16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Tıp eğitimi anabilim dalının yeri neresi? Akademik bir disiplin olarak tıp eğitimi, dünyada 50, ülkemizde ise 10 yıllık bir geçmişe sahip. 1958 yılında ABD’de Case Western Reserve Üniversitesi’nde tıp eğitimi anabilim dalının açılmasının ardından dünyanın saygın üniversitelerinde tıp eğitimi anabilim dalları kuruldu; Dünya Sağlık Örgütü’nün de desteği ile gelişmekte olan ülkelere de yayıldı. Prof. Dr. Oğuz Dicle, [email protected], Tıp Eğitimini Geliştirme Derneği Yönetim Kurulu adına, Yönetim Kurulu Başkanı Gravitasyon teorisine giden yolu Kopernik açtı Gravitasyon kavramına bilimsel bir nitelik ve niceliksel bir boyut kazandıran ilk bilim insanı Galileo’dur. Yer üzerinde serbestçe düşen cisimlerin hareketlerini inceleyerek cisimlerin serbest düşme yasasını bulmuş ve böylece gravitasyon teorisinin inşasında ilk adımı atmıştır. Osman Bahadır [email protected] Ü lkemizde, 1215 Kasım 1998 tarihlerinde Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen I. Ulusal Tıp Eğitimi Kongresi’nde üç üniversite rektörü ve 25 tıp fakültesi dekanı tarafından imzalanan sonuç bildirisinde, akademik bir disiplin olarak tıp eğitiminin önemi ve ülkemizdeki tıp eğitimine yapacağı katkılar konusunda görüş birliğine varıldı. Ankara, Ege ve Dokuz Eylül üniversitelerinde kurulan tıp eğitimi anabilim dallarının ardından, geçen yıl 66 tıp fakültesinin 32’sinde tıp eğitimi anabilim dalı kuruldu, sekizinde kurulma çalışmaları sürüyor. Tam zamanlı ve ek görevli 190 öğretim elemanı bu dallarda görev yapıyor; yurtiçi ve yurtdışı lisansüstü eğitimlerini tamamladı veya sürdürüyor. Bu dalın işlevleri Türkiye’de de dünyada tanımlandığı biçimde şu etkinlikleri kapsamaktadır: • Tıp doktorluğu eğitim programının geliştirilmesine aktif olarak katılmak. • Tıp doktorluğu eğitim programını değerlendirmek, rapor ve öneriler oluşturarak dekanlığa ve ilgili eğitim kurullarına sunmak. • Tıp fakültesindeki eğitim kurullarının çalışmalarına aktif olarak katılmak. • Tıp fakültesindeki eğiticilerin gelişimine yönelik sürekli eğitim etkinlikleri planlamak ve uygulamak. • Mezuniyet öncesi eğitim etkinliklerine aktif olarak katılmak. • Mezuniyet sonrası eğitim programları düzenlemek. Ülkemizde tıp eğitimi anabilim dalı öğretim elemanları iletişim becerileri, eğitim yönlendiricilikleri, mesleksel beceriler, alan çalışmaları, kliniğe giriş, mesleksel değerler ve etik, özel çalışma modülleri ve kanıta dayalı tıp etkinliklerinin organizasyon ve uygulanması gibi mezuniyet öncesi öğrenci eğitimi etkinliklerinde aktif rol oynamaktadır. Ancak tıp eğitimi anabilim dalları eğitimin planlanması ve yürütülmesinde doğrudan ve tek sorumlu/görevli olmayıp, yukarıda sıralanan danışmanlık ve araştırma etkinliklerine ek olarak fakülte yönetimlerince kendilerine verilen görevleri yürütmektedirler. Tüm bu etkinliklerden anlaşılacağı gibi, tıp eğitimi anabilim dallarının öncelikli çalışma alanları mezuniyet öncesi tıp eğitiminin yürütüldüğü tıp fakülteleridir. Tıp fakültelerinden ayrıldığı takdirde, çalışma ve çalışmalarının sonuçlarına göre uygulama yapabilmeleri olanaksız hale gelecektir. Tıp fakültelerinden ayrılırlarsa, mezuniyet öncesi tıp eğitimi olumsuz etkilenecek; ayrıca, doçentlik alanı olan tıp eğitimi alanında potansiyel insangücü gelişimi engellenecek, akademik geleceğini bu doğrultuda sürdürmeyi planlayan öğretim elemanlarının motivasyonları, mesleki gelişimleri olumsuz etkile yecektir. Yasal açıdan bakıldığında da, Üniversitelerde Akademik Teşkilat Yönetmeliği 16. maddesi Anabilim veya Anasanat dalını, “bölümü oluşturan ve en az bir bilim veya sanat dalını kapsayan eğitimöğretim, uygulama ve araştırma faaliyetlerinin yürütüldüğü bir birim” olarak tanımlarken, anabilim dalı olma koşulunu sadece eğitimde yer alma rolüyle sınırlamıyor. Bu yönüyle de tıp fakültelerinde tıp eğitimi anabilim dallarının bulunması ilgili yasal mevzuata uygundur. YÖK’ün 22.12.2008 tarihli kararıyla tıp eğitimi anabilim dallarının bağlanacağı belirtilen Sağlık Bilimleri Enstitülerinin örgütlenme ve çalışma ilkeleri, Lisansüstü EğitimÖğretim Enstitülerinin Teşkilat ve İşleyiş Yönetmeliği ile belirlendi. Yönetmeliğe göre, bu enstitülere bağlı anabilim dallarında yalnızca lisansüstü eğitim yapılması mümkün. Sağlık bilimleri enstitülerindeki diğer anabilim dalları, hem bir fakültede yer alarak lisans eğitiminin yürütülmesine katkıda bulunmakta hem de lisansüstü eğitim etkinliklerinin yürütülmesi için enstitülerde yer almaktadır. Aynı model, bu karara kadar, tıp eğitimi anabilim dalları için de geçerli idi. Nitekim Lisansüstü EğitimÖğretim Enstitülerinin Teşkilat ve İşleyiş Yönetmeliğinin 5/c maddesi, enstitülere bağlı anabilim dallarını şöyle tanımlıyor: “5c) Sağlık Bilimleri Enstitüsünün enstitü anabilim dalları, o üniversitede mevcut olan Tıp, Diş Hekimliği, Eczacılık ve Veteriner Fakültelerinin eğitim yapılan anabilim dalları ile Eğitim Fakültelerinin beden eğitimi ve spor bölümleridir”. Bu tanıma göre, enstitü bünyesindeki anabilim dallarının öncelikle ilgili fakültelerinde kurulmuş olması gerekmekte. Öte yandan, lisans eğitiminde görev yapılabilmesi için de öncelikle tıp fakültelerinde kurulmuş olması gerekli. Aynı yönetmeliğin 5/d maddesinde: “5d) Fen Bilimleri, Sosyal Bilimler ve Sağlık Bilimleri Enstitülerinde, rektörün önerisi ve Yükseköğretim Kurulu kararı ile lisansüstü öğretim yapmak üzere, bir fakülte, bölüm veya anabilim dalından değişik bir ad taşıyan, disiplinlerarası bir enstitü anabilim dalı kurulabilir” denilmekte. Yeni kararla, tıp fakültelerindekinden farklı ad taşıyan bir anabilim dalı olarak, Tıp Eğitimi Anabilim dalı kuruldu. Ancak, bu da disiplinlerarası bir anabilim dalı değil. Bu yönden de yönetmeliğe uygun değil. Bu gerekçelerle, Yükseköğretim Kurulu’nun, tıp eğitimi anabilim dallarının tıp fakülteleri bünyesinden çıkarılması yönündeki kararının mezuniyet öncesi tıp eğitimine yapacağı olumsuz etkiler ve anabilim dalları çalışanlarının özlük haklarında oluşacak kayıplar nedeniyle uygun olmadığını ve Yükseköğretim Kurulu’nun bu kararının zaman kaybetmeksizin geri çekilmesi gerektiğini düşünüyoruz. G ÖZÜR ve DÜZELTME: 16 Ocak 2009 tarihli Cumhuriyet Bilim Teknik dergisinde, Osman Bahadır imzalı makalede 9.yüzyılda yaşamış Arap bilim adamı Sabit bin Kurra'ya ait olduğunu belirttiğimiz bir dünya harita yer alıyordu. Ne var ki hem Amerika hem de Antartika’nın gerçeğe çok yakın bir şekilde gösterilmiş olduğu bu haritanın 9. yüzyılda yaşamış olan Sabit bin Kurra’ya ait olması olanaksızdır. Yaptığımız hatadan dolayı özür diliyoruz. CBT 1142/15 6 Şubat 2009 alileo’nun gravitasyon kavramı sınırlı özellikteydi. Sadece Yer’in yüzeyi üzerinde serbest düşen cisimlerle ilgiliydi ve bu özelliğiyle de bağlantılı olarak, Galileo’nun bulduğu yerçekimi ivmesi cisimlerin kütlelerinden bağımsız bir nicel değere sahipti. Newton ise, kendisinin keşfetmiş olduğu hareket kanunlarını, Kepler’in bulduğu kanunlara uygulayarak evrensel gravitasyon teorisini kurdu. Gravitasyon kuvvetini, cisimlerin kütleleriyle doğru orantılı ve aralarındaki uzaklıkların karesiyle de ters orantılı bir kuvvet olarak tanımlayan Newton böylece bu kuvveti tüm evrende geçerli bir kuvvet biçiminde, matematiksel bakımdan ifade edilebilir duruma getirdi. Kopernik’te gravitasyon kavramıyla ilgili hiçbir düşünceye rastlamıyoruz. Kepler’de gravitasyon kuvvetinin anlaşılmasına çok yaklaşılmakla birlikte, bu evrensel olguyla ilgili keşfi Newton’a borçluyuz. Fakat Newton’un dehası, Kopernik’in ve Kepler’in ve elbette Galileo’nun büyük devrimci atılımlarından istifade etmiştir. (Galileo’nun sadece serbest düşme yasasını bulmuş olmasının değil, fakat aynı zamanda Jüpiter’in uyduları olduğunu keşfetmiş ve Venüs’ün Güneş’in etrafında döndüğünü ispatlamış olmasının da katkılarıyla.) Ancak bütün bu gelişmelerdeki başlatıcı rolün Kopernik’te olduğuna kuşku yoktur. Eğer Kopernik Güneş merkezli gezegenler sisteminin yolunu göstermiş olmasaydı, Newton’un dehası bu evrensel yasayı formüle etmeye yeterli olabilir miydi? Kopernik’in son verdiği Ptolemy evren modelinde, Güneş dahil tüm gökcisimleri, sabit olduğu varsayılan Yer’in etrafında dönüyordu ve bu çok karmaşık modelde, gökcisimleri arasında onların kütleleriyle ve uzaklıklarıyla orantılı bir ilişkiyi ima eden hiçbir öğe veya varsayım bulunmuyordu. Nitekim Harranlı büyük astronom Sabit bin Kurra (824901), gravitasyon düşüncesine çok yaklaştığı halde, Ptolemy’nin evren modeli çerçevesinden çıkamadığı için bu gerçeği açıklayamamıştı. Kopernik’in evren modeli, Aristoteles’ten gelen ve gittikçe daha da karmaşık bir hal almış bulunan bu evren şemasını basitleştirmiş, gerçek bir temele oturtmuş, gök cisimlerinin kütlelerinin farklılıklarının ve birbirleriyle gerçek ilişkilerinin görülebilmesinin yolunu açmış ve böylece kendisinden sonraki birçok büyük devrimsel atılımın temellerini oluşturmuştur. Newton’un klasik gravitasyon teorisi, büyük başarısına rağmen, yanıtlayamadığı bazı problemlerle karşılaştı. Bu problemler Einstein’ın modern gravitasyon teorisiyle çözümlenmişse de, onun genel görelilik teorisi olarak adlandırdığımız görelilikçi gravitasyon teorisi de henüz tüm problemlerini çözmüş olmaktan uzaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle