Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Hukuk Politikası İnsana İnanmak Yerbilimleri Hayrettin Ökçesiz lığını ortaya koymaktadır (Tanaka vd., 2002; Cochran vd., 2004). tutulmalarının, eşlik ettikleri olağan güçlü gelgitlerinkinden farklı bir özellikleri saptanmamıştır. Bu yazının ana konusu olan güneş tutulması ile depremlerin ilişkisini yukarıdaki kısa açıklamaların ışığında irdelemek gerekir. Çünkü, bilindiği üzere güneş tutulması ancak yeniay evresinde meydana gelebilir. Bu özel durumun, olağan yeniay gelgitinden, yerçekimi etkisi bakımından belirgin bir farkı yoktur. Güneş tutulmaları sırasında gözlenen, Allais etkisi olarak adlandırılan etkinin yerçekimi değişimine işaret etmediği, güneş tutulması sırasında meydana gelmesi beklenen yerçekimi engellemesinin (gravitational shielding) ise son derece küçük (3x1010 cm/s2 ) olduğu anlaşılmıştır (Van Flandern ve Yang, 2003). Bu durumda, deprem mekanizması açısından önem taşıyan özellikler bakımından, güneş tutulmasının olağan yeniay gelgit döneminden farklı bir etkiye sahip olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Sonuç olarak denilebilir ki: bu yazının başında sorulmuş olan sorunun, bilimsel çerçeve içindeki yanıtı, ‘güneş tutulması ile depremlerin oluş zamanları arasında etkin, özel bir ilişkinin var olmadığı’ şeklindedir. Bu durumda, yeni bilimsel bulgular, yeni bilimsel değerlendirmeler ortaya koymadan böyle bir ilişkinin varlığını öne süren bir görüş belirtmeye ‘bana öyle geliyor ki’ diye başlamak gerekecektir. Esen Arpat, Jeolog BÜ Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü Jeofizik Ana Bilim Dalı geomar@doruk.net.tr Değinilen belgeler Cochran, E. S., Vidale, J. E. ve Tanaka, S., 2004. Earth tides can trigger shallow thrust fault earthquakes. Science, 306, 11641166. Gomberg, J., Beeler, N. M., Blanpied, M. L. and Bodin, P., 1998. Earthquake triggering by transient and static deformations. J. Geophys. Res. –Solid Earth 103, 2441124426. Johnson, P. A. ve Xiaoping, J., 2005. Nonlinear dynamics, granular media and dynamic earthquake triggering. Nature, 437, 871874. Lockner, D. A. ve Beeler, N. M., 1999. Premonitary slip and tidal triggering of earthquakes. J. Geophys. Res. –Solid Earth 104, 2013320151. Tanaka, S., Ohtake, M. ve Sato, H., 2002, Spatiotemporal variation of the tidal triggering effect on earthquake occurrence associated with the 1982 South Tonga earthquake of Mw 7.5, Geophys. Res. Lett., 29, 16, 10.1029 Van Flandern, T. ve Yang, X. S., 2003. Allais gravity and pendulum effect during solar eclipses explained. Phys. Rev. D 62, 02202. Vidale, J. E., Agnew, D., Johnston, M. ve Oppenheimer, D., 1998. Absence of earthquake correlation with earth tides: an indication of high preseismic fault stress rate. J. Geophys. Res. –Solid Earth 103, 2456724572. İnsana inanmadığımız zaman her şey mubah olur. Savaşlar, cinayetler, zulmün her türlüsü, sömürü, sahtekârlık, yalan, dolan… Yalnızca birbirimize değil, tüm doğaya karşı, bizden sonra dünyaya gelip yaşamak, var olmak isteyeceklere karşı da her kötü şeyi yapmak mubah olur! Gücümüzün artık iyice yettiği kitlesel yıkım ve kıyıma istencimiz ancak insana inanmadığı zaman tüm kesinliğiyle yönelebilir. İnsanın inandıklarına değil, insana inanmakla birbirimizi kendi gerçekliğimizde görüp anlayabileceğiz. Öğrenilmiş veya öğretilmiş çaresizliğimizin flu bilincinden kurtularak ulaşabileceğimiz bir yetkinlikle insana inanmayı başarabileceğiz. İnsana inanmakla pek çok çare mümkün olacak. İnsana inanmak onun iyi niyetini varsaymanın ve güvenini korumanın zorunlu olduğu sonucuna götürür bizi. Ancak insana inanmakla bunun değerini, anlamını kavrayabiliriz. İyi niyet ve güven insanın en saf ve yalın, bu nedenle de en savunmasız olduğu bir varlık durumunu gösterir. İyi niyetle ve güvenerek dışa yöneldiği yerde insan ötekilerince aynı duygu ve durumla karşılanmayı hak eder ve bekler. İşte bu karşılıklılık hukukun çıkış noktasıdır. Hukuk, insana inanmak gibi, iyi niyeti varsayar ve güveni korur! Hukuk insana inanmakla örtüşüktür. Bu yüzden hukuk insana inanmanın koşullarını yaratma çabasından başka bir şey olarak anlaşılmamalıdır. Hukuk bu değil ise, o zaman korkunç bir şeydir. Hukuk insana inanmak, insanın öz değerine inanmak, onu tüm yönlerinin çıkış noktası yapmak değilse, Marks’ın gözüyle, sömürgenlerin bir tahakküm aracıdır. Bu araç o zaman bu söylediklerimi yüceltmek ve yaşanır kılmak gibi bir çabayı kendi içerisinde barındırmayacaktır. Her şeyin mubah olduğu bu çarkın dönmesine hız ve güç verecektir. BAZI FAYLARLA SINIRLI Yukarıda değinilen araştırmaların sonuçlarına göre, güçlü gelgit dönemleri ile deprem oluş zamanları arasında belirgin bir ilişkinin varlığı bazı fay türleri ile sınırlı görülmektedir. Düzlemleri yeryüzü ile kabaca 500’den küçük açılar yapan, tersfay ve normalfay olarak adlandırdığımız türden fayların gelgit yüklemelerine özellikle duyarlı oldukları anlaşılmaktadır. Fay düzlemlerinde sürtünmeyi artıran ana kuvvetin bu düzlemlere dik bileşen olduğu göz önüne alınırsa, bu beklenen bir sonuçtur. Öte yandan, düzlemi düşeye yakın diklikte olan faylarda, yani diğer adı ile doğrultuatımlı faylarda gelgit dönemleri ile depremler arasında belirgin bir ilişki görülememiştir. Zaten bazı hesaplamalar da yer gelgitlerinden kaynaklanan gelipgeçici etkinin deprem oluşumu üzerinde belirleyici olabilmesi için, süregelen olağan süreçte etkili olan kalıcı makaslama gerilimi artış hızının yüzlerce katı büyüklüğünde olması gerektiğini ortaya koymaktadır (Gomberg vd, 1998). Bazı laboratuvar deneyleri de (Lockner ve Beeler, 1999) bu değerleri doğrulayan sonuçlar vermiştir. Ancak, yine bazı yeni araştırmalar, bazı özelliklere sahip fay düzlemlerinde sürtünmenin daha önceden düşünülenlerden çok daha ufak gerilimler ile yenilebileceği yönünde veriler sağlamıştır (Johnson ve Xiaoping, 2005). 142 İLKE Neyin hukuk olduğunu bilmenin temel birkaç ölçütünü "insana inanmak" örtüsünün altında bulabiliyoruz. Orada bu yoğunlukta başka değerlerimiz de var: özgürlüğümüz, eşitliğimiz, güvenliğimiz gibi… Bir meslektaşım hukuk devleti için 142 ilke saptayarak enine boyuna irdelemiş (Katharina Sobota, Das Prinzip Rechtsstaat, Tübingen 1997). Bunların hiçbirinin "insana inanmak" olmaksızın bir anlam taşıyabileceğini düşünemiyorum. Bu her bir ilkenin tabanına İnsan Onuru’nu koyduğumda berraklaşıyor ve heyecanlandırıyor. Hukuk adına ve hukukun kötüye kullanılmasıyla gerçekleştirilen kötülüklerin önüne geçebilmek için saf ve yalın olan hukukun neliği üzerine düşünmeliyiz. Hukuku bu haliyle bilebilirsek, onun kötüye kullanılmasına izin vermemek bilincimiz ve istencimiz oluşur. Çıkarılan yasaların, salt yasa oldukları için hukuk da oldukları gibi bir dayatmanın foyasını bu bilgiyle ortaya çıkarabiliriz. Yeniçağın "aydınlanan", fakat yine de insanın inandığı şeylerin mutlaklığını diğerlerine dayatmasını sürdüren düşüncesi bugünün çoğulcu, görececi anlayışımızda "insanın inandıklarına değil, insana inanmak" gibi bir yalınlığa ulaşmıştır. Hukuk düşüncesinin gelişim çizgisinde de bir sapma sözkonusu değildir. Hukuk Devleti düşüncesinin sıkı sıkıya bağlı bulunduğu "İnsan Hakları"nın her birinin tüm tarihselliği, yerelliği, kültürselliği gibi yönlerine rağmen anlamı ve değeri bu inanca dayanmaktadır. İnsana inanmanın Yeniçağ’ın açık, kesin bilgisi olan "cogito ergo sum"una benzeyen bir açıklık ve kesinlik gösterdiğini düşünüyorum. Bunu bir insanın inandığı şey olarak göreli saymak ve inanmamak durumu, yeniden yukarıdaki her şeyi mubah sayan kıyım ve yıkım uçurumuna sürüklenmek olur. İnsansız inandığımız hiçbir şey insan için hukukun temeli olmak yeteneğine, yetkinliğine sahip değildir. Aksine, sürüklenmek tehlikesinde olduğumuz bu uçurumu yaratan şeylerdir bunlar. Oysa insana inanmakla inandığımız her şey kendi iyiliğini, güzelliğini gösterebilir. Güçlü gelgit dönemleri ile deprem oluş zamanları arasında belirgin bir ilişkinin varlığı bazı fay türleri ile sınırlı görülmektedir. KAF OKYANUSLARDAN UZAK Çok düşük gerilim yüklemelerinin de depremleri tetikleyebileceği yönündeki gelişmelere karşın, gerek okyanuslardan uzak ortamlardaki faylarda, gerekse doğrultuatımlı faylarda meydana gelen depremlerin gelgit dönemleri ile ilişkilendirilmeleri çabaları olumsuz sonuçlar vermiştir. Yukarıda değinmiş olduğumuz, yaklaşık 13.000 depremi ele almış olan Vidal vd. (1998)’nin çalışmalarına ek olarak, Cochran vd. (2004)’nin çalışmaları da benzer sonuca ulaşmıştır. Cochran arkadaşlarının çalışmasında Kaliforniya’daki, doğrultuatım özellikli, ünlü San Andreas Fayı sisteminde 27.464 deprem ele alınmış ve depremlerin oluş zamanları ile gelgit dönemleri arasında istatistiksel anlamı olan bir ilişki saptanamamıştır. Bu arada, bizim Kuzey Anadolu Fayı sistemimiz ile Doğu Anadolu Fayı sistemimizin de, başlıca, doğrultu atımlı faylardan oluştuklarını, ve aynı zamanda, güçlü, dolaylı gelgit yüklemelerinin meydana gelmekte olduğu okyanuslardan uzak bulunduklarını da anımsamakta yarar vardır. COGİTO ERGO SUM Tarih insansız inanmakla dolu. Günümüz de öyle, gündelik yaşamımız da. Mutsuz, acı bir tarih, acı ve absürd bir geniş zaman… Yalnızca buna karşı çıkanların, direnenlerin yeşerttiği, coşkulandırıp, umutlandırdığı bir Dünya… Yenilerde yapılan bir araştırmada Ülkemiz insanlarının %87’sinin birbirine güvenmediği sonucu çıkmış (bkz.Hürriyet, 28.2.2006,s.10). Bunun yeni bir şey olmadığını biliyoruz. Daima bir artniyeti varsayıp, güvenmemeyi alışkanlık edindiğimiz, yeni bir gerçek değil. Bir toplumun geleceksiz kalacağının açık resmidir bu. Çünkü böyle bir toplumda hukuku da anlayıp güçlendirmek zorlaşmaktadır. Atatürk’ün insana güveni toplumun temeli yapmak istemesinin önemini buradaki açıdan yeniden görüyoruz.. İnsana inanmanın ve güvenmenin yerleşip kökleşmesini sağlamak hukukun başarısı olmalıdır. Hukuk güveni güvencelendirip, kurumsallaştırmalıdır. ÖZEL İLİŞKİ YOK Deprem tetikleme bakımından, güneş 992/16 25 Mart 2006