01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Geçmişte yaşananlara dayanarak yapılan uzun süreli deprem tahminleri daha kolaydır. Örneğin, San Francisco Körfezi’nde yaşayan insanlar 30 yıl içinde yeni bir depremin olma olasılığının %62 olduğunu biliyorlar. Kısa vadeli uyarılar –saniye ölçeğinde mümkün olabiliyor. Japonlar son yıllarda böyle bir sistem geliştirdiler. Bu sistem sayesinde insanlar kendilerini güvenceye alabilecekleri bir yere kaçabilirler. Bu tür önlemler yaşam kurtarmakla, birlikte haftalar veya günler öncesinden uyarı yapabilmek mal ve can güvenliği açısından daha kritiktir. Bu süre içinde tehlikeli bölgeler boşaltılabilir. Eğer Dünya bu ölçekte uyarı veriyor olsa dahi, bunların nasıl okunacağını henüz kimse bilmiyor. Depremleri önceden kestirme girişimlerinde tutulan yol, genellikle belirli bir fayın üzerindeki stresi ve gerilimleri içeren modellere, fayın en son ne zaman kıpırdadığına, uydudan alınan yer hareketleri ölçümlerine dayanır. Bazı bilim insanları Dünya’nın atmosferinin sınırındaki elektriksel faaliyetin de bir öngörü işareti olarak değerlendirilebileceğine inanıyor. Bu çok tartışmalı bir görüştür. Bu görüşün ardında yatan fikir, depremlere yol açan stres değişikliğinin, elektrik akımı yaratacak şekilde kayaların üzerinde baskı oluşturmasıdır. Bu da radon gazının salgılanmasını tetikler veya yüzey sıcaklığını artırarak Dünya’nın elektromanyetik alanını etkiler. Bütün bunlar uzaydan uydular aracılığı ile izlenebilir. Depremden hemen önce fay hatlarının üzerindeki tuhaf bulut oluşumlarının da deprem habercisi olabileceği söyleniyor. Depremi doğru olarak önceden haber verme konusunda daha kat edilmesi gereken çok uzun bir yol olsa da, yanardağların ne zaman faaliyete geçeceğini önceden tespit etmek giderek mümkün olabiliyor. Son yıllarda uyarı işaretlerinin doğru yorumlanmasına yol açan gelişmeler sayesinde bazı bölgeler başarılı bir şekilde boşaltılabildi. Her yanardağ net bir sinyal göndermese de en küçük bir işaret bile patlamaların habercisi olarak ele alınabilir. Okyanusun sesindeki ufak bir değişiklik Hint Okyanusu’ndaki Reunion Adası’ndaki Piton de la Fournaise yanardağının patlaması için bir haberci olarak değerlendirildi ve 2006 ve 2007 yılındaki patlamalar ufak hasarlarla atlatıldı. Okyanusun deniz tabanına çarpması sonucu ortaya çıkan düşükfrekanslı sismik dalgalarını inceleyen bilim insanları, yanardağ patlamasından hemen önce magma odacıkları üzerinden geçen ses dalgalarının yavaşladığını fark etti. Hava koşulları da yanardağ patlamalarının habercisi olabiliyor. Alaska’daki aktif Pavlof Yanardağı genellikle sonbahar ve kış aylarında daha faaldir. Çünkü bu dönemlerdeki şiddetli fırtınalar magmayı diş macunu tüpünün sıkıştırılması gibi dışarı doğru iter. İklim değişikliğinin de benzer şekilde etki yaratması büyük bir olasılıktır. Buzulların erimesi ve yükselen deniz seviyesi de deprem fayları ve kıyılardaki yanardağ yamaçları üzerindeki yükü artırabilir. Bu da deprem ve patlamaları tetikleyebilir. En kötü senaryo süperyanardağ patlamalarıdır. Bunun en sonuncusu 75 bin yıl önce meydana geldi. O dönemde Dünya yüzlerce yıl sürecek bir volkanik kış dönemi yaşadı. Sonuçta dünya nüfusunun %60’ı yaşamını yitirdi. Patlamalar her birkaç yüz bin yılda bir meydana gelir. Bir sonrakinin gelmekte olduğunu biliyoruz. Bunun başlıca iki adayı var. Biri Wyoming’deki Yellowstone, bir diğeri de güney İtalya’daki Campi Flegrei. Ancak kimse bunların ne zaman patlayacağını bilmiyor. Bu da aslında iyi bir şey, çünkü bunları engellemek için elimizde hiçbir olanak yok. Türkçesi: Reyhan Oksay Kaynak: www.newscientist.com/archive.ns Mustafa Çetiner [email protected] Türk Hematoloji Derneği bir süredir “daha çok Türkçe, daha güzel Türkçe” sloganıyla Türkçenin bilim dili olması için bir kampanya yürütüyor ve son iki yıldır Ulusal Hematoloji Kongrelerinde “en güzel Türkçe” ödülü veriyor. Daha Çok Türkçe, Daha Güzel Türkçe.. En güzel Türkçe bildiri ödülü bu yıl değerli bilim insanı Prof. Dr. Ahmet Muzaffer Demir’in başkanlığını yaptığı Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim dalının bir çalışmasına verildi. Aynı ekip bir başka çalışması ile en iyi Klinik Hematoloji Ödülünü de aldı. Kanımca, pıhtılaşma konusunda yaptığı çalışmalar nedeniyle uluslar arası bilinirliği oldukça yüksek olan Dr. Demir ve ekibinin en iyi klinik çalışma ödülü ile birlikte en güzel Türkçe ödülünü alması bir tesadüf değildir. Çünkü bilim dilinin gelişmesi aslında doğrudan bilim üretimi ile ilgili bir süreçtir ve en çok bu sürecin içindekilerin becerebileceği bir şeydir. İngilizcenin bilim dili olması kuşkusuz ki, bilimin ağırlıklı olarak İngilizce konuşulan ülkelerde üretiliyor olmasındandır. Bu noktadan hareketle Türkiye’de bir bilim dili yaratmak, bilimsel dilin Türkçe olması gerektiği kaygısı taşımak da bilimi, bilimsel araştırmayı ve bilim toplumu olmayı en büyük öncelik sayanlara özgü olmalıdır. Yani yaşama bilimsel çerçeveden bakan birinin kendi dilini özenli kullanması, bilimsel terimlerin kendi dilindeki karşılığını bulmaya çalışması çok doğaldır. Yukarıda tanımlamaya çalıştığım bilim adamı görüntüsüne en çok uyanlardan biri de Türk kan bilim dünyasının kıdemli öğretmenlerinden olan Prof. Dr. Yücel Tangün’dür. İki yıldır Yücel Öğretmen ile “en güzel Türkçe bildiri ödülü” jürisinde birlikte çalışıyorum. Bu süreç aslında benim için de son derece eğitici bir deneyim oluyor. Yücel Öğretmen, sadece Türkçeye olan duyarlılığı ile değil aynı zamanda titiz, disiplinli çalışması ve sistematik yorum yeteneği ile gerçek bir yol göstericidir. Onun Türkçe ve bilim konusundaki örnek yaklaşımının en canlı örneği onun hazırladığı www.kanbilim.com isimli sitesidir. Bakın bu sitede nasıl yakınıyor Türkçeyi özürlü kullananlardan… “Çünkü “dahi” anlamına gelen “de”leri ayırmayan, “mi?”, “misiniz?” gibi soru takılarını bitişik yazan, “eritrosit” ya da “alyuvar” yerine “kırmızı küre” diyen, “bildirmek” anlamına gelen ing. “to report” u “rapor etmek” şeklinde kullanan o kadar çok öğretim üyesi arkadaşımız var ki!” Prof. Dr Yücel Tangün, www.kanbilim.com isimli siteden tamamına ulaşabileceğiniz “Ulusal Hematoloji Kongresi En Güzel Türkçe Bildiri Ödülü Üzerine” isimli yazısında “niçin Türkçe karşılıkları varken yabancı dillerdeki sözcükleri kullanıyoruz” diye soruyor. İşte Türkçeleri varken yabancı dillerden beceriksizce dilimize aktarmaya çalıştığımız sözcüklerden bazıları ve Tangün’ün yorum ve düzeltmeleri. Hematolojik hastalıklar: Kan hastalıkları. Ekarte etmek: Uzaklaştırmak, dışlamak, dışta bırakmak, dıştalamak. Sonuncu karşılık, sözlüklerde bulunsa da, bana sevimsiz geliyor! ...ile karakterize bir hastalıktır: Yayınlarda sık kullanılan, “to characterize” fiilinden aktarılmış, daha doğrusu uydurulmuş, “characterized by” karşılığı “karakterize” kötü Türkçeye iyi bir örnek... Niçin “...ile nitelenen bir hastalıktır” ya da “...ile belirlenen bir hastalıktır” demeyelim? Malign: Habis, kötü huylu, kötücül (karşıtı: benign: selim, iyi huylu, iyicil). Kür (ing. cure): Şifa, iyileşme, hastalıktan kurtulma. Arkadaşlarımız “şifa” anlamında kullandıkları İng. cure’u, Fr. “tedavi” anlamındaki “cure” gibi telaffuz edip yazıyorlar. Aslında dilimizde de “kür” sözcüğü var. Ama bu şifa anlamına gelmiyor: kemoterapi kürü, kaplıca kürü gibi. elaps, Rölaps: Nüks. Bizim kuşağımız “nüks” ya da “nüksetme” derdi. “Yineleme (tekrarlama)” da diyebiliriz. İsterseniz, kullanmanızı önermesem de, bu anlamda halkımızın “depreşme”, “tepme” gibi güzel deyimlerini de anımsatıvereyim! Bu liste böylece uzayıp gidiyor, www.kanbilim.com sitesini tüm hekimlere, tıp öğrencilerine ve meraklılarına öneriyorum. Gerçek bir yol göstericiden bir şeyler öğrenebilmek için… CBT 1128/ 15 31 Ekim 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle