29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Üniversitelerde bilim yönetimi Büyük Atatürk’ün 1930’larda işaret ettiği ve fiili olarak uygulamaya koyduğu bilimsel devrim, neden ülkemizde bir türlü devam ettirilemiyor? Bunun çok boyutlu kültürel, bürokratik yapılanmanın, çıkarcı davranışın, yönetici atamalarındaki sorunların, devlet politikası olmayışının ve bilimsel özgürlüğün çok kısıtlı oluşunun büyük etkileri var... Prof. Dr. Ahmet Baldan, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği, Mersin Üniversitesi; [email protected] yeterli kanıtı verecektir. Bu ülkelerin tümü son 300 yılda bilime artan bir hızla olağanüstü destek verdi ve bugünkü konumlarına geldi. Bilime dayalı sanayileşme (kalkınma) modelinin nasıl terk edildiğini görmek için güncel bazı örnekler vermek istiyorum. YÖK yasasına göre rektör, dekan olmasını istediği yandaş (!) kişiyi YÖK’e "çok gizli" teklif eder. Dekan olacak kişiyi, rektör dışında fakültede hiç kimse bilmez. Sivil, açık, saydam olması beklenen bir üniversitede bu atama yönteminin bu derece "sır" olmasının amacı nedir bilinmez! Aslına bakılırsa her şey bilinir de hiç kimse rektörden "korktuğu ve çekindiği" için dile getiremez, sadece dedikodusunu yapar. Üniversitelerde bu şekilde dışlayıcı, katılımcı anlayıştan tamamen yoksun bir üniversitede bilimsellik, objektiflik, tutarlılık, saydamlık, hesap verebilirlik, üretkenlik beklenebilir mi? Üniversitelerimizde yönetici atanmasında çoğunlukla bilimsel kaygıların dışında, nepotizm, bölgecilik, mikromilliyetçilik, kayırmacılık, yağcılık, dalkavukluk, oportünistlik, çıkarcılık gibi, üniversiter anlayışla hiç ilgisi olmayan bilim dışı faktörler (negatif seleksiyon yöntemi) göz önüne alınmaktadır. Eğer üniversitelerimizde gerçek anlamda "burjuva özgürlüğü" olsaydı bu tür bilim dışı atama yöntemleri kesinlikle olamazdı. Bu nedenle, bu tür olumsuzlukların bertaraf edilmesi için, olmazsa olmaz özgürlükçü ortamın sağlanması, huzurlu, üretken ortamın sağlanması gerekir. Üniversitelerde tek tip "homojen" bir insanlar topluluğu yaratıldı. Bırakın "heterojen" bir üniversite anlayışının olmasını, tam tersi "birazcık farklı" bir kişiye bile tahammülü yoktur sistemin. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, bilime dayalı kalkınma (sanayileşme) modeli tekrar ülkemize hâkim kılınabilir. Üniversitelerdeki yönetici atamasını bilimsel kriterlere göre yeniden oluşturulması koşuluyla.. Bunun için her şeyden önce devleti yönetenlerin şu kritik kararı vermeleri gerekir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, birinci sınıf devlet olmak istiyor mu? Evetse, bilime dayalı sanayileşmenin sürekli bir "devlet politikası" haline getirilmesi gerekir. Bu politikanın hükümetlerden bağımsız olması şarttır. Bu kritik karar verildikten sonra gerekli her türlü kurumsal, mali, hukuksal, kültürel altyapının hızla oluşturulması gerekir. Daha sonra da, ülkemizin acil gereksinim duyduğu kritik konular belirlenmeli. Bu kritik konuların en başında savunma sanayi (dış güvenlik) ve tarım (gıda güvenliği) geliyor. Ne yazık ki, şu anda bu iki konuda dışa bağımlı ülkemiz. Atatürk, 1930’larda bu konulara bizzat eğildi ve bilimsel yöntemlerle olağanüstü ilerlemeler kaydedildi. "Hayatta En Hakikiki Mürşit İlimdir, Fendir, Başka Yol Gösterici Aramak Gaflettir, Dalalettir, Cehalettir! " Atatürk’ten sonra, esefle belirtmek gerekirse, bu özdeyişin gereği hiçbir zaman tam olarak yerine getirilmedi. A tatürk’ün olağanüstü dehası, doğruyu görme sezgisi, kavrama yeteneği, tüm insanları tek amaca gönüllü olarak yönlendirebilme mahareti, bilime dayalı kalkınmaya (sanayileşmeye) olağanüstü değer vermesi, bilim için gerekli kurumsal, hukuksal ve kültürel altyapısının hazırlanmasına öncülük etmesi, rasyonel ve özgürlükçü ortamı sağlaması, bilim adamlarına değer vermesi, uzak görüşlülüğü, üstün devlet adamlığı, gerçek anlamda yurtseverliliği, iyi niyeti ve slogancı olmayan uygulamaları ile başlattığı bilimsel çekirdekleşme (filizlenme) ne yazık ki, vefatından sonra gelen çoğu yöneticiler tarafından ciddiye alınmadı, kavranamadı, Bilime dayalı kalkınma (sanayileşme) modeli Atatürk’ten sonra, devlet politikası olmaktan çıkarıldı. Atatürk’ten "Atatürk slogancılığı" geride kaldı! Bir ülkenin bağımsızlığının sürdürülebilir olmasının garantisi, bilime dayalı sanayileşme’dir. Ekonomik bağımsızlığı olmayan hiçbir ülke bağımsız olamaz. Çoğunlukla ticaret ve turizme indirgenen faaliyetler ile bizim ülkemiz gibi dev bir ülkenin ayakta kalması olası değildir. Bu nedenle de ülkemiz ne yazık ki, sürekli krizlere (politik, ekonomik vb gibi) sürüklendi. Bir ülkenin gerçek anlamda bağımsızlığının sürdürülebilir olmasının ancak ve ancak bilime dayalı sanayileşme ile mümkün olabileceğini anlayabilmek için, hemen hiç doğal kaynakları olmayan endüstrileşmiş Batı Avrupa ülkelerini (İngiltere, Almanya, Fransa vb) incelemek bize kinliklere katılım sağlanması için elimizdeki bütün kaynakları seferber etmekteyiz. YENİ MODEL GEREKLİ Bugüne kadar gerçekleşen etkinliklerde, üniversite ve il olarak bu tür etkinliklerin düzenlenmesinde ulaştığımız yetkinlik, gelecek konusunda bizleri umutlandırmaktadır. Sosyoekonomik ve kültürel ilerlemede üniversitelerin rolü, kamu ve politikacılar tarafından doğru kavranarak, uzun erimli bir vizyon olan bilgi toplumuna inanç sağlandığında yükseköğretime ayrılan pay büyüyecektir. Üniversitelerimiz yapılan yatırımların topluma geri dönüşü konusunda hesap verebilmeli, topluma geri dönüşü ölçülebilir ve şeffaf bir şekilde gösterilebilmelidir. Öğretim üyesi başına öğrenci sayısı yüksek Türkiye genelinde ön lisans programlarında, öğretim elemanı başına düşen ortalama öğrenci sayısı 59 olup, bu sayı kabul edilemez ölçektedir. Lisans düzeyinde öğretim üyesi başına düşen ortalama öğrenci sayısı Avrupa’da 20 civarında iken ülkemizde bu sayı 30’a yaklaşmıştır. Ülkemizde öğretim elemanlarının % 73’ü aşırı ders yükü taşımaktadır. Bu aşırı ders yükü, verilen kamu hizmetinin niteliklerini olumsuz etkilerken araştırma, geliştirme ve inovasyon gibi kavramların kağıt üzerinden gerçeğe dönüşmesine engel olmaktadır. CBT1023/21 27 Ekim 2006 Ülkemizdeki yükseköğretimin finansman ve işleyiş modelleri üniversitelerimizde geniş tabanlı tartışmaya açılarak Ülkemiz gerçeklerine uygun bir modelin yakın gelecekte devreye girmesi sağlanmalıdır. Yükseköğretim kurumlarının yetkileri artırılıp, akademik özgürlük ve bilimsel özerklikler kararlı bir yasal ve finansal ortamda güçlendirilmelidir. Üniversitelerin farkları öne çıkarılarak, farklı biçimlerde gelişmeye ve çok çeşitli yollardan kaynak yaTürk yükseköğretim sisteminde yaklaşık 83.000 öğretim elemanı (% 38,3’ü ratmaya teşvik kadın, % 61,7’si erkek) görev yapmaktadır. Öğretim elemanlarından öğretim üyelerinin % 42’si, lisans+lisansüstü öğrencilerin de % 39’u üç büyük kentte top edilmelidirler. lanmıştır. Bu dağılım yurdun 57 iline yayılmış ve yeni kurulmuş olan üniver Ancak, yüksesitelerimiz için sağlıklı bir dağılımdır. Öğretim üyeliğinin birinci basamağında olan köğretim en yardımcı doçentlerin %72’si üç büyük şehir dışında görev yaparken profesör birincil ve en düzeyinde olanların % 60’ının 3 büyük kentte toplanması sağlıksız bir durum olarak önemli kamu karşımızdadır. Ayrıca araştırma görevlilerinin %62’sinin üç büyük şehir dışında ol sorumluluğu duğu göz önüne alındığında bölgesel üniversitelerin genç ve dinamik yapısı, ül olarak kalmalıkemiz insan kaynaklarının genç ve dinamik yapısının uyumlu bir yansımasıdır. dır. Öğretim üyeleri: Yüzde 38.3’ü kadın TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle