05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yirmi Birinci Yüzyılın Eğitim Paradigmaları Galileo “İnsana bir şey öğretebilmenin yolu, öğrenmeyi ancak kendi içinde bulabileceğini öğretmektir” demişti... Dünyadaki ve ülkemizdeki başdöndürücü değişimler eğitimin çağdaş insan modeli yetiştirmekteki toplumsal misyonunu yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor. Prof. Dr. Tülay Bozkurt (İstanbul Kültür Üniversitesi) Y irmi birinci yüzyıla damgasını vuran iki büyük gelişme, genetik ve dijital teknolojideki ilerleme olarak tanımlanıyor. Bazılarının devrim olarak nitelendirdiği bu gelişmeler, tüm kurumları ve kurumların içerisinde yer alan insan etkileşimlerini, daha önceki çağlardan farklı kılıyor. Dijital devrim teknolojiye bağımlılığı arttırıp, yaşam biçimlerini teknoloji ekseninde biçimlendirirken, genetik devrim, insan ufkunu açan, insan doğa ilişkilerini sorgulanabilir hale dönüştüren yeni perspektifler sunuyor. Öte yandan, küreselleşme ve iş dünyasındaki postfordist gelişmelerin ortaya çıkardığı esnek yapılanma ihtiyacı, çalışma ilişkilerinin de yeniden organizasyonunu gerektiriyor. Bazı meslek alanları yok olurken yeni iş ve meslek alanları oluşuyor. Bu süreç içerisinde yer alacak insan gücünün de, doğal olarak, esnek yapılanmaya uyum sağlayacak özellikler taşıması gerekiyor. Bu dönem aynı zamanda uluslararası ekonomik rekabet ve küresel gelişmelerin sosyal refah devleti kavramını ciddi ölçüde erozyona uğrattığı tarihsel bir kesite de işaret ediyor. Bir yandan dünya artan işsizlik sorunu ile yüzleşmek durumunda kalırken bir yandan da nitelikli insan gücüne ihtiyaç artıyor. Bu çok değişkenli bilinmezlik ortamında, insan kaynağı yetiştirmenin çok büyük bir sorumluluk taşıdığı, bu açıdan eğitimcilere büyük görevler düştüğü de bir gerçek. madan öğrenmeyi öğrenen özellikler taşıması bekleniyor. Bunların hemen hepsi eğitim yolu ile kazanılabilen yetkinlikler. Eğitim bu yönü ile insan mühendisliği. Böyle karmaşık ve çok yönlü insan modeli yetiştirmekle ilgili arayışlar eğitim paradigmalarında da değişimler gerektiriyor. Bu tartışmaların odak noktasını ö renci merkezli e itim oluşturuyor. Kısaca bu kavram, öğrencinin birey olarak gizil potansiyellerinin farkına varacak ve öğrenme profiline uygun yollarla bilgi, beceri, tutum ve davranışları bizzat kazanmasına yardımcı olacak öğrenme iklimi oluşturulması sürecine işaret ediyor. Yirminci yüzyılın başlarında popüler olan ve psikolojideki davranışçı ekolün önderliğinde gelişen “ne, ne zaman, nasıl, kim” sorularına cevap verebilecek niteliklerle donatılmış, ‘öğrenciyi ezbere yönlendiren’ öğretim yöntemleri, yerini “hangi bilgiyi niçin öğreneceğini” sorgulayabilen öğrenci yetiştirmeyi hedef tutan paradigmalara bırakıyor. TÜRK YE NEREDE? Tüm bu çağdaş arayışlar Türkiye’de gerçek anlamda yaşama aktarılabiliyor mu? OECD ülkeleri arasında eğitime en fazla para aktaran ülke konumunda iken, eğitim kalitesi bakımından dünya sıralamasında 70inci sırada olmamız, yüzleşmemiz gereken bir olgu. Disiplinli, yaratıcı, sentezleyici, sorumlu ve saygılı etik aklın oluşması, öğrenme metotları kadar eğitim felsefesini de irdelemeyi gerektiren uzun soluklu bir süreç. Eğitim felsefesi makro düzeyde ulusal eğitim politikaları ile ilgiliyken mikro düzeyde öğretenin öğrenene bakış açısı, tutum ve davranışları ile ilişkilendirilebiliyor. Bu bağlamda da öğrencinin gizil öğrenme po HEDEFLER OLMALI Hedef koymaksızın kullanılan en iyi yöntemler bile işe yaramıyor. İş dünyasında çok iyi bilinen bu ilkenin biz eğitimciler her zaman ayırdında olamıyoruz. Bu duruma, müfredat yetiştirmek gibi günlük yaşam kaygıları da eklenince eğitimin misyonu iyiden iyiye muğlaklaşıyor. Uygarlık ve çağdaşlık yolundaki yürüyüşlerine devam eden toplumların eğitim misyonları, belirli konularda ‘malumat’ sahibi bireyler değil, bilgiyi, çevresini dönüştürebilme ve yaşam kalitesini yükseltme amacı için kullanabilen insan kaynağı yetiştirmek... Çağdaş insanı, yaşama karşı duruşu, tutum, davranış ve düşünce yöntemleri ile tanımlamak,“kime ve neye göre” kolaycılığında günümüzde pek mümkün görünmese de aslında sosyoloji tarihi bağlamsal analiz yöntemleri ile bu tanımı, modern öncesi ve modern sonrası olarak yapıyor. Çağdaş ya da modern sonrası insanın, akıl ve bilimin önderliğinde gelişen, yaratıcı, kritik düşünce üretebilen, üretken, etik değerlere sahip, öz saygısı yüksek, kendini ve insanı sevebilen, bireyci ama toplumsal sorumluluğu olan, gerektiğinde atılgan ve yıl tansiyellerini ortaya çıkaracak empatik sınıf iklimi, yaratıcı drama, etkileşimsel öğrenme, deneyerek öğrenme, çoklu zekâ, yaratıcı öğretme gibi kavramlar, yeni eğitim paradigmalarının düşün alanları ve uygulama yaklaşımları olarak önem kazanıyor. Bu uygulamaların temel amacı, öğretmenler olarak, öğrencinin öğrenme potansiyelini en üst seviyeye çıkarmasını sağlayacak psikolojik ve fiziksel ortamın oluşmasında aktif rol ve en önemlisi sorumluluk alabilmek. Bu nedenle, öğrenciyi ve öğrencinin nasıl öğrendiğini anlayıp kavramak, neyi nasıl öğrettiğimizin bilgisinden çok daha fazla mesleki duyarlılık gerektiriyor. Öğrenciyi anlamak, öğrencinin sahip olduğu birtakım özelliklerin geleneksel yöntemlere nazaran eğitim sürecinde kendine daha geniş bir yer ve ifade alanı bulması ile mümkün olabiliyor. Sahip olunan farklı özelliklerle birlikte, öğrenmenin nasıl oluştuğu ve hangi koşullarda engellenip hızlandırılabileceği gibi konuları, çağdaş eğitim hedefleri olan tüm eğitim kurumlarının dikkatle izlemesi gerekiyor. Örneğin klasik zihniyet, (özellikle kaynaştırma sınıflarında) öğrenme özürlü öğrenciyi, genel sınıf ortamını bozan rahatsız edici bir kişi olarak düşünüp göz ardı etmeye, geri planda tutmaya meyilli olabiliyor. Oysa öğrenci merkezli yaklaşım, öğrenme güçlüğü çeken bireylerin dünyayı tanımlama perspektiflerini izleyip anlayarak, onlara nasıl ve hangi konularda destek olunabileceğine karar vermeyi gerektiriyor. İlk bakışta sadece öğrenme güçlüğü çekenlerle sınırlı gibi görünen bu konu aslında bütüncül ve hümanist bir eğitim felsefesine de işaret ediyor. Sonuç olarak, eğitim ve öğretim paradigmaları, didaktik bilgi aktarımından, yaşam boyu öğrenmeyi öğrenmeye doğru gelişen bir evrim izliyor. Aslında, 17inci yüzyılda Galileo “İnsana bir şey öğretebilmenin yolu, öğrenmeyi ancak kendi içinde bulabileceğini öğretmektir” deyişi ile bir anlamda bu evrimi de öngörmemiş miydi? Görünmez flaşla mükemmel görüntü Zayıf ışıkta da doğal renklerde görüntü alan bir kamera sistemi geliştirildi. Amerikalı bilim insanları kötü ışıkta da fotoğraf çekmeye izin veren görünmez flaşlı bir kamera ürettiler. Flaş insan gözüyle görünmeyen enfraruj ve kızılötesi ışık yansıtıyor. Bilim insanları ilk başta ışığı daha geniş bir tayfta yayabilen bir flaş geliştirmişler. Flaş hem enfraruj hem de kızılötesi alanda ışık yayıyor. Bilim insanları flaşı görünmez kılmak için algılanabilir dalga boyu alanını filtre etmişler. Ayrıca dijital kameradaki ışığa duyarlı sensor, kızılötesi ve enfraruj ışığa karşı hassasiyet kazanacak şekilde değişimden geçirilmiş. İşe bu kamera kötü ışıkta da flaşsız görüntü almaya izin veri CBT 1167 / 12 31 Temmuz 2009 yordu fakat renkler biraz yeşilimsi ve yapay olduğu için uzmanlar ikinci bir taktik geliştirmişler. Kamera flaşlı çekimden hemen sonra aynı görüntüyü yeniden çekiyor. Bu işlem sırasında sensor için son derece duyarlı bir ayar seçilmekte. Gerçi bu şekilde görüntü biraz kumlu oluyor ama buna karşın son derece doğal renkler elde edilmekte. İkinci görüntünün renk değerleri birinci görüntünün verilerleriyle tamamlandıktan sonra böylece doğal renkli net bir fotoğraf çıkıyor ortaya. New Scientist dergisinde yayımlanan araştırma sonuçlarına göre buluş yine de kusursuz değil. Çünkü bazı maddeler enfraruj ve kızılötesi ışını o kadar çok soğuruyor ki fotoğrafta hiçbir şey görünmüyor. Mesela yüzlerdeki çiller kaybolunca doğal olmayan bir görüntü çıkıyor ortaya.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle