16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör maddelerin indirgenmesinde sorumlu ve solucanın alışılmamış bir çevrede hayatta kalmasına yardımcı oluyor. Böceklerin bedeninde konaklayan ipliksi solucan onları taşıma aracı olarak kullanıyor ve böceklerin ölümünden sonra üzerlerinde oluşan mantarlar ve bakterilerle besleniyor. Bilim insanları ipliksi solucanın konakçı ve parazit arasındaki karmaşık ilişkiyi açıklayacak bilgiler verdiğini söylüyor. Nematod olarak da isimlendirilen ipliksi solucanlar bir milyon tür ile hayvanlar dünyasının en büyük grubunu oluşturur. Boyları genelde 1mm’dir, tüm kıtalarda ve tüm ekosistemlerde yaşıyor. Bazıları insanda, hayvanda ve bitkilerde önemli bir hastalık etkeni olarak barınırlar. Parazitlik, Nematod grubu içinde en az yedi kez birbirlerinden bağımsız olarak gelişmiştir. İpliksi solucanlar grubundan Caenorhabditis elegans, basit yaşam biçimi, küçüklüğü ve hızlı kuşak gelişimi nedeniyle en sevilen laboratuvar hayvanlarından biridir ve 1998 yılında kalıtımı tümüyle çözülen ilk çok hücreli canlı oldu.. MaxPlanck Gelişim Biyolojisi Enstitüsü ve Amerikan Ulusal İnsan Genom Araştırmaları Enstitüsü on yıl sonra ikinci bir Nematod türünün kalıtımını çözdü. Pristionchus türleri çok özel bir yaşam alanı keşfetmişler. Ölümlerinden sonra üzerlerinde oluşan mantarlar ve bakterilerle beslenebilmek için mayısböceği, bokböceği ve patates böceği gibi hayvanların üzerinde yaşıyorlar. Bu açıdan bakıldığında ipliksi solucanlar, böceği kendilerini koruyan ve yiyecek sağlayan bir tür mobil yaşam alanı olarak kullanıyorlar. Karadan böcek bedenine geçişte, ipliksi solucanın yaşam alanı önemli bir değişikliğe uğruyor. Mesela konakçıdaki toksik maddelerden korunmak zorundalar. Solucanın böcek bedenindeki koşullarla başa çıkma yetisi çok önemli. Çünkü bu yaşam biçimi gerçek parazitlerin ön evresi olarak görülebilir diye düşünen bilim insanlarının tahminleri Pristionchus pacificus kalıtımının çözülüşüyle kanıtlandı. Yaklaşık olarak 170 megabazdan oluşan kalıtımın 23.500’den fazla protein kodlayan geni var. Oysa Caenorhabditis elegans ve insanda görülen Brugia malayi ipliksi solucanlarının 12.00020.000 protein kodlayan geni bulunmakta. Pristionchus pacificus solucanındaki gen artışı kısmen gen kopyalarına dayanmakta. Bunların arasında zararlı maddeleri indirgeyen ve karmaşık böcek ekosisteminde hayatta kalmaya yardımcı olan çok sayıda gen yer almakta. Pristionchus pacificus, öte yandan Caenorhabditis elegans solucanında görülmeyen ancak bitki parazitlerinde bulunan genlere de sahip. Özellikle de bitkilerin ve mikroorganizmaların hücre duvarlarının indirgenmesi için önemli olan enzimler bilim insanlarının dikkatini çekmekte. Bizi Tanrı yarattı. Peki, onu kim yarattı? Diyelim ki onu bildin ve bir «süperTanrı» kavramına ulaştın. Peki o süperTanrıyı kim yarattı? Süpersüper Tanrı mı? Sorudan Korkmayın Bu yazıyı 21 Eylül Pazar günü kaleme alıyorum. Cumhuriyet gazetesinde bir haber: Felsefe derslerinde öğrenci dine yönlendiriliyor. Buna verilen örneklerden biri de şu: Yazar olmadan kitap olur mu? Bundan yola çıkarak bekleniyor ki öğrenci, her varlığı bir yaratan olduğu ve o yaratanın da her varlığı nihayet bir amaç için yarattığı sonucuna varsın. Yani Tanrının varlığına ulaşsın. Haberi yapan belli ki bu yaklaşımdan ürkerek bunun öğrencileri dine yönlendireceğinden endişe ediyor. Sevgili okuyucularım bu endişe, ancak öğretmen öğrenci üzerinde baskı kurarak yalnızca bir cevabı zorlamaya kalkarsa yerindedir. Aksi takdirde sorulan soru, Tanrı’nın olmadığı konusunda en güçlü mantıksal çıkarımlardan birine götürür beş paralık bir aklı olan öğrenciyi. Şöyle ki: Her kitabın bir yazarı olması her varlığın bir tasarlayanı olması gerektiğini intaç eder. Yani varsanız sizi bir yaratan vardır. Kitabın bir yazarı, yazarın da bir tasarlayanı, bir yapıcısı var demektir.Yani yazarın Tanrısı vardır. Güzel: Peki bu mantığa göre Tanrıyı kim tasarlayıp yaratmıştır? Tanrı hangi amaç için yaratılmıştır? Öğrenci bu soruyu sorduğu an öğretmen: «Hâşâ, Tanrıyı yaratan olur muymuş» dediği an kendi verdiği örneğin gerektirdiği mantığı kabul etmiyor demektir. O zaman öğrenci de «Tanrı kendi kendini yaratabiliyorsa, belki bir kitap da kendi kendini yaratabilir» cevabını verir. Bu saçma gelen cevaba karşı çıkabilecek tek itiraz, Tanrının özel bir varlık olduğudur. Bu özel varlık hakkındaki bilgilerimiz neye dayanmaktır? Cevabı hemen vereyim: Hiç! Tanrı hakkında muhtelif peygamberlerin vs. söylediikleri nihayet sözdür. Bunun dışında hiçbir olgu Tanrının varlığını gösteremez. Hiçbir felsefeci tanrının varlığını (pek çoğunun çok çaba göstermiş olmasına karşın) ispat edememiştir. Tanrının varlığını kabul etmemiz için, doğada normal olarak gördüklerimiz dışında, yani olağanüstü şeylerin varlığını kabul etmemiz gerekmektedir ki bunları kabul etmek için en küçük bir nedenimiz yoktur. Büyük İngiliz klasikçisi ve şair Francis Macdonal Cornford (18741943), bilimin ortaya çıkışının, doğada (ve geçmişte) olağandışı şeyler olmadığının kabul edilmesiyle mümkün olduğunu söyler, «Sokrates’ten Önce ve Sonra» adlı küçük fakat çok önemli eserinde. Sevgili dostum merhum Fransız klasikçisi JeanPierre Vernant da (19142007) eski Yunan’da bilimin doğuşunu aynı nedene bağlar: Bizim Milet’li Thales ve Anaksimandros dinin ancak gündelik olaylar dışında izahı mümkün olmayan mucizeler kabul edildiği takdirde kabul edilebileceğini görüp, mucizelerin kabulü için hiçbir gözlemsel veya mantıksal neden olmadığını, görülen doğa olaylarının akılcı bir yaklaşımla çok daha tatminkâr bir şekilde çözülebileceğini görmüşlerdir. Anaksimandros’un reddettiği en önemli şey, dinin neden olduğu problemi çözmek yerine başka bir yere atmak yöntemidir. Örneğin, «dünya su üzerinde yüzüyor» önerisini bu nedenle reddetmiştir: Dünya su üzerinde yüzüyorsa, su neyin üzerinde duruyor? Haydi onu bildiniz diyelim, peki o bildiğiniz neyin üzerinde duruyor? Bu sorgulama soruyu çözmek yerine, çözümü ötelemektedir. Onun için Anaksimandros «dünya boşlukta duruyor» demiş ve o boşluğun da zamanda ve mekânda sınırsız (=apeiron) olduğunu söylemiştir. Anaksimandros’un mantığı Tanrı kuramına da uygulanabilir: Bizi tanrı yarattı. Peki, onu kim yarattı? Diyelim ki onu bildin ve bir «süperTanrı» kavramına ulaştın. Peki o süperTanrıyı kim yarattı? Süpersüper Tanrı mı? Güzel. Peki onu kim yarattı? Bu sorgulamanın bizi bir yere götürmeyeceğini gören Anaksimandros gibi Aristoteles de cevabı yaradılış kavramını reddetmekte bulmuş, hocası Platon’un yaratılmış, fakat sonsuza kadar var olacak âlem fikrinin yerine, yaratılmamış ve sonsuza gidecek âlem fikrini benimsemiştir. Peki, sonsuzdan gelip sonsuza giden âlem fikri bizi nerelere götürür? Bu fevkalade ilginç sorunun cevabı sanırım önce büyük Alman matematikçisi Georg Cantor’un (18451918) değişik büyüklüklerdeki sonsuzluklar fikrinden, oradan da âlemin ancak matematik bir modeli kurulabileceğini öneren bizim Sakız adalı Pitagor’un düşüncelerinden geçer. Ama herhalükârda Ortadoğu’nun mantığı ve gözlemi (ve söylemleri ne olursa olsun kaçınılmaz olarak aklı) reddeden ilkel tek tanrılı dinlerinden değil. Sorudan korkmayın: Soruya verilecek cevabı pazarlamak için öğretmenlere baskı yaparsa o zaman bakanlıktan korkun ve ona karşı tedbir alın. EN ESKİ AYAK İZİ Amerikalı bilim insanları Nevada’daki tortul kayalığında, suda yaşamış olan kırkayak benzeri bir hayvanın ayak izlerini buldular. Houston’da gerçekleştirilen Amerikan Jeoloji Birliği konferansında konuşan jeolog Loren Babcock, bunların bugüne kadar bulunan en eski ayak izleri olduğunu söyledi. Hazırlayan:Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1125/ 5 Birbirine paralel iki sıra küçük noktacıklardan oluşan minik ayak izleri 570 milyon yıllık ve Edyakaran (ediacaran) çağına ait. Buna göre gelişkin canlıların dünyada ilk görülüş tarihleri otuz yıl geriye alınması gerekecek. Bugüne kadar ki en eski ayak izi 540 milyon yıllıktı ve güney Çin’de bulunmuştu.. Paleontologların birçoğu bugüne dek Edyakaran çağında sadece mikropların ve ilkel çok hücreleri canlıların yaşamış olduğu konusunda hemfikirdiler. Fakat uzun bir süredir yumuşak mercanlar, eklembacaklılar ve yassı solucan gibi gelişkin canlıların varlığı da tartışılmaktaydı. Fakat bugüne kadar tatmin edici bir kanıt elde edilememişti diyen Babcock, Nevada’da ayak izleri aramaya devam edecek. Nevada eyaletinin bulunduğu bölge o tarihlerde suyun altında kalıyordu. 10 Ekim 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle