir gerici baskı altında olmasına karşın dinamik ve üretici. Üretme alanları çarpık saptanmış olabilir, ama üretemez değil. Kaldı ki bugünkü somut gerçekler karşısında bütün devletler modası geçmiş strüktürlerdir. Çağımızın sorunu da bu. Yeni bir dünya bilince ulaşmak ve ona göre örgütlenmek gerekiyor. Fakat yokolmanın modeli yok. Geri kalmışlık ulusal kültür değil. Birbirlerine ‘bye bye’ diyen geleneksel kültürü yok eden ortaklıklara işaret ediyor. Ayran mı daha çok içiyoruz, Koka Kola mı? Bilim teknoloji, felsefe, sanat, spor, savaş dünya ile ortak. ‘Türkler daha iyi savaşırlardı.’ Sadece tarih kitaplarında geçerli. Türkler iyi futbol oynuyorlar mı, aranan musiki yaratıyorlar mı? Savaş aracı üretiyorlar mı? Eğitimleri yeterli mi? Yanıt bekleyen sorular bunlar. Çağdaşlık bu. Bunların yanında bugünkü politik söylem sokakta körebe oynamaya benziyor. Bilimteknoloji ikilisinin tanımladığı ve buna bütün dünya kültürlerinden süzülmüş verilerin saptadığı tek yaşam düzenine bütün boyutlarıyla katılmaktan başka yol yok. Çağdaş dünyaya bilgi toplumunu örgütleyerek katılmak ve toplumu bilinçlendirmek için çaba göstermek. İşimiz sadece bu! FÜTÜROLOJİK ABARTMA DEĞİL Bu gözlemler, fütürolojik bir abartma olarak görülmeyecek kadar olası. Fakat dünyanın nüfusu henüz altı milyar iken bunun bir milyarı aç ise, yüzyılın ortasında öngörülen 9 milyar nüfusun ne kadarının aç kalacağı, durumun o kadar abartma olmadığını gösteriyor. Amerika’nın son Irak seferinden sonra, atom bombası olan ülkelerin kendi yaşamlarını tehlikeye sokan fazla nüfusu yok etmeyeceği garantisi yok. Kimi öngörülere göre iklimsel değişiklikler fazla nüfusu doğal yollarla zaten yok edecek. Bu felaketleri kontrol edeceğimizi kabul etsek bile gelecekle ilgili sorunların doğası değişmiyor. Teknoloji sıçramasını dünya ile eşzamanlı olarak yapmak zorundayız. Bunun kurgusunun ve değişim aşamalarının akıllı bir devlet tarafından hazırlanması gerekir. Bu bilince sahip devlet adamlarını nasıl bulacağız? Bu sorun Müslümanların ortak sorunudur. Bütün tarihi devrimlerden daha köktenci bu yeni teknoloji devriminin liderleri ancak toplumsal bilinç dalgalarıyla başa gelir. Başka bir deyişle ilk sıçramanın toplum tarafından yapılması gerek. İslam toplumları gibi kaderci toplumların büyük ve çağdaş bir sıçrama yapmasını beklemek gibi gün 29. İstanbul Kitap Fuarı’nın onur konuğu: DOĞAN KUBAN Bu yıl 30 Ekim ile 7 Kasım arasında gerçekleştirilecek olan 29. İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı seçilen Prof. Dr. Doğan Kuban, değerli bir mimarlık ve sanat tarihçisi, sanat eleştirmeni, yazar olman ötesinde, Türkiye’de tarihi çevrenin korunması alanında da öncü bir rol üstleniyor. Özellikle Anadolu’da oluşan Türk mimarisinin kaynaklarına ve gelişimine ışık tutan Kuban, Sivas Divriği Külliyesi’nin ortaçağ sanatı bağlamında sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en büyük yapıtlarından biri olduğunu savunuyor.* Bu konuda ülkemizin en etkin uzmanı. Fuar’ın açılış günü olan 30 Ekim cumartesi günü Tüyap Doğan Hızlan Kitaplığı Heybeliada Salonu’nda saat 15:0016:00 arasında “29. İstanbul Kitap Fuarı Onur yazarı Doğan Kuban” konulu bir söyleşi gerçekleştirilecek. Cumhuriyet Kitapları’nın düzenlediği söyleşiye Semra Germaner, Nur Akın, Ayla Ödekan, Çoşkun Karadeniz konuşmacı olarak katılacaklar. Söyleşiden sonra saat 16:0017:00’de, aralarında Cumhuriyet Kitapları’ndan yeni çıkan Çağdaş Bir Gelecek içinTürkiye’nin Bağımsızlık Savaşı isimli kitabının da bulunduğu eserlerini imzalayacak. 1 Kasım 2010 tarihinde ise Büyükada Salonu’nda saat 15:3016:30 arasında “Dil Sorunu En Duru Kimlik Sorunudur” başlıklı söyleşiye konuşmacı olarak katılacak. Söyleşiyi Ulusal Eğitim DerneğiÖğretmen Dünyası düzenliyor. *28 Ekim 2010 tarihli Kitap ekinde yer alan Gamze Akdemir’in Doğan Kuban ile yaptığı “Bakıyoruz ama okumuyoruz” başlıklı söyleşisi Tayfun Akgül CBT 1232/2 29 Ekim 2010