27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Karar verme teknikleri açısından YÖK ile birlikte kurulan düzenin üniversiteleri tatmin edemediği bir gerçek. İlginçtir ki bu düzenden faydalandığı düşünülen hükümetler ve siyasi kişilikler de sistemi sık sık eleştiriyor! Fakat ne hikmetse, değiştirmek yerine kendisi için işlemesini tercih ediyor! Akademik çevrelere de bu kişilerin tercihleri üzerinde tartışmak kalıyor. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji (CBT) dergisinde sadece 2008 yılının on aylık döneminde yaklaşık otuz yazının konusu rektörlük seçimi ile ilgiliydi. 13 ayrı yazı ile Sayın Bursalı başta geliyor. Onu 5 ayrı yazıyla Sayın Şengör izliyor. Çetiner, Mutlu, Türkdemir ve Yazıcı’nın konuyla ilgili değerli görüşleri var. Ayrıca çeşitli derneklerin, gazetecilerin ve diğer entelektüellerin de konuyla ilgilendiği, katkılarından anlaşılıyor. Gerçekten de, rektör seçimi veya atanması, hele bugünkü yetkilerle, ciddi sonuçlar yaratan ve herkesi ilgilendirmesi gereken bir sorun. Doç. Dr. Kenan Ok, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi, kenanok@istanbul.edu.tr azılar incelendiğinde Bursalı’nın, mevcut sistemin sakıncalarına değindiği, özellikle öğretim üyelerinin bu düzendeki rolünü sorguladığı, merakla beklenen İstanbul Üniversitesi seçimleriyle ilgili görüş ve kaygılarını paylaştığı görülüyor. Sayın Çetiner, bugüne kadar yapılan seçim sisteminin aksayan yönlerini başarıyla açıklıyor ve “iyi çocuklar, bizim çocuklar” yaklaşımını haklı olarak eleştiriyor (CBT 1118/15). Sayın Şengör ise, iki Cumhurbaşkanının tercihleri yanında, seçim konusuyla ilgili kökten bazı yargılarda bulunuyor. Öncelikle birlikte çalışacak öğretim üyelerinin rektörü seçmemesi gerektiğini, bu konuda demokraRektörlük seçitik davranmanın sakıncalı olduğunu savunuyor. Şengör’e göre miyle ilgili tartışrektör adayı olmadan önce ulusmaların, akadelararası bilimsel çevrelerde saygın mik hayatı bir yer edinilmesi ve rektörlük dönemi için projelere sahip olunbilimin yol gösteması gerekiyor. Adayların bu niriciliğinde kararteliklere uygunluğunu ise YÖK lar alan bir kutarafından seçilecek bağımsız bir kurulun inceleyebileceğini ve rum haline getirdoğru adayı belirleyebileceğini mesi en büyük düşünüyor (CBT 1116/5). dileğimizdir. Sayın Yazıcı’nın görüşleri ise YÖK’ün bir an önce kaldırılması ve fakülte dekanları ile fakültelerin seçecekleri birer üyeden oluşan üniversite senatosunun rektörü seçmesi yönünde (CBT 1122/21). Rektör seçim sistemi ile ilgili öneri, Sayın Mutlu tarafından kaleme alınmış. Vakıf üniversitesi deneyimine de sahip olan Mutlu’ya göre (CBT 1119/21), valilerin başkanlığında bir heyetin üniversite mütevelli heyet üyelerini seçmesi, ardından mütevelli heyetin rektörü belirlemesi sorunları çözecek bir yaklaşımdır. Yukarıdaki görüşler bir bütün olarak ele alındığında, mevcut sistemin benzer noktalarından sıkıntılar duyulduğu hemen fark ediliyor. Sıkıntı kaynaklarının; öğretim üyelerinin rektör belirleme sürecindeki rolü, rektör adaylarında olması gereken nitelikler veya seçenin kararını yönlendiren ölçütler, seçim kampanyalarının işleyiş şekilleri ve etkileri, YÖK ve Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini kullanma biçimleri noktalarında odaklandığı anlaşılıyor. Üniversite içerisinde rektörlük dışındaki farklı pozisyonlar için yapılan seçimlere ne YÖK ne de Cumhurbaşkanı katılmıyor. Fakat bu seçimlerin doğru adayları belirleyebildiğini söylemek, deneyimler ışığında çok güç. Bu da YÖK veya bir başkası karışmadan öğretim üyelerinin yapacağı seçimin sağlıklı leşmiş idari bir işlemden daha ileri anlamlar taşıyan, mühendislik veya işletmecilik alanındaki bilimsel birikimleri kullanarak çözebileceğimiz bir karar verme (decision making) sorunu mu var? SATIŞ ELEMANI SEÇİLMİYOR Üniversite gibi yönetilmesi bilimsel, ekonomik, sosyal ve hatta çevresel bilgi ve görgüyü gerektiren bir kurumun yöneticisi olacak rektörlerin seçimi, bir işletmenin pazarlama departmanına alınacak satış elemanlarının seçiminden daha kolay veya değersiz bir karar değildir. Bu kararın farklı düzeylerde ve birden fazla amaca hizmet edebilmesi gereklidir. Karar verirken dikkate alınması gereken amaçlar aynı üniversitede zaman içerisinde değiştiği gibi, farklı üniversitelerde de farklı olmalıdır. Karar vericinin sahip olduğu değerleri bilmeden, verilen kararın anlamını tartışmak olanaksızdır. Bilim ve toplumsal yaşam konularında benimsenen değerler farklı ise seçilen rektörler de farklılaşır. Amacı ve değerleri farklı kişilerin değerlendirme ölçütleri ve kısıtları farklıdır. Yeni kurulan bir taşra üniversitesinin çözüm bekleyen sorunları ile kuruluşu yüz yılı aşmış bir üniversitenin atması gereken adımlar aynı değildir. Dolayısıyla her iki kurum için seçilecek kişinin sahip olması gereken özellikler de aynı olamaz. Kısaca belirtmek gerekirse, rektörün belirlenmesi işi bilimsel karar vermenin gerektirdiği tüm bileşenleri içermekte. Kim seçerse seçsin, tartışılan sorunun özünde karar verme problemi yatmaktadır. Karar verme ise pek çok mühendisin, işletmecinin üzerinde çalışmalar yaptığı bilimsel bir faaliyet alanıdır. Konuyla ilgili Çok Amaçlı Karar Verme Derneği gibi uluslararası dernekler bulunmakta, konferanslar düzenlenmekte. Oluşan birikimi anlamak için scholar.google’da MCDM kısaltmasının taranması yeterlidir. Y sonuçlar verebileceği beklentisini şüpheli hale getiriyor ve Şengör’e hak vermemize neden oluyor. KURULLAR ZATEN VAR Bununla birlikte, çeşitli kurulların yaptığı seçim örneklerini de halen uyguluyoruz. Örneğin fakülte yönetim kurulu üyelerini fakülte kurulları seçiyor. Fakat yıllarca ne ürettiği belli olmayan, katkıları izlenmeyen kişiler bu kurul tarafından yönetim kuruluna seçilebiliyor. Benzer durum YÖK üyeleri için de geçerli. Bilindiği gibi, YÖK üyeleri tüm üniversite öğretim üyelerinin tercihlerine göre seçilmiyor. Yasada yetki verilen kişi ve kurumlar YÖK üyelerini belirliyor. Bir başka değişle, Şengör veya Yazıcı’nın önerdiği sistem bu alanlarda zaten uygulanıyor. Ancak kurulların seçim yapması da, Şengör’ün YÖK üyeliğine seçilmesi örneğinde görüldüğü gibi, bazı kişileri memnun etmiyor. Dolayısıyla Yazıcı ve Şengör’ün kurul seçsin önerisine katılmamızı engelleyen örnekler olarak karşımıza çıkıyor. Bir rektörde olması gereken nitelikleri tanımlamak veya seçim ölçütleri belirlemek önerisini de tartışmak gerekiyor. Hiç kimsenin alnında Unamuno olup olmadığı yazmıyor! Unamuno’nun yaşadığının benzerini yaşamadan da kimin nasıl bir tepki verebileceği kolaylıkla kestirilemiyor. Eğer bu özellikleri başarıyla tanımlayabilen ölçüt ve göstergeler tanımlanamazsa, yalancı ölçütler devreye giriyor. Örneğin SCI kapsamındaki bir derginin, araştırma ile ilgisi olmayan; yayın tanıtımı, ülkelerden haberler köşelerinde yazılan yazılar gösterilerek saygınlık kazanılma gayretleri türüyor. İşin içine niteliksel özellikler girince bu durum daha da güçleşiyor. Bu nedenle rektör seçimiyle ilgili ölçüt geliştirme çabalarını önemli bir başlangıç olarak kabul etmek gerekiyor. İster öğretim üyelerinin tamamının, ister belirli kurulların seçimine bırakılsın, bu şekilde yapılmış geçmiş seçimlerin sonuçları hiç de doğru adayların seçimlerini garanti etmiyor. Ne yazık ki öğretim üyelerinin tercihleri, Çetiner’in belirttiği gibi, yönlendirilebiliyor, kabul edilemeyecek gerekçelerle yanlış seçeneklere yönelebiliyor. Öğretim üyeleri belirtilen ölçütlere uygunluğu ya anlayamıyor ya da bu ölçütleri eksik, yanlış kıymetlendirebiliyor. Öyleyse, doğrudan öğretim üyeleri seçsin veya yetkili kurullar atasın yaklaşımlarının, belirli amaçları başarıyla yerine getirebilecek doğru adayı kararlaştırma işine uygunluğunu tartışmak gerekmiyor mu? Birkaç tane seçim ölçütü geliştirmekle bu işi “nesnel” bir tabana oturtmak mümkün mü? Bu iş YÖK kalksın, Cumhurbaşkanı en çok oyu alanı atasın, seçimi önce YÖK yapsın sonra öğretim üyeleri oylasın önerilerinin kapsayabildiğinden daha ileri sorunlar taşımıyor mu? Yoksa üniversitelerimizin aslında, rutin 3000 KİŞİ OY KULLANACAK, AMA... Bugüne kadar yapılan rektörlük seçimleri oldukça fazla sayıda adayın seçimlere katıldığını göstermektedir. İstanbul Üniversitesi’nde 10 civarında öğretim üyesi halen aday. Bu kişilerle belki de hiçbir arada bulunmamış, mesleki deneyimleri, bilimsel kişilikleriyle ilgili pek az fikir sahibi olan yaklaşık 3000 öğretim üyesi bu adayları, belirli olmayan ölçütlere göre ve standartlaştırılmamış bilgileri kullanarak değerlendirecek ve “en uygun” adayı sıralayacaktır. Bu durum diğer üniversiteler için de benzerdir. Seçmenleri, (öğretim üyeleri, YÖK, Cumhurbaşkanı hiç fark etmez) bilinmeyen amaçlara hizmet etmek üzere, belirsiz değerlerin etkisi altında ve herkes için farklı ölçütleri dikkate alarak, çok sayıdaki adayı karşılaştırma ve en iyiyi seçme problemi beklemektedir. Günümüz Türk üniversitelerinin farklı dallarında, insan zihninin sınırlarını zorlayan bu problemle ilgili olarak bilimsel çalışmalar yapan pek çok akademisyen olmasına rağmen, ilginçtir ki, geliştirilmiş birikimler rektör seçim sürecinin tasarlanmasında hiç gündeme gelmemektedir. Bilim dünyasının geliştirdiği karar verme süreç veya modellerini, bir başka deyişle bilimsel birikimleri aynı camianın kullanmaması düşünülebilir mi? Düşünülürse bu üniversiteler “hayatta en hakiki yol gösterici” olarak kimi, neyi gösterebilir? Karar verme bilimsel alanının ortaya çıkmasının nedeni, karar vericinin olası hata kaynaklarını en aza indirmek, insan zihninin muhakeme yeteneklerini yükseltmek, verilen kararın etkilerini izleme değerlendirme yöntemlerini oluşturmaktır. İnsanın olduğu yerde keyfi CBT 1128 / 20 31 Ekim 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle