20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Tamgün yasası ilke olarak doğrudur ama... Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinin 26 Ekim 2007/1075. sayısında yayımlanan Yücel Kanpolat'ın "Tamgün çalışma taslağı ve sağlık" başlıklı yazısında saptadığımız bazı hususları paylaşma gereği duyduk. Dr. Ali Rıza Üçer, Tıp Kurumu Genel Sekreteri, [email protected] K anpolat "Üniversitelerde tam gün çalışma bilim insanlarının ideali, ancak geçmiş tam gün uygulamaları içerisindeki şöhreti de pek iyi değil. Hülle, parttime, sometime, aralık muayenehane deyimleri geçmiş parttime (tamgün demek istiyor olmalı) uygulamalarından kalmadır. Bu uygulamalar dönemin YÖK başkanları dahil, dekan ve rektörlerin bilgileri ve tüm öğretim üyelerinin gözleri önünde gerçekleşmiştir…" diyor. Tüm yurttaşlar gibi öğretim üyeleri de beğensinler ya da beğenmesinler kendilerini bağlayan yasal ve yönetsel kurallara uymak zorundadır. Görevi ihmal, savsaklama, ara sıra çalışma gibi hülle yöntemlerinden, üniversite yöneticileri gibi kendileri de sorumludur. Hukuksal ve demokratik zeminde mücadeleyi sürdürmekle birlikte ya bu kurallara ya uyulur ya da "tam gün gibi dayatılan koşulları kabul etmiyoruz" diyerek üniversiteden ayrılınır. Kanpolat'ın muayenehanesini tercih ederek üniversiteden ayrılma kararını saygıyla karşılamak gerekir. Kanpolat, "Tamgün yasalarıyla ilgili uygulamaların Türkiye'de askeri rejim değişikliklerinin arkasından gerçekleştiğini, 1965 yılındaki sosyalizasyon uygulamasında kısmen pilot bölgede çalışan hekimlerin tam gün çalışma statüsü içerisinde değerlendirildiğini, 1980 ihtilalinden sonraki tam gün uygulamasında ise hekimlerin muayenehane veya hastane seçeneklerinden birini kabul etmeye zorlandığını" iddia ediyor. Cumhuriyet döneminde sağlık alanındaki temel düzenlemelerinden biri olan ve sosyalizasyon kanunu diye bilinen "Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun" 12 Ocak 1961'de Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmişti. Sağlık hizmetlerine sosyal bir bakış açısıyla hazırlanan bu yasa, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde bir hak olarak tanımlanan sağlık hizmetlerinin sosyal adalete uygun bir şekilde yürütülmesini hedeflemişti. Sosyalizasyon yasasının hazırlanması ve uygulanmasına öncülük eden, yoğun emek harcayan başta dönemin Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Profesör Dr. Nusret Fişek olmak üzere Cumhuriyetçi sağlıkçılarımızı saygıyla anıyoruz. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği Muş, Bitlis gibi geri kalmış illerimizde hekimler ve diğer sağlık personeli Sağlık Bakanlığı ile yaptıkları gönüllü mukavele (sözleşme) gereği tamgün çalışma koşuluna tabi olmuştu. imkânları sağlanmıştı. Sosyalizasyon bölgesinde görev yapan bir hekimin maaşı 34 bin liraydı, sağlık müdürleri ve halk sağlığı uzmanları hastane uzmanlarından 500 lira daha fazla ücret alıyordu. Bu ücretler sosyalizasyon bölgesi dışındaki diğer kamu çalışanlarına ve sağlık çalışanlarına göre oldukça yüksek düzeylerdeydi. O dönemde hekim sayısı on bin dolayındaydı, (bugün 100 binin üzerinde) uzman hekim sayısı da çok yetersizdi. Buna rağmen Muş'ta 12 uzman hekim gönüllü olarak mukavele yaptı ve çalışmaya başladı. METE TAN DÖNEMİ Kanpolat'ın 12 Eylül 1980 darbesiyle ilintilendirdiği ikinci tamgün düzenlemesiyse 1978 yılında Bülent Ecevit'in kurduğu 42.Hükümet döneminde gerçekleştirilmişti. Dönemin Sağlık Bakanı Dr. Mete Tan'dı. 29.6.1978 günlü ve 2162 sayılı "Sağlık Personelinin Tam Süre Çalışma Esaslarına Dair Kanunun 7. Maddesi şöyleydi: “Bu kanun kapsamında çalışan personel, hariçte serbest olarak sanat ve mesleklerini icra edemezler, resmi ve özel herhangi bir müessesede maaşlı, ücretli veya sözleşmeli olarak mesleki görev alamazlar, çalıştıkları kurumun gelirlerinden veya hizmet verdikleri kişilerden bu kanunda yazılı olanlardan ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanu nu’nun gerektirdiği ödemelerden (ilgili üniversite personeli için 1765 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin l inci fıkrasında belirtilenden) başka mesleki ek gelir sağlayamazlar”. Yasanın çıktığı 1978 yılında Türkiye'deki hekim sayısı 25 bindi, Sağlık Bakanlığında çalışan hekim sayısı da çok yetersizdi. Bu nedenle tamgün çalışan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının maaş ve özlük hakları bakımından yüzünü güldüren uygulamada birçok güçlük ve sıkıntıyla karşılaşıldı. Kanpolat'ın iddiasının tam aksine 12 Eylül darbesinin ürünü olan Bülent Ulusu hükümetince darbeden kısa süre sonra yürürlüğe sokulan "31 Aralık 1980 tarih 17207 sayılı Sağlık Personelinin Çalışma Esaslarına Dair Kanun" ile (Madde 4) Ecevit hükümetinin yürürlüğe soktuğu "Tamgün Kanunu" apar topar yürürlükten kaldırılıverdi. İLKE OLARAK DOĞRU Tamgün Kanunun iptali için Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ile İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'nün Anayasa Mahkemesine başvuruları Yüksek Mahkemede reddedilmişti. (O dönemde üniversitelerin Anayasa Mahkemesine başvurma yetkisi vardı). Yani üniversiteler ile 12 Eylül iktidarı "tamgün" karşısında aynı tutumu almıştı. Tamgün, ilkesel olarak doğrudur. Ancak başta hekimlerin özlük hakları olmak üzere nasıl uygulanacağının kapsamlı bir çalışmayla belirlenmesi gerekir. Boşuna çene çalmıyoruz! Yücel Çağlar S SOSYALLEŞME DÜŞÜNCESİ Günümüzde de geçerliliğini sürdüren, yurdun her köşesinde basamaklı sağlık hizmetlerinin yapılandırılması ve uygulanmasını hedefleyen sosyalizasyon yasası gereği sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği bölgelerde, kayıtlı yurttaşlarımıza sevk zinciri koşuluna uyduğu takdirde sağlık hizmetleri ücretsiz olarak sunulmuştu. Özcesi, sosyalleştirme anlayışına göre sağlık metalaştırılamayacak bir temel haktı. Cumhuriyete kanat geren idealist bir kadronun özveriyle yürüttüğü sosyalizasyon uygulamasında görev alan hekimlere ve sağlık personeline doyurucu ücretler, dönemin koşullarının elverdiğince lojman gibi sosyal destekler ve belirli bir süre çalışma sonrasında daha gelişmiş illere tayin CBT1080/20 30 Kasım 2007 ayın Orhan Bursalı, Cumhuriyet Bilim Teknoloji "Yıllardır Boşa Çene Çalmak" başlıklı yazınızı okuyunca üzüldüm. Üzüntüm yazınızın içeriğinden kaynaklanmıyor; yazdıklarınızın neredeyse tümüyle katılıyorum çünkü. Üzüntüm, içinde bulunduğumuz günlerde yani giderek artan sayıda yurttaşımızın "havlu atıp meydanları boş bıraktığı", karamsarlıkların giderek yılgınlıklara dönüştüğü bir dönemde bu eğilimdekilerdekilerin içinde bulundukları ruhsal durumu daha da pekiştirebileceği kaygısından kaygılanıyor. Biliyorsunuz, ben bir akademisyen değilim; üniversitelerde hiç çalışmadım. Ancak, başta TÜBİTAK'ta yedi yıl süren grup üyeliğim olmak üzere çeşitli çalışmalarım sırasında üniversitelerde görev yapan yurttaşlarımızın davranışsal özelliklerini yakından gözlemleyebildim. Bu gözlemlerimden hareketle söylüyorum; içlerinde son derece temiz, yürekli, bir o denli yurtsever, gerçek anlamda "aydın" çok sayıda yurttaşımız var; ancak toplumsal olarak sahipsizler ! Bu da hiç şaşırtıcı değil benim için: Daha önce de yazmıştım, anımsayacaksınız; sermayeden yana tutum takınanlarını bir yana koyarsak çok büyük bir çoğunluğu "toplumsallaşamamıştır" çünkü. Gerçekte, yine çoğunluğu böyle bir kaygıyı duyumsamamış; yaygın benzetmeyle söylersem, “fildişi kulelerinde ‘bilim’ yapmayı” günü birlik özel ilgi alanlarının dışında hemen hemen hiçbir şeyle ilgilenmemeyi erdem saymış; varlık gerekçelerini gerektiğince sorgulama çabasına girecek zaman bulamamıştır (!). Dolayısıyla, yurttaşlarımız, üniversitelerin ve üniversitelilerin "başlarına örülmeye çalışılan çoraplar" karşısında, deyiş yerindeyse "gıkını bile çıkarmamış", çoğu durumda da "oh" çekebilmiştir. Farklı mı olacaktı sizce? Özellikle devlet üniversitelerinin içine sokulmak istenen ve ne yazık ki büyük ölçüde de sokulduğu durumun rastlantısal olmadığını, amaçlarını benden çok daha iyi bildiğinize inandığım sistemli çabaların bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Bu gerçeğin ayırdında olan egemen sınıflar kurdukları üniversitelerle, deyiş yerindeyse kendi başlarının çaresine bakma çabası içindedir; doğrusu, çok da iyi baktıkları kanısındayım. Devlet üniversitelerinde yaşanan yıkımlar egemen sınıfların, bu kapsamda da bu üniversitelerin ve bu üniversitelerdekilerin umurunda olabilir mi sizce? Kanımca bu sorulara olumlu yanıt verilemez. Dolayısıyla da, anımsatma yazınızdaki türden olumsuzluklar da sürgit yaşanabilir. Böyle de olsa, ben, bu olumsuzlukların aşılmasına yönelik son derece içtenlikli ve bir o denli de özverili çabalar içinde olan üniversitelerimizin ve üniversitelillerimizin, bu kapsamda da sizin gibilerin yapmaya çalıştıklarının "Yıllardır boşa çene çalmak" olarak değerlendirilmesinin haksızlık olduğunu, kimsenin de böyle bir haksızlığı yapma hakkının bulunmadığını düşünüyorum. "Boşa çene çalmıyoruz" daha doğrusu, çalmamalıyız; bir yolunu bulup alabildiğine toplumsallaşmalıyız. Bana sorarsanız, artık bu doğrultuda verilecek uğraşların tek hedef kitlesi de emekçi sınıflarımız olmalı. Ancak, özellikle işçi sendikalarının, üretici örgütlerinin içinde bulundukları yetersizlikleri, dolayısıyla sergiledikleri aymazlıkları göz önünde bulundurunca bunun ne denli zorlu bir uğraş olduğunu görmemek olanaksız kuşkusuz. Ama, ne yapıp edip bunun bir yolunu bulmalıyız.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle