20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kitap UYUŞTURUCULAR DAN KORUNMUŞ ÇOCUK YETİŞTİRME Yazarı: Dr.Aletha Solter Tıbbi Danışmanlık ve revizyon: Dr.İsmail Latifeci Kuzey Yayınları (www.kuzeyyayinlari.com) Kitap, her yaştan çocuğu uyuşturucu, alkol ve sigaradan uzak tutmak için 100 taktik üzerine kurgulanmış. Bilinçli Ebeveynlik Enstitüsü kurucusu, gelişimsel psikolog Dr. Aletha Solter, kitabında ergenlik çağında uyuşturucu kullanımının arttığı günümüzde, anne babalara çocuklarını ileride karşılaşabilecekleri baştan çıkarıcı durumların üstesinden gelebilmeleri için nasıl yetiştirmeleri gerektiğini öğretiyor. Aile ilişkilerine yenilikçi bir bakış açısı getiriyor ve çocuğun hayatının her döneminde ve her yaşta izlenebilecek koruyucu önlemlere odaklanıyor. Pratik ve kapsamlı bir ebeveynlik rehberi olan bu temel kitap, çocukların şu temel konularda başarılı olabilmeleri için neler yapılması gerektiğini anlatıyor: • Kendini yapay bir heyecan olmadan iyi hissedecek • Stresle başa çıkabilecek, böylece rahatlamak için ilaç ve uyuşturuculara başvurmayacak • Vücuduna saygı duyacak, bu yüzden zararlı maddeleri reddedecek • Yakın aile bağlarına sahip olacak ve bu yüzden çaresizce başka bir gruba girmeyi istemeyecek •Sağlıklı riskler alabilecek böylece tehlikeli olanları almaya ihtiyacı olmayacak Erol, halen Türk kardiyoloji Derneği’nin başkanlığını yürütmektedir. Bu kitapta şu soruların yanıtlarını bulabilirsiniz. • Kan basıncı kontrolünde 40 yaş sınırı neden önemlidir. • Tuzu kısıtlayarak tansiyonu kaç puan düşürebiliriz? •Gebelerde kan basıncı kontrolü neden şarttır? • Düşük tansiyon, sağlık için tehdit oluşturur mu? • Katkılı besinler çocukların sağlığına nasıl zarar verir? GÖNÜLDEN BİLİME Ahmet İnam Aklın, şiiri unutması bence sokaktan uzaklaşmasıyla oluşmuş, şimdi akıl bilgisayarların içine tıkıldığı için, sokaktan uzaklaşmıştır. Sokakta da aklın kötü bir kopyası kalmıştır. Kazıklayan akıl, hortumlayan akıl, sokaklarda onlar geziyor. Sokak ve Kültür Sokaklarda belki mafya geziyor. Sokaklarda eski satıcılar da kalmadı. Eskiden eskiciler vardı veya yoğurtçular vardı, veya simitçiler vardı. Sokaklarda dolaşan öyle insanlar vardı. Onlar sadece satıcı değildi. Sütçüler vardı, postacılar vardı. Postacılar da o anlamda kalmadı. Elektronik haberleşmeler, telefonlar, şunlar, bunlar artınca postacının da çok anlamı kalmadı. Herhalde biraz aklı da sokağa dökmek lazım. Sokağa dökmek deyince başka bir şey anlıyoruz ama sokağa dökmekle yazıya dökmek arasında ayrılamaz bir ilişki olduğunu düşünüyorum. (Beni de en fazla felsefeyi sokağa döktü, ayağa düşürdü diye eleştirirler. Oysa sokağı felsefeye düşürmeye çalışıyorum; bir yorumuyla Batının Lebensphilosophie dediği bir çaba!) Onun için yazıya dökmeyi sokağa dökmekle birleştirince belki o zaman çok önemli şeyler dökebilirsiniz. Sokağın insanları, belki sizler, eski çağın başarılı simyacıları olabilirsiniz. Büyük bir arayışla bir gün kimyaya dönüşecek simya ile hakikatın ardına düşersiniz. Yaşamla bilgiyi karşılaştırarak; yaşamı yeni, canlı, heyacanlı bir iklimle buluşturabilme sorumluluğu içinde, düşünceyi,düşünme etkinliğini kapalı kapılar ardından kurtarıp, ciddiyetini, bilime, kültüre,insana saygısınıı yitirmeden sokağın yaratıcı havasına çıkarmak... Sokaktaki insan nasıl bilgilenecek donanacak? Biraz önce çok kolaymış gibi anlattım, oysa çok zor gözüküyor, çünkü sokaklar bizim denetimimizden çıkmıştır. Sokaklar bizim kentimizi planlayan insanlara, yönetimdeki, belediyedeki kişilere, kısaca, yine bu düzenin yöneticilerine kalmış görünüyor. Ama bence bütün bu olumsuz koşullara rağmen, sokakta düşünce, yazı, duygu yaşayabilir. Nasıl yaşayabilir? Sokaktaki insanlar arasındaki muhabbetle yaşayabilir. Ben sokakta yaşayarak okulda öğrenemeyeceğimi, ne bileyim toplantı salonlarında, televizyon stüdyolarında veya ekranlarında öğrenemeyeceğimi sokakta öğrenebilirim. Oraları bir okul olarak yaşayarak sokakların bu canlılığını sürdürebiliriz diye düşünüyorum. (Sokates Agorada, meydanda, sokakta yaşardı!) Belki sokaklar bizde de yavaş yavaş canlanıyor.. Dikkat ederseniz taşıtların geçmediği alanlar yapılıyor, kapatılıyor taşıtlara. Bir çeşit park gibi bir şey, orada sadece yürüyen insanların egemenliği var ve arada da bir takım zorla konulmuş ticari kuruluşlar, büyük mağazalar, satış yerleri falan filan da olmamalı. Çünkü o yapılar, mesela bizdeki Migros gibi büyük binalar, orada sanki sinema filan var gibi gözüküyor ama yemek yerleri şunlar bunlar... O sokak değil, çok tecimsel bir hal almış. Sokağı sanıyorum mimar arkadaşlar veya kent plancıları veya belki edebiyatçılar anımsatabilirler., bu denetçi ekibine. Sokağımız yandı, ruhumuz elden gidiyor, diyebilirler. Sokaklarda dışarıdan fark edemediğimiz kahvehanelerde heyacanlı edebiyat,felsefe tartışmaları,söyleşileri yapılmalı. Bir kent sokaklarıyla kültürün yaratıcı ürünlerine gebe kalmalı. Oysa öyle olmuyor, olmadı. Bir anlamda, sokaklar ve ruhlar,çok büyük yara aldı. Batılı insan, durumu biraz yakalıyor sanıyorum.Örneğin Paris'e gittiğimiz zaman, belki turistlik kirlenmelere karşın sokaklarda yürüyebiliyorsunuz.. Sokakları hiç değilse bazı yerlerde görmek olanağımız var. Avrupalı insan sokağın büyüsünü keşfetmiştir. Orada bir köşede akordeon çalan, bir köşede hokkabazlık yapan, bir köşede marifetini göstermeye çalışan, resim yapan belki şiirlerini satmaya çalışan belki bir köşede felsefe tartışan, miting yapan, konuşan insanları görebiliyorsunuz Nedir asıl sorun biliyor musunuz, özel yaşamla kamusal yaşam arasında maalesef çok kötü uçurumlar açılmış. Hane içi hayatla, sokağa çıktığımız zamanki, meydanlara çıktığımız zamanki, herkesin gözü önünde olan hayat arasında çok büyük farklılıklar var. Evdeki insanla dışarıdaki insan birbirlerini tanınmaz hale gelmiş. Rol yapıyoruz dışarı çıktığımız zaman, yapmak zorundayız. Çünkü ben çelik tencere satıyorsam, satmak zorundayım ve evde başka bir şey oluyorum. Evde karımı dövüyorum, çocuğumu azarlıyorum. Çirkin bir adamım ama sokağa çıktığım zaman tencere satıyorum veya şirin görünmeye çalışıyorum. İşte bu durumun sokağın kaybıyla ilgili bir şey olduğunu sanıyorum. MADAME CURİE SAPLANTILI DEHA Barbara GoldsmithRemzi Kitapevi Yirminci yüzyılın efsane kadını Marie Curie, Barbara Goldsmith’in kalemiyle gerçek bir insan olarak karşımıza çıkıyor. Olağanüstü bir bilim kariyeri, aile, toplumun önyargısı ve kendi tutkulu mizacı arasında denge kurmaya çalışan mücadeleci bir kadın... Zülfü Livaneli kitabın önsözü’nde : “Madame Curie’yi dünya bilim tarhinin kilometre taşlarından biri olarak biliyoruz ama o kendini sadece bilime adamış, laboratuvarlardan çıkmayan bir bilim kadını değildi... Döneminin siyasal mücadelerinde net tavır almayı bilen, omurgalı duruşa sahip bir yirminci yüzyıl aydınıydı. Madame Curie için bu güzel kitabı yazan Barbara Goldsmith de öyle. O da kendini yazın alanının doruklarına taşımış olan bir yazar. Marie Curie ve Barbara Goldsmith.... Aralarında donmuş zamana rağmen, bilime, sanata ve insana duydukları saygıyla çabaları birleşen iki kadın. Goldsmith bir anlamda Madame Curie’nin sessiz vasiyetini sürdürüyor ve ve bu kitabıyla da amacını taçlandırmış oluyor. Bilimin ve sanatın zamana meydan okuyan gücüyle bu büyük insanı 21. yüzyılda yeni kuşaklara taşıyor.” 99 SAYFADA YÜKSEK TANSİYON Prof. Dr. Çetin Erol Söyleşi: Didem Ünsal Türkiye İş Bankası Yayınları Prof. Dr. Çetin Erol, özel ilgi alanı yüksek tansiyon olan uluslararası planda tanınmış bir kardiyologdur. Türk ve Avrupa Kardiyoloji Dernekleri ile Amerikan Ekokardiyoloji Derneği üyesi olan CBT 1080/11 30 Kasım 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle