17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI XV. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı XV. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı (TUEK), 46 Aralık 2009 tarihlerinde İzmir’de düzenlendi. Kurultay’a 55 uzmanlık derneğini temsilen, 313 uzman ve asistan hekim katıldı. Kurultayda tıpta uzmanlık eğitimini ilgilendiren önemli sağlık konuları konuşuldu, “Tam Gün Yasa Tasarısı”, “Tıpta Uzmanlıkta Yeterlik” ve “İlaç ve İlaç Teknolojisi” panelleri yapıldı; diğer panellerde malpraktis, insan gücü planlaması, sürekli tıp eğitimi konuları işlendi. Sonuç bildirgesinin özeti: I Çalışma Düzeni ve Tam Gün Yasa Tasarısı * Nitelikli bir hekimlik için performans temelli ücretlendirme, sözleşmeli bir çalışma düzeni kabul edilemez. Hekimler arasında rekabet yerine dayanışma duygusunun hâkim olduğu, liyakat ve niteliğin öne çıkarıldığı bir çalışma ortamı oluşturulmalı. * Hekimlerin çalışma koşullarının düzeltilmesi, örgütlenme hakkının korunması, adil ücretlendirme ile birlikte bir bütün olarak değerlendirilmeli. Hekimlerin çalışma süresini normalleştirmek ve Tam Gün Yasa Tasarısı ile halka vaat edildiğinin aksine sağlık hizmetleri açısından köklü bir iyileştirmenin olması söz konusu değildir. Bu yasa tasarısı hekimlerin özlük hakları açısından herhangi bir kazanım getirmemektedir. Tasarı uzmanlık eğitiminde beceri kazandırmaya yönelik hasta başı eğitimine ve sürekli tıp eğitimine ayrılan süreyi azaltmakta. II Tıpta Uzmanlıkta Ulusal Yeterlik * Yeterlik, uzmanlık eğitiminin kalitesi ve standardizasyonu için vazgeçilmez bir ölçüttür. Yeterlik Sınavı yapan Uzmanlık Derneği sayısının arttırılması, sınavların ölçme kalitesinin güçlendirilmesi gelecek için temel hedeflerdir. Sürekli tıp eğitimi etkinliklerine katılım, önemli bir yeterlik ölçütü olarak kabul edilmeli. Yeniden belgelendirme, mutlaka yapılandırılması gereken bir hedeftir.. III İlaç ve İlaç Teknolojisi * Türkiye’deki ilaç sektöründeki gelişim, bu alandaki küreselleşme ile uyum içindedir. Türkiye’de ulusal bir ilaç politikasının oluşturulması konusunda, güçlü ve kararlı bir stratejik plan yoktur. IV Hekimlik Alanında Malpraktis * Tıbbi bir hatanın hekim hatasından kaynaklanıp kaynaklanmadığı yönünde kararın verilmesinde en önemli etken olan, hem kurumsal, hem de bireysel bilirkişilik işlevine bir standardizasyon getirilmeli ve bilirkişi seçiminde niteliğin artırılması için uzmanlık dernekleri etkin olmalı. * Yeni gelişmekte olan sağlık hukuku, tazminat ve sorumluluk hukukundan uzaklaştırılmalı. Mesleki sorumluluk sigortası yoluyla hekimlerin sigortalanması, hata ve zararı azaltmaya yönelik değildir. Hizmet kaynaklı tüm zararların, malpraktiskomplikasyon ayırımı yapılmadan, kamusal bir fonla tazmin edilmesi, bireyi suçlamak yerine, zararın oluşum sürecine odaklanılması, hataların bildirilmesini teşvik eden düzenlemeler yapılması, eğitim gereksinimlerinin güncel ve bilimsel karşılanması. V Uzman Hekim İnsangücü Planlaması * Sağlık düzeyini belirleyen temel değişken hekim sayısı değil, toplumun gelir düzeyi ve gelir dağılımı gibi sosyoekonomik değişkenlerdir. Sorun dağıtım dengesizlikleri ve istihdam normlarındaki değişimdir. Hekim sayısını düzenlemeye yönelik, tıp fakülteleri öğrenci kontenjanı belirlenirken, tıp fakülteleri ve TTB gibi ilgili tarafların görüşleri alınmalı. VITıpta Uzmanlık Derneklerinin Eğitim Etkinlikleri * Tıp alanında eğitim etkinliklerinin düzenlenmesi sırasında, endüstri ile olan ilişkilerde, sponsorluk ve çıkar çatışması konuları tartışılmalı ve etik boyut, şeffaflık, yandaş olmama, ulaşılabilirlik ve sürdürebilirlik gibi özellikler ile değerlendirilmeli. * Sürekli Tıp Etkinlikleri / Sürekli Mesleki Gelişim (STE/SMG) etkinliklerinde değerlendirme önemli bir süreçtir. STE/SMG etkinliği hekimlik uygulamalarına ve toplum sağlığına katkı sunacak değişimi sağlamalı. VI Asistanlar Gözüyle Tıpta Uzmanlık Eğitimi * Tıpta Uzmanlık Eğitimi’nin standardizasyonu, çekirdek eğitim programı ve değerlendirmelerinin niteliğinin arttırılması, asistan hekimlerin nöbet, çalışma ortamı ve özlük haklarının düzeltilmesi yönünde gerekli düzenlemeler yapılmalı. * Haftalık çalışma saati 56 saati, toplam nöbet süresi aylık 80 saati geçmemeli, nöbet sonrası kesintisiz 11 saatlik nöbet izni olmalı. Her türlü fazla çalışma tam olarak yasal ücretlendirilmeli. Dr. Erdener Özer, XV. TUEK Genel Sekreteri artırma hesapları yapıldı, hem de yüksek sermayenin kontrolünde özel sağlık kuruluşlarında ucuza çalışacak bol eleman temini amacı güdüldü. Halkın “ilacı ucuzlattılar” demesi sağlandı, ama bu uğurda özellikle yerli ilaç endüstrisi ve ilaç araştırma geliştirme faaliyetleri feda edildi. Bir taraftan otuzuncu jenerasyon ilaçlar ABD ve Avrupa'dan bile önce bizim piyasalarımızda denendi, öte taraftan gerçekten düşük maliyetli birçok eski ama güvenilir ve etkin ilaç bulunamaz oldu. Önce ezcanelerin parfümeri haline dönüşmelerine çanak tutuldu, ardından da yanlış politikalar ile ilaç satışından adeta caydırıldılar. Zincir Drug store'ların kimlerin ortaklık ve sermayesi ile mantar gibi birden her köşe başında biteceği merak konusudur. Hekimin boynuna türlü yaptırım ilmekleri geçirilerek serbest olarak mesleklerimizi icraa etmemiz engelleniyor, "muayenehaneler bitiriliyor"! Öte taraftan ilköğretim mezunu kişilerin ellerinde IPL benzeri tıbbi cihazlar halka uygulama yapmaları serbest haldedir! Populist politikalar ile sağlık sektöründe politik yatırım yapmak kısa vadede kârlı olabilir, ancak orta ve uzun vadede son derece trajik ve ciddi sorunlar doğuracağı kesindir. Nitekim; düşük nitelikli hizmet ve ürün sağlık alanında halkımızın dikkatini çekmeye başladı, öncelikle hekim ve sağlık personelini ve eczacıyı hasta ile olumsuz biçimde karşı karşıya getiren bu zincirleme yanlış tasarruflar eninde sonunda bu tasarrufların gerçek sahiplerinin ellerinde patlamaya hazır bir hale geldi. Hayrettin Ökçesiz [email protected] Hayat mı bize ait, biz mi hayata aidiz? Ya da “bize ait olan bir hayatımız ve dışımızda bizi var eden bir hayat var” mı diyeceğiz? Bu sorulardan, farklı etik duruşlar ortaya çıkıyor. Posthümanist Hukuk “Hayat bize ait”se, sonuçta gücümüzün yettiği her şeyin hakkımız olduğunu söyleyebileceğiz. Eski Romalıların malike eşya üzerinde tanıdıkları saltık yetkileri: usus, fructus, abusus’u (kullanma, semerelerinden yararlanma, yok etme haklarını) kendimize hayat karşısında da sınırsızca tanıyacağız. Bu yetki göksel dinlerin pratiğinde de İnsan’a tanınmıştı. Yeniçağ aydınlanması da Tanrının verdiğini İnsana aynı kapsamda farklı bir tanıtla veriyor. İmago dei’den, eşrefi mahlukat’tan, özerk insan’a değin Hayat bize tabi kılınıyor. Hayat bizim. Aydınlanmacı eleştirellikle koruduğumuz ve kullandığımız Akıl, postmodernitede de bu hakkı kendisine saklı tutuyor. Buradan Posthümanite’ye geçerken, önceki dönemin bir biçimde algılayıp koruduğu (veya koruyamadığı) bir “üzerinde tasarruf edilemez olan”ın bu iyeliğin tahakkümüne daha çok girdiğini görmek, söylemek zorunda kalacağız. Bu “üzerinde tasarruf edilemez olan” bizim hayata ait olduğumuz’un, bizim hayat olduğumuz’un izlerini taşır. Böylelikle volonté générale, “direnme hakkı” üzerinden insan(lık) onuru (dignitas) karşısında gösterilen yerine razı olur. Bu irade ulusal egemenliği temellendirirken, özüne dokunulamaz “insan hakları”yla sınırlarına, uygun kabına kavuşur. İlk sorudaki durumların ilkinde (kayıtlardan) özgürlüğün, ikincisinde (hayata karşı) sorumluluğun etik öncelikli değerler olarak başı çektiğini; her birine koşulsuz bağlılıkla, diğerinden giderek uzaklaşılacağını görmek zor olmayacaktır. Oysa bu her iki değerin birbirine önkoşul olduğunu son soruya yanıt verirken ileri sürmemiz gerekecektir. Haklara hangi sebeple, ne ölçüde hakkımız bulunduğunu bilmek zorundayız. Bunu bugüne dek “insan onuru” üzerinden bilmeye çalıştık. Ancak yakın bir gelecekte, insan onurunu temellendirmede kullandığımız tanıtların “yapay zekâ” ve “posthuman” gerçekliği karşısında ileri sürülemez bir hale gelmeye başlayacağını göreceğiz. Eleştirel bakanların (Habermas, Böhme, Gesang, Sandel) yanında Fukuyama da bu kaygıyla, “Our Posthuman Future. Consequences of the Biotechnology Revolution” adlı yapıtında, insanda onun onurunu kurtaracak bir “Faktor X” arayışına girişiyor (Das Ende des Menschen, 2. baskı, Münih, Stuttgart 2002, s.210). Yeni dünyada tüm olup biteceklerin taşıyıcısı, elbette bunları söylememizi haklı gösteren “Teknoloji”den başka bir şey değil. Biyoteknoloji, infoteknoloji, nanoteknoloji vs… Freud insanın Kopernikus’la kozmolojik, Darwin’le biyolojik, psikanalizle psikolojik incinmesinden söz ederken, bugün teknolojik incinmeyi de bir dördüncüsü olarak saymak gerekiyor. Posthümanizm insanın incinmekten öte, temelli bir dönüşüme uğrayacağı bir çağı kurgulatıyor. Hayatın posthuman’a kayıtsız koşulsuz ait olduğu yeni bir varoluş… Nietzsche’nin “Übermensch”inden öncüllerini alan bu pervasız son insan olağanüstü değiştirme, dönüştürme gücüyle yaratacağı yeni gerçeklikte ölemeyecek denli çaresiz kalacağını da bir varoluş sorunu olarak yaşayacaktır. Bu yeni çağda, hayata ait olmanın unutulduğu yerde hayata sahip olmanın yaşayanlara trajik ve anlamsız bir varoluşu zorlayacağı küçümsenmeyecek bir kaygıdır. 21. yüzyılın ilk yarısında belirmeye başlayacağı söylenen bu çağın tüm ön habercilerini bugün duyar, görür olduk. Teknolojinin bizi bu döneme hızla hazırladığını kim göremez? Genetiği değiştirilmiş organizmaları, insana genetik müdahaleleri, beyin dopinglerini bir yandan; tüm silah teknolojilerini, yeni savaş ve terör tanımlarıyla yaratılan emsalsiz şiddet ve yıkım gerçekliğini, tüm denetim ve gözetim politikalarını, postmodern demokrasi koşullarını öte yandan hesaba kattığımızda yeni bir Üstinsan ahlakının teknolojinin verdiği güç ve cesaretle düşünülür hale geleceğini, bu felsefelerin yeniden ve daha incelikli tasarlanacağını abartısız ileri sürebiliriz. Bu çağın da bir hukuku ve hukuk felsefesi olacaktır. Biz, eski dünyanın insanları neyi, niçin, ne ölçüde koruyacağımız üzerine yeniden düşünmeliyiz. Çünkü bu yeni çağ bizim onayımızla gerçek olacaktır. Ya da bir başka deyişle, haklara hakkı olmak’ın gerçek nedenleri üzerine şimdiden yeniden düşünmek gerekiyor. Sağlıkta sorunlar daha da büyüyecek Prof. Dr. Rana Yavuzer Anadolu, Miami Üniversitesi, Miller Tıp Fakültesi konuk öğretim üyesi, [email protected], www.profdrranaanadolu.com D CBT 1187/15 18 Aralık 2009 oğrudur, sağlık alanında sorunlar derinleşip kangren olmaktadır. Sağlık sektöründe hekim ve sağlık personeli, eczacılar ve ilaç sanayii ve hastalar mağdur ediliyor. Aslında amaç son derece basit; bedava iş gücüne dönüştürülmekte olan hekim ve sağlık personelinin yanı sıra, maliyetin altında ilaç temini yolu ile, seçmene şirin görünmek. Yaklaşan seçimlere bu destekle girmek. Sözün özü popülizm. Ne yazık ki sağlık sektöründe "Bol doktor, bedava hizmet ve sudan ucuz ilaç baldan tatlıdır" cümlesi işlemiyor. Önce iri kasabalar il oldu ve her ile içi boş üniversiteler konduruldu. Zaten bir bölümü tamamen kof olan üniversitelerin öğrenci kontenjanları imanına kadar zorlanarak arttırıldı, bu konuda da tıp fakültelerine halay başı çektirildi. Meslek lisesinden hallice bir hale getirilen tıp fakültelerinden nitelik kazanamadan mezun edilen binlerce genç hekim, meslek yaşamının insafına terkedildi ve tabii milletimizin sağlığı da onlara! Hekim ve sağlık çalışanlarının patronaja mahkum biçimde çalışması için her türlü koşul yerine getirildi, ucuz ve bol iş gücü ile karın tokluğuna razı olmaları için elden gelen gayret sarf edildi. u biçimde hem seçmene bol ve bedava iş gücü biçiminde hekimsağlık personeli sunularak oy
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle