02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan PROF. DR. MUSTAFA OĞUZ GÜÇ (1960…) [email protected] Sıradışı bir bilim adamının ardından… Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof Dr Mustafa Oğuz Güç’ü, kısaca ‘Oğuz Abi’ yi, 03.06.09’da kaybettik. Hakka yürüdüğü gün de tıpkı kendisi gibi unutulması oldukça zor bir ritm ve aritmetik bütünlük içinde…3,6,9. Doç. Dr. M. Mahir Özmen, [email protected] Hint tapirleri gibi insan bir alacakaranlık canlısıdır (diürnal canlı); gece biterken, güneşin ufuk çizgisine 6 dereceye kadar yaklaştığı sivil alacakaranlıkta sevişmek için kabarır, gün ağarırken ayaklanır. B ir yandan hem Çanakkale ve Galiçya cephelerinde hem de Antep savunmasında savaşmış ve madalyalar almış Yüzbaşı Mustafa Fehmi’nin (Güç), diğer yandan da yine Antep savunmasında rol almış yedek subay Güceylio lu akir Efendi’nin torunu olarak, İstiklal Savaşı madalyaları sahibi bir ailenin mensubu olmak onurunu taşıyan Prof. Dr. Mustafa O uz Güç, 1960 Ağustosunda Ankara’da doğdu. 1978'de Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’ni ve ardından Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi (1984). Farmakoloji doktorasına 1986'da Hacettepe Tıp Fakültesi'nde başladı; ancak 1988'de bu eğitimi yarıda bırakarak İngiltereGlasgow’da Strathclyde Üniversitesi'nde başladığı fizyoloji ve farmakoloji doktorasını 1992’de bitirip Hacettepe’ye döndü. 1993’de Yardımcı Doçent, 1994’de Doçent ve 2001’de de Profesör olarak aramızdan ayrıldığı güne dek (evet gerçekten de son anına değin) aynı kürsüde çalıştı. Üç yıl önce ileri bir evrede iken tanısı konan ve ancak bir yıl yaşam şansı tanınan yemek borusu kanserine, beklentilerin aksine 32 ay direnerek mücadeleci kişiliğini ortaya koydu. Hastalık süreci Oğuz Güç’ün en aktif çalıştığı dönemdir de denilebilir... O kalan zamanını bir köşeye çekilip tedavi olmak ya da yurtdışında ünlü üniversitelerdeki yorucu tedavi süreçlerine ayırmak yerine çalışmayı, daha fazla çalışmayı tercih etti. Son ana dek hem doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin sorunları ile uğraştı hem de lisans dersleri ve laboratuvar çalışmalarını aksatmadı. Oğuz Güç tıpkı Cumhuriyetin ilk yıllarında, aydınlanma dönemindeki bilim insanları gibi, tıpkı cephelerde savaşıp gazi unvanını almış sonrasında da yöre halkının eğitimi için her türlü çabayı göstermiş dedeleri gibi, aydınlık Türkiye’nin geleceğine katkı sunacak parlak zihinler yetiştirmek için uğraştı. Eczacıbaşı Teşvik Ödülü, TÜBİTAK Tıp Teşvik Ödülü, Avrupa Şok Cemiyeti Genç Araştırmacı Ödülü, Bayındır Tıp Merkezi Tıp Teşvik Ödülü, Gazeteciler Cemiyeti Sedat Simavi Ödülü, Türk Tabipleri Birliği Füsun Sayek Bilim Ödülü kazandığı ödüllerden bazıları. Aralarında Sağlık Bakanlığı ve UNESCO’nun da bulunduğu bir çok kurumun biyo etik kurullarında üyelik yaptı, çok sayıda ulusal ve uluslararası derneğin de üyesi idi.. İskemireperfüzyon hasarı, septik şok ve bakteriyel translokasyon alanında yaptığı özgün çalışmalar, elliye yakın uluslararası yayın, bu çalışmalara yapılan beş yüze yakın atıf, bir adet NCBI Gen dizisi patenti, kırktan fazla ulusal yayın, otuza yakın kitap bölümü, onlarca konferans konuşması, yüzlerce bildiri, binlerce saate varan lisans dersi ve laboratuvar uygulaması, ‘akılcı ilaç kullanımı’ konusundaki yüzlerce saati bulan halk eğitimi etkinliği ve dahası….. Türkiye’de üniversiter sistem, akademik hayat, akademik yükselme kriterleri, bilimsahte bilim (sciencepseudoscience) ve yayın etiği konusundaki özgün görüşleri ve forumlarda bu görüşler çevresinde topladığı inanılmaz destekçi ve onlardan gelen feedback, ölümünün birkaç gün öncesine kadar her zaman canlı tuttuğu bir tartışma ortamı... Gaziantepli olur da yemek kültüründen yoksun olur mu.. Oğuz Güç tam bir yemek ve şarap gurusu idi aynı zamanda. İyi yemeğin nerede olduğunu arar bulur mutlaka giderdi. Yemek masasında başlattığı inanılmaz tartışmalar, yanıtlanamayacak soru bırakmayan engin kültürü, herkesi kuşatan sıcaklığı, ilk kez karşılaşıyor da olsanız kapsar, kucaklardı sizi. Bu bizim için de böyleydi onu ilk kez tanıyan bir çok yabancı için de. Şarabın özellikle de ülkemizde üretilen şarapların ve tabii ki Gaziantep üzümleri ve şaraplarının her ayrıntısını bilirdi daha tatmadan… Klasik müzik, resim ve sanatın her türlüsüne duyduğu bağlılık ve sevgi, doğaya, yeşile ve hayvanlara olan düşkünlüğü ve yaptığı çeşitli koleksiyonları ile de sıra dışı bir bilim adamı idi. Çok genç ayrıldı aramızdan. Yazılacak kitapları, yetiştirilecek öğrencileri ve daha yapacak pek çok projesi varken. Sadece bir bilim adamı değil ‘Adam gibi Adam’ dı O.. Oğuz Abi, Şimdi o okumaktan çok zevk aldığın Cumhuriyet BilimTeknoloji dergisinde seni anlatmaya çalıştığım bu yazıyı sen de görüyorsan ve okuyorsan eğer, bil ki yerin dolmayacak, ama bu ülkenin aydınlık geleceği için verdiğin mücadele, yetiştirdiğin onca doktor, aydınbilim insanı, birlikte çalıştığın arkadaşların, dostların ve ailen aracılığı ile devam edecek. Rahat Uyu… Alacakaranlık Canlısı Tapirin avlanması gibi en ağır işlere insan bu vakit başlar; kuyu kazıcılar kuyuya, maden işçileri madene güneşin kendini göstermeden, ilk ışığını atmosferden kırarak yere ulaştırdığı sırada iner ve geçmişte kan gövdeyi götüren süngü savaşları, çıngırakların çaldığı ipli sürek avları ve Osmanlı Ordusu’nda koşulmuş üç dip hayvanını dehleyerek, Şivgar Arabacısı’nın çektirdiği topların atışı tan vakti başlamıştır hep. Eşyalar hırsızlarca sabaha karşı “iç edilir”, nedeni aşk ya da kumar olsun fark etmez, şekli ası ya da kurşun olsun önemsenmez, intiharlar ha keza sabah ezanında vukua gelir. Bir grup canlı da aksine gece canlanır (noktürnal canlı). Canlanacak saate karar veren biyolojik saattir. Bu saat astronomik olanından her gün on dakika kırk sekiz saniye yavaştır. Böylece insan her üç ayda diürnallikten çıkıp noktürnal hale gelir; uykusu kaçar, gece gözünü kırpmadan oturur, olmaz düşünceler aklına gelir ve o, hasta diye doktora götürülür, halbuki insan hücreden dokuya, organdan vücuda ezelden ebede dönemseldir. Alacakaranlık canlısı, zayıf ışığa göre örgütlenmiş, ışığın zayıflığını yararına çevirmiş, tuzak kuran avcıdır, üstüne fırsatçı, saklanıcı, aldatıcı, zayıflık kollayıcı ve şüphecidir. Hiçbir şeyin tam olarak aydınlanmadığı ortam, belirsizliği, dolayısıyla hileciliği kolaylaştırarak tuzakçı girişime imkân tanır. Ormanda/şehirde, uygun zamanı ve konumu kollayan bir atılımla girişimde bulunan canlı rakibi alt ederek besin/kazanç sahibi olur. İnsan kollayandır, zayıfı başkasına yem olmasın diye kollar, aç bir zamanında onu kendine yem almak içindir belki de bu huyu. Onun için insan, en güvenli ortamda bile yalandan geri durmaz, şakayla da olsa saldırgandır, saldırganlığın yumuşatılmış hallerini, güreş, okçuluk, atıcılık, boks adı altında gününün bir parçası yapar. Biyolojik saati ayarlayan, gözden giren ışıktır. Retina tabakasında santimetrekareye düşen foton miktarı saat proteinlerinin şu ya da bu miktarda sentezine neden olarak, bedenimizde ışık ve moleküle dayalı bir zaman düzeneği kurar. Her iki gözü çıkartılmış hayvanlarda biyolojik ritmin kaybolduğu görülür, örneğin körlerin biyolojik saatinde bir karmaşa vardır. Ayrıca insan yanılmaya müsaittir; gözündeki 400 µmlik fotoreseptör 1520 derecelik bir alanı tam olarak algılar. Geceleri ışık saçan dolunay 1 derecelik bir görsel alana sahiptir. İnsan dolunayın görüldüğü ilk saatlerde yanlış olarak uyarılıp ritmini bozarak aktif hale geçer. Keza gece yıldırım düştüğünü gören kişi yine geceden aktiviteye başlar. O yüzden gece dolunay ve yıldırımla karşılaşanlar sabah yeniden aktif olamazlar. Doğa, aklı ermediğinde insanı aldatır, insan da aklı erdiğinde doğayı aldatmıştır hep. Kyoto gibi sözleşmeler umarım onunla aramızda bir D.M.A* kurar! Lambanın icadı insanı, gece boyunca göze ışık sokarak sabahçı tarla kuşu olmaktan çıkarıp, gececi baykuşa döndürmüştür. Bu şekilde belki üretim artmış, ilerleme hızlanmıştır ama, insan da sinirli, tahammülsüz ve hasta olmuştur. Bugün insanda tarlakuşu canlılığını görmememizin nedeni budur, o doğal kurulumundan çıkarılıp, endüstriyel kuruluşlara hizmet edecek tarzda örgütlenmeye çalışılmaktadır; biz kanıksadık belki ama, aslında yapılan iş, çelik dişlilerin ortasına kemik miller geçirmek kadar acayiptir. Endüstri, malzemesini insandan çıkartmaktan vazgeçmelidir. Bugüne uyum gösterenlere bakıyorum, onca alkole rağmen yirmi dört saat ayakta kalabiliyorlar. Oysa insan sabah saatlerinde belli bir aktivite gösterip, sonra bunu gün boyu azaltarak, karanlık bastığında pasif hale gelmesi gereken bir canlıdır. Endüstrinin beklediği, özellikle geceleri süren yirmi dört saat aktiflik hali doğal yapıya uygun olmayan bir hastalık gibidir. Üstelik bu hastalık yerinde sayacak gibi de görünmemektedir, ilerleyecektir; uzay mekiği astronotları dünyanın çevresinde dönerken doksan dakikalık “günler” yaşar. Bir gün gezegenden gezegene gittiğimizde de, bin yıllık geceler yaşamaya başlayacağımızı unutmayalım. İnsan bu kadar büyük değişiklikleri hapsedebilecek genişlikte tasarlanmamıştır. * Dolus Malus Abesto, Roma’da ticari akitlerde, “doğruluğa aykırı her türlü hileden uzak olsun” anlamında kullanılmıştır. tim ve paylaşım ahlakının bu süreçle birlikte doğmakta oluşudur. Bilginin üretimi bugüne kadar bildiğimiz üretim biçimlerinden çok farklı, yepyeni, kolektif, kvr amacı gütmeyen ve kesinlikle “piyasa ekonomisi” paradigmasının tamamen dışında bir alanda gelişiyor. Üretim araçlarının kamusal olduğu, sadece nitelikli işgücünün satılabildiği bir alan. SON SÖZ Bilişim sektöründe dipten gelen paylaşımcı ve global paylaşıma dayalı üretim tarzı tanımları zorlamaya, bildiğimiz pazar ekonomisinin dışında katma değer yaratmaya ve yaygınlaşmaya başladı. Bu katma değeri parayla ölçemiyorsunuz çünkü ürünlerin üzerinde bir fiyat etiketi yok. Oysa mu CBT 1160/15 12 Haziran 2009 azzam bir üretim hacmi var. Talep eğrisi, fiyat elastikiyeti ve marjinal maliyet gibi analitik araçlarla birlikte mevcut iktisat teorisi de bu alanda işlevsizleşiyor. Ekonomide “Değişim Değeri” olarak ifade edilen, fiyata dönüşerek piyasa mekanizmasının mihenk taşını oluşturan değer kavramı bilişim alanında yerini “Kullanım Değeri”ne bırakıyor. Kapitalist işletmelerin üretkenliğine ve girdi maliyetlerine muazzam katkıda bulunan bu “açık ekonomi” öte yandan potansiyel kâr ve sermaye büyütme alanlarını da ortadan kaldırıyor. Bilişimin sadece yeni bir endüstriyel sektör olmadığı anlaşılıyor. Onu sanayi devriminden bu yana üretim biçimini ve ilişkilerini değiştirmeye aday yeni bir dönüştürücü güç olarak algılamak ve izlemek daha doğru olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle