24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sezaryen modasının çağrışımları “Bilim hızla ilerliyor” sözü öylesine yaygın benimsenen bir düşünceyi içerir ki, durup dururken söylenirse, işitilecek ölçüde bile ilgi çekmeyebilir. Genelgeçerlik onu yeni ve özgün olmaktan çıkarmış, “zaman su gibi akıyor” sözündekine benzer bir eskimişlikle, aşınmışlıkla örtüvermiştir. Hürriyet Yaşar, huryasaroyku@yahoo.com B enim, bilimin hızındaki yükseklikten rahatsızlık duyduğum çok olur. Bunda, başkalarına göre yavaş biri oluşumun yanında, ilerlemelerin yaratacağı olasılıkların bilimcileri ilgilendirmediği gibi bir kuşkunun da payı var. Aslında, “ilerleme” deyince teknolojiye, bilimsel sonuçların uygulanmasına geliyoruz. Rahatsız olduğum alan da orası, bilim değil. Bilim, karanlıklarımızı aydınlattıkça ilerleriz. Ancak bana, bilimin yeterince aydınlatmasını beklemeden, karanlığa yürüyormuşuz gibi geliyor. Bilim iki adım ötemizi aydınlatıyorsa, biz beş, altı, on adım atıyoruz. Böylece insanlık sürekli başını oraya buraya çarpıyor; karanlıkta içinden yitirdikleri oluyor. İlerleyişimizde çığlıklar duyuyorum. Bu da bana, bilimin aydınlığını değil, karanlıkta yürüyüşün güvensizliğini duyumsatıyor. Birlikteyiz o karanlıkta. Ama birlikteliğimiz korkumu azaltmıyor. Çünkü çığlıklar hep artıyor. Herkes, yürümekle aydınlanacağımızı sanıyor. Benim içimden de, “Yavaaaaaaş!.. Yavaş oluuuuuun!..” diye bağırmak geliyor. Başta fen bilimcilerine... Toplumbilimcilere, ruhbilimcilere... Durdurun artık bu akılsız, zekâ yoksunu, çirkin ilerleyişi... Durup düşünelim, nereye, ne yana gidiyoruz?.. Niçin o yana gidiyoruz?.. Konuşalım, anlaşalım... Felsefeciler utangaçlıklarını atsınlar... Felsefeyi, bilimin ardından, daha doğrusu teknolojinin ardından sürükletmesinler, bilimci diye tanınanlarla gerekirse itiş kakışı göze alarak, karanlıkta sürüklenişimizi durdursunlar... diyesim geliyor. Çünkü bilimin adımı sanılan teknoloji adımları, hiç de bilimcilerin denetiminde, gözetiminde görünmüyor. cuğun gelme saatini, o mucizeyi beklemeyi değil; oluştuğu yeri bırakıp gelme olgunluğuna ulaşmamış yavruyu, annenin karnını yararak çıkarmayı öneriyorlar. İnsanlık da, sonuçları bilinmezlik içindeki bu tuhaf özentiye kendini kaptırmış; yeni icat edilmiş bir aygıtı satın almaya özenircesine, güçlük/terslik çıktığında başvurulan yöntemi zorunlu yöntemmiş gibi satın almanın şişinmesini yaşıyor. Varsayalım, doğmakdoğurmak unutuldu. Bilimciler bu durumun insan doğasını nasıl etkileyeceğini düşünüyorlar mı? Ama bilimin uygulanışı bilimcilerin elinde değil ki! Uygulayıcı paragözlerin elinde. Bilimci, uygulamalara gözlerini yummuş, benim gibileri çıldırtan bir uyuşukluk, ilgisizlik içinde. Felsefeci, utangaçlık içinde. O da sanıyor ki, bilim hızla daha çok aydınlattığı için, kendisi bilime yetişemiyor ve felsefe bu yüzden eski altın çağlarından uzakta! Oysa insanlığın yürüyüşü aydınlıkta mı? Bizi yürüten, bilim mi, yoksa “Marksçı deyişle” “egemen sınıflar”ın daha çok para tutkusuyla, karanlıkta koşturuluyor muyuz? Felsefeci de bu koşturmacayı ilerleme sanıp, kendisinin yetişemediği utancına mı kapılıyor? O da bilimci gibi, hiçbir şeye sesini çıkarmıyor mu? Toplumbilimci de kendini, dünyayı değiştirebilecekler arasında görmüyor. Yanlış uygulamalara dur diyerek doğrularını önerip uygulatmak amacıyla örgütlenme bilincinden şimdilik çok uzakta. Belki de görevinin, başka toplumbilimciler yetiştirmekle, kitaplar yazmakla bittiğini sanıyor. Ruhbilimci derseniz, uygulamacılığın batağında. Hastalığı önleyici bilimcilik, kapısına bile uğramamış. Özdenetiminden boşanan beyinleri ilaçla, şokla bastırmanın yanına, hastalığı yaratan koşullarla da savaşma çabasını koyamadı bir türlü. Okul ruh sağlığını korumaya yönelik eğitim programı Okullarımızda, öğrencilerimizi eğitirken onları yaşama tam donanımlı hazırlamak ve bu stres dolu rekabet dünyasında onların ruh sağlıklarını korumak için çok açılı, duyarlı bir yaklaşım gerekmektedir. Dr. Berna Bridge, İzmir Özel Deniz Koleji Kurucusu, Lise Müdürü, Yüksek Teknoloji Enstitüsü Öğretim Görevlisi; bernabridge@superonline.com K HER İKİ ÇOCUKTAN BİRİ... Gazetelere göre, her iki çocuktan biri sezaryenle dünyaya gözlerini açıyormuş. Haber ülkemize ya da başka bir ülkeye mi ilişkindi yoksa tüm dünyaya mı, unutmuşum. Önemli mi? Demek tüm dünyada ya da bir ülkede, insan topluluğunun yarısı, bilimin olağandışı bir uygulamasını olağanlaştırmış. Zaten öbür yarısının çoğunluğu da, olanaksızlık nedeniyle seçmiyordur o yolu. Gazeteden okuyunca, bize uzak bir gerçekmiş gibi gelebilir. İnsan yavrularının, dölyatağında rahatsız olmadan, anne bedeniyle yavrusu ayrılmaya kendileri karar vermeden önce yerlerinden alındıklarını, kendiliklerinden doğmalarına izin verilmediğini düşünelim. Artık kime rastlasam, doğumu beklemeyip dışarı aldırıyor çocuğunu. Çocuk aldırmak, ceninin gelişmeden alınıp atılması değil miydi? Belki yine o anlama geliyor. Ama çocuk almanın başka türlüsü de çıktı. Gelişmiş yavrular kendiliklerinden doğsun, analar da doğursun istenmiyor. Hastaneler, doğumlardaki büyük tehlikeleri kolayca savuşturabilecek teknik desteklere kavuşurken, teknoloji denen uygulama ise tersine yürüyor. En rahat, en lüks koşullarda doğurmanın tadı sunulacağına, doğmakdoğurmak para uğruna, anababaya özentiler aşılanarak yok ediliyor. Hekimler hiçbir tehlike yokken, ço “KAFAYI ÇEK ÇIKAR... Ülkenin ellialtmış yıldan beri göçle altı üstüne geliyor. Bir başka göç ülkesinin yarattığı kültür yoksunu devlet ise okyanus ötesinden dünyayı birbirine katıyor. Yine de düşünürler, bilimciler dünyanın ve ülkemizin yaşadığı yeni sorunların kaynakları arasında “göç” olgusunu, felaketlerin sorumlusu olabileceği kuşkusuyla gereken önemi vererek incelemeye almış değiller. Amerika'ya göçün yüzyüz elli yılda dünyayı, ülkemizdeki içdış göçün ellialtmış yılda ülkemizi, önceki kültür düzeyinden ne denli gerilere düşürdüğünü göremeyen “bilim”in bilim olup olmadığını düşünürken, bir de çocukları “ana karnından çekip alarak dünyaya getirme” modası çıktı. Yavruyla annenin bedenlerinin anlaşarak belirlediği o doğal zamanlama üstüne hiç mi düşünülmeyecek? Hayvanlara göre büyük bölümünü zaten unutmuş olan insanlık, bu gidişle tümden mi unutacak doğurmayı?.. Derken gazetelerde bir haber daha (2 Temmuz 2006): “Hastanede, doğum sırasında bebeğin kafası koptu.” Doğurmayı unutmuş insanın, doğuran türdeşine nasıl yardım edeceğini de unutmaya başladığının ilk korkunç göstergesi mi yoksa? endisinin ve ötekinin duygularını tanıyabilen, doğru yönlendirebilen, etik değerlere bağlı, olumlu, yapıcı iletişim becerilerine ve farkındalıklara sahip olan öğrencilerin hem akademik başarılarının hem de yaşam başarılarının daha yüksek olduğu görülmektedir. Kaygılı, öfkeli, iletişim çatışmaları içindeki öğrenciler derslerini etkin bir şeKüreselleşen dünyamızda kilde öğrenemezler. Bilgiyi alıp, sentezleyemezve ülkemizin sorunları ler. (Goleman, 1995) içinde yükseköğrenime Okulda öğretmenler tagiriş sınavından bir işe rafından öğretilen bilgiyerleşmeye; iş yaşamında lerin etkin bir şekilde başarılı olmaktan toplumöğrenilebilmesi, OKS, sal yaşamdaki başarıya ÖSS gibi sınav başarısı kadar günümüzde her için öğrencilerin iletialanda rekabet artıyor. şim çatışmaları yaşamadan duygusal açıdan Ve buna paralel, okullarısağlıklı bir varoluş içinmızdaki öğrencilerimiz de olmaları gerekir. için de akademik kazaİletişim çatışmalarınımların yanı sıra kişisel nın temel kaynağı kişidinamikler, kişisel kazanin kendi ve ötekinin nımlar daha fazla önem duygularıyla ilgili yeterkazanıyor. li bir farkındalık içinde olmaması, etik değerlere olan bağlılığın yetersizliği veya yanlış kurulan iletişim tarzlarıdır. (Goleman, 1998) 6 TEMEL EVRENSEL ETİK Altı temel evrensel etik değer vardır: Güvenilirlik, saygı, sorumluluk, adalet, düşüncelilik ve iyi yurttaş olmak. İletişim çatışmalarının çoğunluğu kişilerin birbirleriyle saygısız, sorumsuz, düşüncesiz, haksız (adaletsiz), güvenilirlikten uzak ilişkiler yaşadığı, yurttaşlık görevlerini yerine getirmediği ve sonuçta öfke duygularının yaşandığı zaman oluşur. (Butterworth, G. and Harris, M., 1994) Yukarıda belirtilen açılardan bakıldığında öğrenme ve öğretme çalışmalarının etkililiğini sağlamak ve okullarda başlayan şiddet hareketlerini engellemek için okul yönetiminden, rehber öğret ? CBT1080/21 30 Kasım 2007 TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle