27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör tu? Ve ilkel bulamaçta bulunmayan nüklein asit gibi biyomoleküller nasıl gelişmişti? TİKTAALİK’TEN BİR KANIT DAHA Sudan karaya geçmek, yüzgeçlerin bacaklara dönüşmesi gibi bedensel uyumdan daha fazlasını gerektirir. Solunum ve beslenme de farklı koşullarda gerçekleşmekte ki bunlar da beden yapısına yansır. Bilim insanları bu nedenle 2004 yılında Kanada’nın kuzeyinde bulunan ve balıktan dört ayaklı kara hayvanına (tetrapod) geçişi simgeleyen hayvan fosilini yeniden incelediler. Adı Eskimo dilinde “büyük sığ su balığı” anlamına gelen Tiktaalik roseae, 375 milyon yıl önce yaşamıştı ve kendi döneminin birçok balığı gibi hem solungaç hem de akciğere sahipti. Kafa yapısı diğer balık türleriyle karşılaştırıldığında, her ne kadar ilk başlarda başka amaçlara hizmet ettiyse de daha sonraki kara yaşamı için bazı özellikler taşıyordu. 2.7 m kadar büyüyebilen Tiktaalik, yırtıcı hayvan olarak subtropik sığ sularda yaşıyordu. Yüzgeçlerindeki gelişmiş eklemler sayesinde kısa süreler için karaya çıkabiliyorduysa da yine de tam anlamıyla bir kara hayvanı değildi diyor Philadelphia Doğa Bilimleri Akademisi’nden Jason Dawns. Yaşamının büyük bir kısmını suda geçiren Tiktaalik, hem balık hem de karadaki böceklerle besleniyordu. Keskin dişleri ve timsahınkine benzer yassı bir kafa yapısıyla o çağdaki balıklardan farklı görünen bu Geçen sene sevgili dostum, büyük paleontolog Prof. Dr. Fritz Steininger ile Viyana şehri kuzeyindeki Eggenburg civarında, İstanbul’un batısındaki 118 milyon yıllık çökellere çok benzeyen tortul kayaçları incelerken, Fritz, beni Greillenstein şatosuna götürüp oradaki Kont ve Kontes ile tanıştırmayı teklif etti: «Şatoda devasa iki Türk salonu var, çünkü bunların atalarından biri 1628’de Sultan IV. Murat’a büyükelçi olarak gitmiş» dedi. Kont ve Kontes Kuefstein’in Ziyareti Şato’daki salonları gezerken bir tanesinde kapının üzerinde yaklaşık iki metre uzunluğunda ve bir metre genişliğinde Osmanlıca bir dünya haritası görünce çok hayret ettiydim. Bugüne kadar kartoğrafya tarihçilerince bilinmeyen bu haritayı 1629 yılında İstanbul’a elçi gelen Kont Hans Ludwig von Kuefstein getirmişti. Beni gezdiren Kontese heyecanla haritanın kartoğrafya tarihi ve özellikle Osmanlı korografyası (mahal bilimi) ve toponimisi (yer isimleri) açısından önemini anlatarak, bunun mutlaka bilim dünyasına tanıtılması gerektiğini söyledim. O da durumu eşine anlatacağını söyledi. Türkiye’ye dönünce ilk işim, yaptığım buluşu Deniz Kuvvetleri komutanımız Oramiral Sayın Metin Ataç’a arzetmek oldu. Sayın Komutan, bu buluşun 2022 Ekim 2008 tarihiinde İstanbul’da yapılması planlanan Türk Deniz Harp Tarihi Sempozyumuna sunulmasının uygun olacağını düşündü. Oramiral Ataç derhal Kont Kuefstein’a bir mektup yazarak kendisini ve tarihçi olan eşi muhterem Kontes Kuefstein’i Sempozyuma kendi misafiri olarak davet etti ve haritanın birebir bir kopyasının Deniz Müzemizde teşhir edilmesi için izinlerini rica etti. Kont Sayın Komutanımızın davetini kabul etmekle kalmadı, Kontes Kuefstein sempozyumda aile açısından haritanın ve elçilik heyetinin tarihini anlatan bir tebliğ vermeyi kabul etti. Kont İstanbul’a haritanın birebir bir kopyasıyla gelerek Sayın Oramiral Ataç’ın istediği teşhir iznini de verdi. Kuefstein’lara ben ve aynı zamanda bir tarihçi olan Dz. Kur. Alb. Murad Hatip, İstanbul’daki kalışları süresince mihmandarlık yaptık. Aziz arkadaşım, büyük tarihçimiz Prof. Dr. İlber Ortaylı, kendilerini, Topkapı Sarayı müzesinde, kapalı olduğu salı günü özel olarak gezdirdi, ataları Hans Ludwig’in bulunduğu yerleri gösterdi ve aynı zamanda onları derin tarih ve dil bilgisi ve bitip tükenmeyen nüktedanlığı ile büyüledi. Pek hoş bir raslantı, Enver Paşa ile Naciye Sultan’ın torunu Arzu Hanımefendi ile eşi Ömer Bey de İlber’e misafir geldiler. Bu suretle, Kontes Kuefstein aynı zamanda Bavyera Prensesi de olduğu için, iki prensesli unutulmaz bir de yemek yedik. Murad Hatip Albay’ım Deniz kuvvetlerimiz kanalıyla Dolmabahçe için benzer bir özel tur ayarlanmasını temin etmişti: Dolmabahçe’yi gezerken Kont ve Kontes duvarda asılı Avrupalı hükümdar ve asilzadeler arasında bazı akrabalarını da tanıyarak ilişkilerini bizlere anlattılar. Atatürk’ün yaşama gözlerini yumduğu oda ve ölmeden ifade ettiği, «ormanlık bir yere giderek hastalığından sonra tabiatın kucağında bulunma arzusu» hepimizin gözlerini yaşarttı. Kont ve Kontes Atatürk’e olan hayranlıklarını uzun uzadıya dile getirdiler ve kendilerini misafir eden Türk ordusundan gördükleri yakınlığın köklerinin bu büyük insanın attığı uygar temellerde olduğunu söylediler. Sempozyum süresince Deniz Kuvvetleri Komutanımız misafirleriyle bizzat ilgilendi, onlara sempozyuma katılma anılarını tazeleyebilmeleri için bir de hediye verdi. Kendisinin izniyle Kont ve Kontes Kuefstein son iki gecelerini bizim evde geçirdiler. Kütüphanemdeki eserlerden de yararlanarak «Kuefstein Haritası» hakkında bazı kaynak araştırmaları yaptık. Bana aile tarihçeleri hakkında çok kıymetli bir kitabı hediye olarak getirerek büyük bir nezaket göstermişlerdi. Bu kitapta ataları Hans Ludwig’in elçiliği döneminde yaptıklarını tekrar okuduk ve Kontes bugün Budapeşte’de bulunan günlükleri de incelemek gerektiğini görerek, kendisinin bu görevi üstleneceğini söyledi. Metin Ataç Amiralimin büyük bir merak ve şevkle Kuefstein haritasının peşine düşmesi ülkemize kaybolmuş olan kültürel değerlerinden birini tekrar kazandırmakla kalmadı, aynı zamanda Kont ve Kontes Kuefstein’a gösterdiği büyük nezaket ve ev sahipliği, bu eski ailenin mensuplarının ülkemize büyük bir sempatiyle bağlanmalarına neden oldu. Bir taraftan halkımızı hayır yapıyoruz diye soyarken, bir yandan da ordumuza küfreden insan müsveddeleri demokratlık ve liberallik taslarken, Atatürk’ün ordusunun mensupları ülkemizi korumakla kalmıyor, onun kültürüne, bilimine ve yurtdışında olumlu tanıtımına herkesten çok katkı yapıyorlar. volkanik adaların içinde ve kenarında oluşmuş. Miller deneyi için su, metan, amonyak ve hidrojeni bir araya geldiği camdan bir dolaşım düzeneği kurmuştu. İmbiğin içinde kaynatmış olduğu suyun buharı gaz karışımıyla, karışıyordu. Miller elektrik akımıyla flaşlar yaratıyordu. Yapının diğer tarafında buhar yoğunlaşıyor ve damlacıklar halinde imbiğe boşalarak dolaşımı yeniden başlatıyordu. Deneyin ikinci gününde Miller, bu karışımın içinde proteinin bir içeriği olan glisin aminoasidini buldu. Scripps Oşinografi Enstitüsü’nde Jeffrey Bada yönetiminde çalışan ekip, kimyacının deneyiyle ilgili eski örnekleri bulunca, bunları yeniden analiz etmeye karar verdi. Ekip, en modern tekniklerle Miller’in bulmuş olduğu beş aminoasit yerine on dört aminoasit buldu. O zamanki deney tertiplerinden bazıları hiç yayımlanmamış bile. Oysa Miller bunlardan birinde ilkel dünyadaki volkanik püskürmeyi tasarlamaya çalışıyormuş. Söz konusu deneyde yükselen gazlar dar bir bölümden geçirilerek hızlandırılıyor ve yoğunlaşmış reaksiyon ürünleriyle karıştırılıyordu. Ancak Miller, ilk deneydekinden farklı maddeleri saptayacak yöntemlere sahip değildi. Bada ile çalışan ekip bu deneyde de özgün deneyin örneklerindekinden çok daha fazla molekül saptamışlar. Toplam 22 aminoasit ve beş amin bulmuş araştırmacılar. Her ne kadar ilkel bulamacın içerikleri, Miller’in kullandıklarıyla aynı olmasa da yeni ölçüm sonuçları yine de yeni bilgiler vermekte. Nitekim ikinci deneyin koşulları, volkanlardaki buhar bulutlarıyla örtüşmekte. Bu da zengin enerjili volkanik çevrenin yaşamın ilk kimyasal yapıtaşlarını oluşturacak koşulları yaratmış olduğunu kanıtlamakta. Bununla birlikte Miller ve ardılları tarafından kabul edilen teori tartışılmaz değil. Kimi jeobilimciler, ilkel dünyadaki koşulların Miller’in imbiğindeki koşullara benzediğinden şüpheliler. Örneğin bazıları organik bileşimlerin dünyamıza meteoritlerle geldiğine inanıyorlar. Ne olursa olsun Miller’in deneyi kimyasal/biyolojik evrim araştırmalarındaki önemini korumakta. Fakat yine de yanıtlanması gereken bazı sorular var. Mesela bu koşullarda hücre oluşumu için kaçınılmaz olan uzun proteinli zincirler nasıl oluşmuş Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1128/ 5 hayvanın beden yapısı beslenme biçimine uygundu. Bilim insanları şimdi Tiktaalik’in kemiklerin daha yakından inceleyince yeni sonuçlara ulaştılar. Hyomandibula kemiği örneğin balık kafatasında, damak ve solungaç yapılarını bileştirerek, beslenme ve su altında soluk alma hareketlerini düzenlemekte. Bu kemik Tiktaalik’te önemli ölçüde küçülmüş. Kara omurgalılarında bu kemik, orta kulaktaki üzengi kemiğine dönüşmüştür. Bu açıdan bakıldığında Tiktaalik bir kez daha evrim süreçlerini veya ön uyumu temsil etmekte. Hayvanlar belli başlı çevreye uyum sağlarlar ve bir zaman içinde gelişen bedensel özellikler daha sonra yepyeni kapılar açabiliyor. Diğer bir örnek yarasaların ve pterozorların aksine tüyleri gelişmeseydi uçamayacak olan kuşlardır. Çünkü tüyler uçma yeteneğine paralel olarak değil sıcaklık ayarı için gelişmişlerdir. Tüyler geliştikten sonra evrim yeni bir şeyler yaratarak kuşlara eşsiz uçma yeteneğini kazandırmıştır. 31 Ekim 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle