01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bilim ve Düşünce Tarihi tartışılmıştır. Soyut ilkeleri düşünce alanından uygulama alanına geçirme çalışması (pratik); yargıç, savcı ve avukatların beceri gücünün gelişmesine ve bilinçlenmesine katkısı düşünüldüğünden: İkinci gün uygulamadan seçilen örnekler üzerinde çalışılmış ve ilginç durumlar ortaya çıkmıştır. İKİ ÖRNEK İşte iki örnek: Mahkemeler, kredi kartı ilişkisinden doğan davalarında, alacak tutarının belirlenmesi için bilirkişilere görev vermektedir. Onlar da sav ve savunmaları, tüm hukuk ve olgu sorunlarını, bankanın elindeki belge ve kayıtları yerinde inceleyerek ve akıl yürüterek sayfalarca tutan yazanak (rapor) düzenlemektedirler. Oysa kredi kartı sözleşmelerinde, "yedi gün içinde itiraz edilmemesi durumunda bankaca gönderilen hesap dökümünün (ekstre) kesin kanıt olacağına" ilişkin kural yer almaktadır. Bu durumda, borç tutarı ekstre ile kanıtlanmış olacağından bilirkişiye incelemesine gerek kalmamaktadır. İkiyüzbine ulaşan icra takiplerden en az yüzde onunun mahkeme önüne geldiği düşünülürce binlerce dosya da gereksiz yere bilirkişiye başvurulmuş olmaktadır. Bu uygulamanın yargılama süresini uzattığı ve bilirkişilere 100 – 300 YTL ücret ödendiği düşünülürse Anayasa’nın yasakladığı pahalı yargı olgusu gündeme gelmektedir. Ancak yargıcın bilgi ve beceri eksikliğinin yarattığı olumsuz görünüm daha önemlidir. Mahkemeler; kusur ve tazminatın belirlenmesiyle ilgili tüm hukuk ve olgu sorunlarının çözümünü bilirkişilere bırakmaktadır. Geriye başka bir sorun kalmadığından, bilirkişilerin görüşleri doğrultusunda hüküm kurulmaktadır . Haklı olarak sorabilirsiniz: Yargıç noter midir? lsefe, e F , m i l i B ve Sanat Dergisi n HAYAT’ta Seçmeler adır Osman Bah m Hazırlayan: l.co ai tm o h @ an bahadirosm Tiyatromuzun Bugünkü Hâli Hükümet, tiyatro ile ciddi biçimde ilgilenmelidir. şeydir. Reşat Nuri (Gültekin) Sana göre tiyatromuzun bugünkü halinden hükümeti sorumlu tutmak gerekir. Ben bu fikri pek doğru bulmuyorum. Bir cumhuriyet ve halk hükümetinde her şeyi hükümetten beklemek geçerli olamaz. Bu memleketin münevver zenginleri, muharrirleri (yazarları) yok mu? Madem ki okul gibi tiyatronun da medeni bir memleket için en gerekli kurum olduğunu kimse inkar etmiyor, şu halde güzel bir tiyatro kurmak emeli etrafında küçük bir teşkilat vücuda gelemez mi? Zenginler bir parça para ile, muharrirler, sanatkârlar biraz gayret ve artistler vs.’den oluşmasını istediğin o teşkilat zorunlu olarak bir tür Bâbil Kulesi olacaktır. Bahsettiğim büyük iş adamı vukufunu, kudretini, gayesini, usulünü herkese ayrı ayrı teslim ettirmeye, fertleri ve grupları birbirleriyle anlaştırmaya mecburdur.... Mesela artistler şu senlik benlik çekişmelerini bırakıp el ele verseler, bir çatı, bir firma altında birleşip kardeş kardeş çalışsalar olmaz mı? Muharrirler kendi kişisel çıkarlarını unutup biraz da sanat için çalışsalar, şu müstekra (kiralık) adaptasyon usulüne artık son verilse, sahnemizde milli eserler oynatmaya başlasalar. Evet, bir kumpanya 1520’den KADRO FARKLILIKLARI KAÇINILMAZDIR Bazen en yüksek bir artistin en küçük bir rolü oynadığı görülür. Fakat bu bir tür gösteriş, kudret ve şöhretinden emin olan bir artist için güzel bir feragat rolü, yahut başka bir tabirle yeni bir numerodur. Ekseri piyeslerde birinci derecedeki roller üçü dördü geçmez. Ötekiler zorunlu olarak tâli ve sönüktür. Onun için bir sahnenin kadrosu aynı derecede ve seviyede artistlerden oluşmaz. Görülüyor ki, dedikoduları ve çekişmeleri falan veya falan şahısların geçimsizliği değil, işin tabiatı doğuruyor. Paranız ve kuvvetli teşkilatınız olursa buna bir dereceye kadar çare bulabilirsiniz. Bunlar olmayınca kollarınızı kavuşturup bakmaktan başka elinizden bir şey gelmez.... Benim işittiğime göre, bu ayrılıklar bilhassa bazı önemli aktörlerin fazla çıkar peşinde koşmalarından ileri geliyormuş. Mesela onlar kendilerine arslan payını ayırıyorlar, küçük arkadaşlarını mağdur mevkiinde bırakıyorlarmış. Bunun için onlara "aferin iyi yapıyorlar" diyemeyeceğiz tabii. Fakat onlar cevap verip deseler ki, "Biz memleketin sanatına hibe olunmuş kimseler miyiz? Farz edin ki, biz de bir tür ticaret yapıyoruz. Birkaçımız bir olduk, kudret ve şöhretimizin sermayesini bir araya getirdik, bize ikinci, üçüncü derecede faydası olabilecek bazı unsurları da işimize gelen ücretlerle yanımıza aldık, çalıştırıyoruz. Bütün ticarethanelerde, fabrikalarda vs. böyle yapılmıyor mu? Bütün kurumlar için doğal ve meşru görülen bu hal bizim için niye öyle görülmüyor?" Artistlerin buna benzer bir sözüne karşı verilecek mantıki cevap yoktur. Sözümü yine başta söylediğimle bağlayacağım. Tiyatromuzu bugün içinde yuvarlandığı karışıklıktan kurtarmak için bir tek çare vardır; merkezi hükümetin bu işle ciddi surette meşgul olması. Hayat, Sayı 19, 7 Nisan 1927, I. Cilt, s.1415., Ankara. DAVALARIN UZAMASI Örneğin AB ülkelerinde bu nitelikteki tazminat alacağını bazı çizelgelerden yararlanılarak doğrudan yargıçlar belirlemektedir. Hukuksal sorun olan kusur saptaması ve derecelendirilmesini de yargıçlar yapmaktadır; ancak teknik saptamalar gereksinim duyulan durumlarda bilirkişi görüşü alınmaktadır. Benzer konularda yargı önüne gelen yıllık onbinlerce davada çoğunlukla "her iki konuda da birden çok bilirkişi incelemesi yapılarak" yargılama süreci uzamaktadır. Ayrıca 300500 YTL arasında ücret ödendiği daha önemlisi bilirkişilerin yargıçlaştığı söylemlerine de neden olduğu düşünülürse tehlikenin boyutları sanırım daha iyi anlaşılır. Oysa usul hukukunun temel ilkeleri uygulansa; davalar, kısa sürede en az giderle ve yargı onuru korunarak sonuçlanabilecektir. Yineleyerek söylemeliyim ki; bilirkişi kurumunun yozlaşması; öncelikle yargıç, avukat ve savcılardaki bilgi ve beceri eksikliğinin eğitim yoluyla giderilmesine bağlıdır. Ancak başarının "yargılama üçlüsünün bilirkişi sorununun çözümünün bir onur sorunu olduğunun bilincinde olarak bilgiye istekli olmalarına" ve "soyut, teorik bilgilerin somut olaylar üzerinde incelenerek özümsenmesine* bağlı olduğu da göz ardı edilmemeli. Adana Barosu ve bilim insanları arkadaşlarımla birlikte "hiç bir karşılık beklemeden" görevimizi yaptık. Umarım; Adalet Bakanlığı, diğer barolar ve yüksek yargı orunları da girişimde bulunurlar! *Yargıtay Onursal Ü[email protected] Reşat Nuri Güntekin (18891956) fedakarlıkla ortak bir eser ortaya koyamazlar mı?.. fazla artist besleyemez, ailelerin fertleri, damatlar, gelinler, torunlar çoğaldıkça nasıl yeni yeni evler, aileler çıkarsa, artistlerin çoğalmasından da zorunlu olarak yeni truplar doğar. Bunu tabii görmeli. Evet ama hiçbirisi de tam bir kadro tertip edemiyor, herhangi bir piyesi ağız tadıyla oynamak nasip olmuyor. Rollerden ikisi üçü kuvvetli sanatkarlar tarafından oynanırsa birkaçı mutlaka cılız ve naehil (acemi) ellerde kalıyor. İstiyorsun ki rollerin hepsi aynı kuvvette şahıslar tarafından oynansın değil mi? Bunu ben de isterim. Ancak bu noktada artistleri uzlaştırıp anlaştırmak zannettiğinden çok daha güç SAHNELERİMİZDE MİLLİ ESERLER OYNATILMALIDIR Bu ortak eser için parasıyla, kafasıyla, koluyla çalışacak amele belki bulunabilir. Fakat onları bir araya getirip işe başlatmak imkânsız gibidir. Bunun için her şeyden önce çok kuvvetli bir iş başı lazım. Bir iş başı ki, bu sanatı çok iyi bilmek ve çok sevmekle yetinmeyecek. Aynı zamanda yorulmaz, yılmaz bir idare adamı olacak. İçinde bir havari ihtiras ve ateşi taşıyacak. Ta ki zihninin bütün kanaatlerini, kalbinin bütün heyecanlarını etrafa yayabilsin. Münevverler, muharrirler, 989/19 4 Mart 2006
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle