Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2006 BİLİM 2006’nın başka önemli bilim olayları NATURE’NİN SEÇTİKLERİ 1) BİTKİSEL HAYATTAKİ HASTALARÇEVRELERİNİN FARKINDA MI? mının değiştirilip değiştirilmeyeceği sorusuna kesin bir yanıt getirmiyor. Hâlihazırda bir hastanın bitkisel hayatta olup olmama kararı, hasta kendisinin ve çevresinin farkındalığına bağlı olarak verilir. Komadaki hastalardan farklı olarak, bunlarda uykuuyanma çevrimi sağlıklı bin insanınki gibidir. Klinik vakalarda tipik olarak bir ay içinde hastanın "devamlı bitkisel hayata" girdiği kararı verilir; bir yıl içinde iyileşme belirtileri görülmez ise "sürekli bitkisel hayatta" olduğu tanısı konur. 3) BİR BİLİM DALINDA UZMANLAŞMANIN KOŞULLARI 3 D ışarıya tepki vermeyen bitkisel hayattaki hastaların aslında çevrelerinin farkında olup olmadığı sorusu son yıllarda sinir bilim dalında en fazla tartışma yaratan konulardan biri. Geçen yılın sonlarına doğru yayımlanan bir çalışma, bitkisel hayat kriterlerine tam anlamıyla uyum sağlayan bir hastanın, istek üzerine bazı zihinsel işlemleri yerine getirdiğini ortaya çıkarttı. Ancak aynı çalışma, diğer taraftan, hasta ile iletişim kurulamadığı için zihinsel durumunun incelenmesinde ciddi sıkıntılar yaşandığına da dikkat çekiyor. 2) KUYRUKLUYILDIZDAN ALINAN UZAY TOZLARININ YARATTIĞI HEYECAN 0 yıl boyunca yerçekimi dalgalarını inceleyen fizikçileri sorgulayan, saatlerce fizikçilerle fikir alışverişinde bulunan Cardiff Üniversitesi’nden sosyal bilimci Harry Collins, fiziğin tarihi ve sosyolojisi ile ilgili bir kitap yazdı. Bu kitabının yanı sıra çok önemli bir konuda da bir ilke imza atan Collins’in önemi "Etkileşimli Uzmanlık" kavramı üzerinde araştırma yapan ilk bilim adamı olmasından kaynaklanıyor. Bu kavram, hakemli (peer review) dergicilik ve bilim gazeteciliğinde çok önemli bir yer tutar. Collins’in amacı bir bilim adamının eğitimini almadığı bir dalda uzmanlık kazanıp kazanmayacağını sınamaktı. Bu amaçla gerçekleştirdiği ilk deneyinde, yerçekimi dalgası konusunda yerçekimi fizikçilerinin hazırladığı yedi soruyu önce kendisi yanıtladı. Kendi yanıtlarını, yerçekimi konusunda uzman fizikçilerin yanıtlarıyla birlikte bu alanda uzman dokuz bilim adamına gönderdi. Bu dokuz kişiden hangi yanıtın gerçek bir fizikçiye ait olduğunu bulmasını istedi. Sonuçta dokuz kişiden yedisi kararsız kalırken, ikisi Collins’in yanıtlarını gerçek olarak seçti. Bu sonuçlar Studies in the History of Philosophy of Science (http://www.cf.ac.uk/socsi/expertise) dergisinde yayımlandı. Collins bu sonuçlar ilgili görüşlerini şöyle dile getiriyor: "Ben yerçekimi dalgası dedektörünü veya benzeri pek çok aleti kullanamam. Fakat bu deney dışarıdan bir kişinin –deney yapamasa da veya o konunun matematiğini bilmese de bilimsel bir konuda uzmanlık geliştirebileceğini kanıtlıyor. Etkileşimli uzmanlık olarak bilinen bu uzmanlık türü göz ardı edilmemeli." bakışta Pietsch haklı gibi görünse de gerçek o kadar basit değildi. Pietsch’in Filipinler’de bulduğu balığın dişileri çok daha büyüktür ve 6.2 mm uzunluğundaki erkek balık dişinin sırtına yapışık yaşar. Erkek balık dişinin sırtına yapıştığı anda, balıkların kan dolaşım sistemleri birleşir. Bu durumda erkeğin bir parazit olduğunu iddia etmek de mümkündür. Ancak Pietsch bu iddiayı kabul etmiyor: "Ben erkeğin parazit olup olmadığı ile ilgilenmem. Bana göre bu, cinsel açıdan olgunlaşmış, yetişkin bir erkektir ve omurgası vardır." "Eşine yapışmış bir balığı tam olarak nasıl ölçersiniz. Kaldı ki erkeğin dişleri dişinin sırtına geçmiş. Bu durumda balığın burnu ölçüme dahil edilemiyor" diyen Blitz ise tartışmayı noktalamayı pek yanaşmıyor. Nature, bu tartışmada bir üçüncü kişinin görüşünü için almak için Kaliforniya Üniversitesi’nden 2 Ocak 2004 tarihinde Stardust uzay aracının Wild 2 adı verilen kuyrukluyıldızın kuyruğunu oluşturan toz bulutundan aldığı örneği inceleyen İngiltere’deki Imperial College London’dan meteortaşı ve uzay tozu uzmanı Phil Bland, bu tozların uzay jeolojisi ile ilgili çok önemli bilgiler içerdiğini düşünüyor. Bunlar, bir kuyrukluyıldızdan alınan ilk örnekler olduğu için bilim dünyasında çok büyük bir heyecan yarattı. Örnekler bir milyar km.’den fazla yol aldıktan sonra 15 Ocakta Dünya’ya paraşüt ile indirildi. Kuyrukluyıldızlar Güneş Sistemi’nin oluşumu sırasındaki donmuş artıklardan oluşur. Bu tozlar Dünya’daki denizlerin nereden geldiği konusuna ışık tutabilir. Bland’dan başka dünyanın farklı bölgelerindeki 150 bilim ekibine daha gönderilen bu örnekler, ön incelemeden geçtikten sonra gerekli görülürse daha ileri tetkiklere tabi tutulacak.. Şimdilik bilim adamları örneklerin yapısında herhangi bir değişikliğe yol açmamaya özen göstererek, yalnızca bakma hakkına sahipler. Dünyanın çeşitli merkezlerindeki bilim adamlarını bulgularını Johnson Uzay Merkezi’ndeki Mike Zolensky’ye gönderiyorlar. Sırasıyla SEM PHİL Bland kendi payına düşen yıldız (Taramalı tozurnu inceliyor Elektron Mikroskobu) ve TEM (Transmisyon Elektron Mikroskobu) ile incelenen bu tozlar, Dünya’nın oluşumu ile ilgili çok önemli bilgiler içeriyor. Bu bilgiler Zolensky ve ekibinin uygun gördüğü bir tarihte kamu oyuna duyurulacak. na demir atmış iki geminin belirli bir çekim gücüyle birbirine yaklaşması ile Casi Casimir kuvveti gerçekten gemileri birbirine mir etkisi doğru çekiyor mu? arasında bir analoji kurulabileceğini iddia ediyordu. 1948 yılında Hendrik C a s i mir’in önerdiği bu etki artık deneysel olarak kanıtlanmıştır. Günlük ölçekte çok zayıf olmasına karşın bu kuvvet çok küçük nesnelerin birbirine doğru çekilmesine yol açar. Ancak yan yana demir atmış iki geminin arasında böyle bir çekim kuvvetinin olduğu konusunda ne gemicilikte ne de bilimsel literatürde gerçek bir kanıt bulamadığını ileri süren Pinto, bu tür efsanelerin kök salmadan önce ortadan kaldırılması gerektiğini belirtiyor. almaktır" diyor. Bilim adamlarının Evren’in başlangıcı ile ilgili bu değerlendirmeleri, sicim teorisine dayanılarak ortaya atılan bir varsayıma yanıt oluşturuyor. Sicim kuramı sayılamayacak kadar çok, farklı türlerde evren olduğunu ve bunların pek çoğunun bizim içinde bulunduğumuz evrenden farklı olduğunu savunur. Bazı fizikçiler ise bilinmeyen bir faktörün ortaya çıkıp bu evrenlerin pek çoğunu geçersiz hale getireceğinden kuşkulanıyor. Fakat Hawking ve Hertog, sicim kuramının savunduğu sayısız alternatif dünyalar kuramının gerçek olduğunu savunuyor. Bunlara göre Big Bang’in ilk anlarında Evren, milyonlarca filmin birbiri üzerine oynatılması gibi, bütün bu olasılıkların üst üste konulmuş hali gibidir. Çok tuhaf gibi gelse bile kuantum kuramı bu görüşü benimser. Hertog ve Hawking bu kuramlarına "yukarıdanaşağı kozmoloji" adını veriyor. Başka bir deyişle, Evren bugün bizim tanık olduğumuz "yukarıdan" başlıyor ve geriye doğru çalışıyor. 7) SIÇRAYAN SIVILARIN GİZİ ÇÖZÜLDÜ H MİNİK erkek Photocorynus spiniceps dişisinin sırtında yaşıyor BİTKİSEL hayattaki hasta bilinçli düşünce belirtileri gösteriyor. CBT 1034/12 12 Ocak 2007 Yazının devamı arka sayfada CBT 1034/13 12 Ocak 2007 İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi Algılama ve Beyin Bilimleri Ünitesi’nden Adrian Owen ve meslektaşları fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) tekniği ile 2005 yılında geçirdiği bir araba kazasından sonra bitkisel hayata giren 23 yaşındaki bir kadın hastanın beynini taradılar. Bu tür hastalar çevrelerindeki uyarılara genellikle tepki vermezler ve doktorlar bu hastaların kendilerinin farkında olmadıklarını düşünür. Ayrıca beyin tarama çalışmalarında hastaların refleks reaksiyonlarının dışında başka reaksiyonlar verdiği saptanmamıştır. Owen ve meslektaşları, bu tür hastalarının sağlıklı deneklerle benzer şekilde, sözel isteklerine tepki verdiklerini ortaya çıkarttı (A.M.Owen et al. Science 313, 1402; 2006). Owen çalışmalarını şöyle özetliyor: "Geliştirdiğimiz yöntem, klinik kanıtların bulunmadığı ortamlarda, hastanın çevresinin farkında olduğunu tespit ediyor.” Ne var ki bu çalışma, bitkisel hayatta olma tanı 4) EN KÜÇÜK OMURGALI TARTIŞMASI David Wake ile görüştü. Wake ise üçüncü bir iddia ile tartışmayı daha da karmaşık bir hale getirdi: "Bana kalırsa semenderler en küçük omurgalılardır. Hem suda hem de karada yaşayan bu hayvanlar birkaç santimetre uzunluğundadır. Ancak genomlarının boyutlarına oranla çok küçüktürler. 500 farklı semender türünün her birinin hücresinde insanlarınkinden 10 misli daha fazla miktarda genetik malzeme bulunur. Kaldı ki her şeyi metre ile ölçen biyologlar beni hayal kırıklığına uğratıyor. Önemli olan boyut değildir, o boyuta neler sığdırıldığı daha önemlidir" 6) HAWKİNG TARİHİ GERİYE DOĞRU YENİDEN YAZIYOR ollandalı fizikçiler, sıvıların, ilk kez 40 yıl önce dikkati çeken, ancak açıklanamayan atlamazıplama şeklinde kendini gösteren gizemli davranışlarının ardındaki fiziksel olguyu çözmeyi başardılar. E B ugüne dek en büyük balığı kimin tuttuğu tartışması yaygınken, şimdi en küçük balığı kimin bulduğu tartışması bilim dünyasında gündeminin ilk sıralarını oluşturuyor. Tartışma Londra’daki Doğa Tarihi Müzesi’nden Ralf Britz ve meslektaşlarının Güneydoğu Asya’da yaşayan Paedocypris progenetica adı verilen bir balığı keşfetmeleriyle başladı. Balığının dişisinin 7.9 milimetre uzunluğunda olduğunu erkeğin ise çok az daha büyük olduğunu bildiren Britz, bu balığın dünyanın en küçük omurgalısı olarak değerlendirilmesini istedi. Ancak Seattle’daki Washington Üniversitesi’nden Ted Pietsch, kendisinin geçen yıl bulduğu Photocorynnus spiniceps isimli balığın, 6.2 milimetre uzunluğunda olduğunu ve dolayısıyla Britz’in balığından çok daha küçük olduğunu ileri sürdü. İlk 5) CASIMIR KUVVETİ GEMİLERİ ETKİLİYOR MU? vren nasıl başladı? Pek çok bilim adamına göre bu, tüm zamanların en iddialı sorularından biri. Yanıta en fazla yaklaşanlardan biri olan Stephen Hawking ise bu sorunun aslında hiçbir zaman var olmadığını söylüyor. İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdüren Hawking, meslektaşı CERN Parçacık Fiziği Avrupa Laboratuvarı’ndan Thomas Hertog ile birlikte yayımladığı bir makalede, Evren’in kendine özgü bir başlangıcı olmadığını iddia ediyorlar. Bu iki bilim adamına göre Evren hayal edilebilen her şekilde başlamış olabilir. Öyle ki başlangıçtan bugüne geriye hiçbir şey kalmamış olabilir; geriye kalan bir şey varsa da o da şimdiki kozmosu oluşturmuş olabilir. "Kuantum mekaniği tek bir tarihi reddeder" diye konuşan Hawking ve Hertog, "Bu koşullarda varılacak tek sonuç kuantum fiziğini ciddiye F izikçilerin de arada sırada efsane yaratma modasına uyduğunu ileri süren NASA’dan fizikçi Fabrizio Pinto, Casimir kuvveti olarak bilinen tuhaf bir fiziksel etkiyi açıklarken, fizikçilerin rutin olarak bir mit yarattıklarını söylüyor. Boşluktaki iki yüzey arasında meydana gelen çekim kuvvetine Casimir etkisi denir. Pek çok bilimsel makalede, kuvvetli bir dalganın içindeki iki geminin arasında da bu kuvvetin etkin olabileceğine dikkat çekiliyor. Bu fikir ilk olarak 1996 yılında Hollandalı bilim adamı Sipko Boersmal tarafından yazılan bir makale ile gündeme geldi. Boersmal makalesinde yan ya İngiliz mühendis Arthur Kaye 1963 yılında, bir organik sıvı karışımı üzerinde deney yaparken bu tuhaf olgunun farkına vardı. Bu koyu kıvamlı sıvıyı bir yüzeyin üzerine döken Kaye, aşağı inmekte olan sıvının aniden bir fıskiye gibi püskürerek, ardından gelen sıvı ile birleştiğini gördü. Bu etkinin ders kitaplarında kompleks sıvıların tuhaf özelliklerini göstermek için kullandığını belirten Hollanda’daki Twente Üniversitesi’nden Michel Versluis, bu tuhaf olgunun aslında çok sık görüldüğünü, banyo ve mutfaklarda sık sık meydana geldiğini söylüyor. Domates salçasından, yoğurda, boyalardan şampuana, çok çeşitli sıvılarda bu özelliği sergilendiğine dikkat çekiyor. Kayeetkisi adı verilen bu etkinin insanların gözünden kaçmasının nedeni çok kısa sürmesidir. Püskürmenin ortaya çıkışından, arkadan gelmekte olan akıntı ile birleşme anı arasında geçen süre tipik olarak 300 milisaniyedir. Bu süre o kadar kısadır ki çıplak gözle görülemez. Vesluis bu etkinin incelme özelliği taşıyan tüm sıvılarda gözlenebileceğini söylüyor.Bu da, sıvı akarken viskositesinin (yapışkanlık özelliği) azaldığı ve sonuçta inceldiği anlamına geliyor. Viskosite 2006 BİLİM