05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kültür Çağdaş Uygarlığa Katılmak Zorundasınız Lüks ‘station wagon’lara binip, boğa gibi burnundan soluyan ve içtiği Coca Cola’nın şişesini pencereden dışarı atan sözde kentlileri bir gün bir konser salonunda Mozart’ı dinlerken ya da İstanbul Biennali’nde bir resim sergisi izlerken görmek ne kadar zorsa, Türk toplumunun gelişmiş toplumlarla kültür ve davranış açısından aynı düzeye gelmesi de o kadar zordur. Doğan Kuban G eleneksel güdüleri güçlü, fakat cahil toplumların birkaç on yılda değişmesinin söz konusu olmadığını kendi deneyimimizle biliyoruz. Geçenlerde Profesör Besim Üstünel, Gaziantep’te ilkokul ya da ortaokula giderken, Türkçe öğretmeninin onlara halkevinde tiyatro oynattığını söylüyordu. Bu o zaman bir devlet politikası idi. Çetin Altan’ın köylere piyano girmeyince uygar olamayacağımızı söylemiş olması da bu bağlamda bir gözlemdi. Ülke nüfusunun neredeyse %70’inin yaşadığı kentlerde uygar olduğumuzu, kendimize değil başkalarına kanıtlamak zorundayız. Bu, evrensel ölçütlere uygun uygar davranışlar anlamına gelir. Gerçi çok büyük kentlerin hiçbir zaman mükemmel ortamlar olmayacağını kabul edebiliriz. Ama Türk kentleri de bir kent toplumunun sergileyeceği bütün uygarlık gösterilerine sahip olmak zorundalar. İstanbul’un bir modern sanat müzesi yok. Bir doğa müzesi yok. Büyük bir kitaplığı yok. Metrosu yok gibi. Baedeker, Berlin’de 98 müze sayıyor; Viyana’nın 48 müzesi var. Sanat galerileri dahil değil. Müze adı taşıyan eski yapıları saymazsanız, İstanbul’un, Topkapı Sarayı dahil, 8 müzesi var. Müzeler bazı bilgilerin, bazı üretimlerin, bazı ilgi alanlarının ve kültürel davranışların yoğunlaşması anlamına gelir. Bu uygarlık gösterileri yeteri kadar çoğalmadan çağdaş dünyaya katılmak olası değil. Ve 2010’da İstanbul Avrupa Kültür Merkezi olmanın tadını çıkarsa da İstanbul bir çağdaş uygarlık merkezi olmaktan çok uzak. Ve bunlar olmadan insanlar hep boş şeyler konuşacaklar. Bu etkinlikler Avrupa’yı taklit anlamına gelmez, bilmediğinizi öğrenmek anlamına gelir. Biz göçer kökenli bir toplum olarak, bugüne kadar bilgiyi ithal ettik. Fakat kağnıdan ya da at arabasından ‘station wagon’a geçen bir toplum, hasta olduğu zaman üfürükçü hocaya gitmeyip hastane ya da sağlık ocağına gitmesini öğrenen köylü, hiç okuma yazma bilmeyen bir ailenin sekiz yıl okuma zorunluluğu olan kızı klasik Avrupa musikisinden haberdar olmak zorundalar. Eskiden sadece birdirbir ya da uzuneşek oynayıp, sapan atan bir çocuk bugün nasıl basketbol oynuyorsa, çocuklarımız matematik ve coğrafya gibi, resim ve heykel sanatları nın da ne olduğunu öğrenmek zorunda. Biz Hotanto ya da Amazon yerlisi değiliz. YAŞAM BİR BÜTÜN Dünyanın uygar sayılan toplumları gibi, yaşamın, sadece maddi gösterileri ile değil, bilim ve sanat ile bir bütün oluşturduğunu öğrenip dünyanın kültür yaşamına ortak olmamız çağa katılmanın vazgeçilmez koşuludur. Avrupa’da klasik musiki etkinlikleri Japon, Çin ve Korelilerle dolup taşıyor. Spor alanında ne kadar çaba gösteriyorsak, sanat alanında ondan daha fazla göstermemiz gerekir. Evrensel sanat yaşamının gelişmesi dünyaya katılmanın olmazsa olmaz koşullarından birisi. Aydınlarımızın dünyaya egemen olan toplumlarla eşit koşullarda yaşamanın modaliteleri üzerinde odaklanıp toplumu eğitmeleri gerekiyor. Bu eşitliği lüks arabaya binip, gökdelende oturup, domates ithal ederek ve marka giyerek sağlamak olanaksızdır. Bunları, gerçek doğaları ve boyutlarıyla toplumun bilincine işlemek geri kalmış ülkelerde devletin görevidir. Bunu Atatürk dönemi dünyaya örnek olacak bir programla başarmıştı. Bugün bu sorun Türk toplumunun bir çıkmazı gibi gözüküyor. Oysa Osmanlı’nın yüzlerce yıl başarmaya çalışıp başaramadığını cumhuriyet dönemi imparatorluk çağının birikimi üzerinde, on beş yılda yapmayı başarmıştı. Bunu diğer İslam toplumları da sömürge aşamasından çıktıktan sonra yarım yüzyıldır yapmaya uğraştılar. Fakat gerçekleştiremediler. Bugün biz de hâlâ ilk cumhuriyet döneminin mirasını yiyoruz. Bilimin hangi alanına, eğitimin hangi alanına, sanayinin hangi alanına bakarsanız bakın, İslam dünyasında, öteki Müslümanlar beğenmese de, kendilerinden farklı bir Türkiye gerçeği var. Kuşkusuz bunun arkasında bir Avrupa devleti olan Osmanlı geçmişi de var. laştırma ve özeleştiri demektir. Bir yandan küreselleşmeden söz eder, öte yandan kendimizi başkalarıyla karşılaştırmaktan korkup, yalan istatistiklerle ve popülist söylemle aldanmaya razı olursak 21. yüzyılda kölelik statüsüne razı olmamız gerekir. 21. yüzyıla katılım silahla değil, bilim ve sanayi üretiminin düzeyi ile olacak. Ve bu düzeyi Mısır, Bulgaristan, Nijerya ya da Dubai değil, Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, Japonya ya da Çin tanımlıyorlar. Çağdaş olmaktan başka bir amacı olamayacak bir toplumun çözümlemesi gereken bir ikilem var. Çağdaşlık deyince Batı’nın temsil ettiği kültüre ne kadar sahip olduğumuzu dile getiriyoruz. Oysa ABD ve AB Türkiye’yi İslam torbasına sokmak için, yarım yüzyıldır ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Utanılacak bir ikiyüzlülükle kendi uygarlık ölçütlerini hiçe sayan politikalar izliyorlar. Bu bizi şaşırtıyor. Fakat şaşırtmamalı. Batı’nın I. Dünya Savaşı sonrasında eylemli olarak Türkiye’yi parçalama isteği değişmemiştir. Bizim büyük bir toplum olarak yaşamamız bilgi ve sanayi üretimindeki uluslararası sayısal büyüklüklerinin fazla dışına düşmememizle orantılı olacaktır. ÇİN İLE KARŞILAŞTIRMA Bir sorumlu bir gün oturup Türkiye’yi Çin’le karşılaştırdı mı? Çin’in nüfusu 1.3 milyar, adam başına 2.025 ‘per capita’ geliri var. Bizim adam başına gelirin yarısından daha az. Çin’in nüfusu Türkiye’den on sekiz kat fazla. Fakat Çin Türkiye’nin üretmediği her şeyi üretiyor. Bilim adamı ve araştırmacısı bizden çok fazla. ARGE’ye ayırdıkları bütçe Türkiye’nin 1.5 katı. Fakat Çin’in bütçesi Türkiye’nin iki yüz on kat büyük olduğu için araştırma ve geliştirmeye ayırdığı para Türkiye’nin üç yüz katı. Bu sorumluların düşünmesi gereken olağanüstü bir fark. Amerikan Başkanı’nın Çinlilere ‘21. yüzyılı birlikte inşa edelim’ önerisi bedava değil. Türkiye için ise ‘Ilımlı İslam iyi’ diyor. Düşünce dinamiği açısından üzerine ölü toprağı serpilmiş bir Türkiye var. Dünyanın yarısı Asya’da yaşıyor. Japonya’nın, Çin’in ve bizden üç kat fazla ‘per capita’ geliri olan Kore’nin gelişme hızını örnek alalım. Kore Türkiye’den üç kat fazla bilimsel araştırmaya para ayırıyor. O ülkelerde dinbilim kavgası yok. Bizdeki kavga ise neredeyse bin yıllık bir gericilik tiyatrosu. Türkiye’nin sloganı bundan yüzyıl önce ‘muasır medeniyet seviyesine ulaşmak!’tı. Bu politik karar olamayacak kadar yaşamsal, zorunlu, toplumsal bir ölümkalım seçimi idi. Bugün de aynı önemi koruyor. Geri kalan senaryolar, Mısır’da, İran’da ve Pakistan’da. EŞDEŞ OLMANIN ANLAMI Dünya ile eşdeş olma sorunu sanattan ve spordan daha ötede bilim, düşünce ve sanayi üretiminde de erişilmesi gereken sayısal standartlar gerektiriyor. Bu irdeleme sürekli bir ‘challenge’ niteliği taşır. Dünya ile sürekli bir karşı Çevre Gürültüsü ve Yönetimi Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Selma Kurra'nın büyük uğraşlar sonucu 3 cilt halinde hazırladığı kaynak niteliğindeki Çevre Gürültüsü ve Yönetimi kitabı çevresel gürültü ve akustik konusunda çalışan araştırmacılara, profesyonel kadrolara ve öğrencilere eğitimlerinde yardımcı olması amacıyla hazırlandı. Günümüzde önemli bir çevre sorunu olan gürültü kirliliğinin çeşitli yönlerinin incelendiği kitabın hazırlanma amacı; çevre mühendisliği alanında uygulama yapanlar ve çeşitli disiplinlerden konu ile ilgili araştırmacılar için bir kaynak oluşturmaktır. 3 ciltte toplanmış çeşitli bölümlerde; konulara ilişkin geçmişten bu yana gelişmeler, yazarın araştırma ve uygulama deneyimleri, dünyadan güncel örnekler, eklerde standart özetleri ve kaynak listeleri yer almaktadır. Kitabının değindiği temel konular ise şöyle: Cilt I de; soruna genel bir bakışı içeren giriş bölümünden sonra BÖLÜM 1’de temel akustik ve gürültü bilgileri, BÖLÜM 2’de gürültü emisyon ve imisyon analiz teknikleri, gürültünün çevrede yayılması ve gürültü düzeylerini etkileyen faktörler, BÖLÜM 3’de ulaşım, endüstri, yapım ve diğer gürültü kaynakları kaynak düzeyinde incelenmektedir. Ulaşım, endüstri, yapım ve diğer çevresel gürültüler için geliştirilmiş kestirim yöntemleri bölüm 4’de açıklanmış, Avrupa Birliği ve ülkemiz mevzuatında kullanılması öngörülenler eklerde verilmiştir. Cilt II bölüm 5’te genel akustik ölçümler,gürültü ve imisyonlarının ölçüm ilkeleri, kullanılan teknikler ve yapılacak analizler yer almaktadır. Ayrıca işçi sağlığı ölçümleri, gürültü engeli ve ses yalıtım ölçümleri kullanılan ölçüm cihaz ve sistemler açıklanmıştır. Günümüzde büyük önem kazanan gürültü haritalarının hazırlanması konusu bölüm 6’da verilmiştir. Uygulanan teknikler, harita yazılımları, geçerlilik testleri, haritaların değerlendirilmesi açıklanmış ve çeşitli uygulama örnekleri verilmiştir. Gürültü etkilenme konusunun işlendiği Cilt III’ de bölüm 7’de; işitme ve algılama, gürültünün fiziksel, fizyolojik, psikolojik ve performans etkileri, doz/etki analizleri ve ses evreni kavramı açıklanmıştır. http://butech.bahcesehir.edu.tr Tayfun Akgül CBT 1187/2 18 Aralık 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle