Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HavadanSudan Mikdat Kadıoğlu ••*• ı m * /«» ıtu I INIHNYim /mml • •/••».• » t f Jefc// 2 <MBH| l l r yf>rı DışriMİıtti Y«rZanMW Bakmayın siz, Şubat ayının yağışlı geçmesine. Ceçen sonbaharda "Kara Kış Geliyor" diye başlık atan gazetelerimizin şimdi de "... keşke bu kadardua etmeseydik ..." şeklindeki "bilimsel ve uzman açıklamalarına" yer verdiğine de bakmayın siz. Kuraklığın "geçici" olduğuna da inanmak çok ama çok büyük birhata. Bu ülkede en azından 3 seneden beri sinsi bir şekilde gelişip büyüyen kuraklık afetinin (kıranının) 3 günlük ya da 3 haftalık bir yağışla ortadan kaybolma olasılığı düşüktür. Türkiye'de mesleğini icra edebilme fırsatını bulmuş 250 adet şanslı meteoroloji mühendisinden biri olarak, 6 Mayıs 2000 tarihli "Milliyet 2000" gazetesinde ki "Havadan Sudan" adlı köşemde çıkan "Kuraklık Planı. Şimdi!" başlıklı yazımdan beri kamuoyunun ilgisini kuraklık tehlikesine ve modern mücadele yöntemlerine çekmeye çalısıyorum. Benzer sekilde Açık Radyo'da ki "Havadan Sudan" adlı programımda da Ömer Madra ile bir senedir hep kuraklık muhabbeti yapıyoruz. CBT'de de ilk yazılanmı bu kurak ülkede yıllardır anlasılamayan kuraklık tehlikesine ayırmayı uygun gördüm. Çünkü kuraklık, en kapsamlı sosyoekonomik zararlara neden olan, sinsi bir şekilde gelişen, insanlığın yüzleştiği en büyük ve diğerlerinden çok farklı bir doğal afet. Öyle ki literatürde kuraklığın tanımı da değişik disiplinler için farklıdır. Meteorologlar kuraklık kelimesi ile belli bir dönemin ortalamasına göre azalan yağış miktarını, su bilimciler (hidrologlar) nehir, göl, baraj ve yeraltı kaynaklannda azalan su miktarını, tanmcılar ürün için gerektiği zaman toprak neminin yetersiz oldugunu, ekonomistler ise toplumun üretim ve tüketim faaliyetlerini etkileyen su azlığını kastederler. Böylece, toplumun çok geniş bir kısmını ilgilendiren bu kıran için yıllardır söylenmeye çalışılan özetle şudur: "Normal hava şartları diye bir şey yoktur. Suyun azı da (kuraklık) çoğu da (sel) ölümcüldür. Meteorolojik kuraklık, normal ve bilinen atmosferik sistemler tarafından geçmişte hep oluşturulmuş ve gelecekte de oluşturulmaya devam edecektir. Kuraklık, meteorolojik kuraklık olarak başlar, tanmsal, hidrolojik kuraklık olarak gelişir ve sosyoekonomik kuraklık olarak devam eder. Kuraklığın etkileri en fazla, suya talebin en çok olduğu zamanlar hissedilir, ama o zaman da herhangi bir önlem almak için artık çok geçtir. Türkiye'de köy, kasaba, şehir ve ülke bazında da artık bu günden itibaren kuraklık ile mücadele için acilen planlar geliştirilmeli ve su kaynaklarımız için kriz yönetimi yerine sürekli olarak risk yönetimi uygulanmalıdır." Her, türlü olayda olduğu gibi, ülkemizde kuraklık konusunda da bir çok "uzman görüşü" ortalığa atılıp yine kafalar karıştırılmıştır. Bu nedenle, her duyduğunuza ve hatta her türlü kuraklığın uzmanı olmadığım için bana da inanmayın diyorum. Örneğin, "New York Şehrinin Kuraklık Yönetim Planı ve Kuralları"nı, www.d.nyc.ny.us/html/dep/htmt/dmughthtml web adresinden alıp inceleyin. Ayrıca, gelişmiş ülkelerde kuraklıkla, nasıl mücadele edildiğini şu web sayfasından (http://enso.unl.edu/ndmc/) bakıp öğrenin. Ya da Internet'te "drought" kelimesini girip bir arama yaparak dünyadaki "kuraklık gerçeğine" bir göz atın. Hazır araştırmaya başlamışken bir de bakın bakalım, dünyada bizden başka, yağan yağışı bir kamu kurumu, akışa geçen yağışı ise başka bir kamu kurumu tarafından ölçülen kaç ülke var? Maalesef Türkiye'de hava ve su ölçüm, gözlem vb. hizmetler (DMİ, DSİ, EİEİ, Köy Hizmetleri vb. gibi) farklı farklı kurumlar tarafından çok dağınık bir şekilde yapılmaya çalışılıyor. Halbuki bunlar su döngüsünün ayrılamaz parçalandır. Hidroelektrik barajlann işletilmesinde, baraj göllerinin mümkün olduğu kadar dolu tutulması esastır. (Yaz aylarını düşünmeden, iki gün yağış aldık diye tam kapasite enerji üretimine geçmemeliyiz.) Bu da ancak kuraklığa karşı önceden planlar hazırlama, kuraklığın sürekli takibi ve zamanında hidrometeorolojik ayarlamalar yapmak ile mümkündür. Bunun için Türkiye'de de hidrolojik ve meteorolojik hizmetler, bagımsız ve kurumlar üstü bir "Hidrometeoroloji Enstitüsü"nde toplanmalıdır. Veya Sn. Tarhan Erdem'in teklifettiği (belli oranlarda ki meteorolog, hidrolog, agronomist ve sosyal bilimcilerin bir arada çalışabileceği) "Ulusal Kuraklık Merkezi" (Radikal, 6 Şubat 2001) gibi teknik bir kurum kurulmalı ya da Devlet Meteoroloji Işleri çağın gereğine ve ülkenin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde kuraklık ve diğer meteoroloji karakterli afetler konusunda da görevlendirilerek yeniden yapılandırılmalı. Sürekli havadansudan lafa girip kuraklık kıranından bahsetmemin amaa kesinlikle bir felâket tellallığı yapmak değil. Nasıl ki deprem kuşağında bulunan ülkemizde depremi normal bir olaymış gibi kabullenip ona karşı önlemler almaya ve onunla birlikte yaşamayı öğrenmeye çalışmakta isek, benzer şekilde yarı kurak bir iklim kuşağında da bulunan ülkemizde kuraklığı da olağan bir meteorolojik olay ve doğal bir afet olarak kabul ederek gereklerini yapmalıyız. Neden meteorolojik kuraklık yaşıyoruz? "Iklimler değişti, Türkiye yeşile hasret kaldı, Arabistan çölünden kum gelmedi" diye mi Türkiye'de kuraklık var? Bir sonraki yazıda bunları inceleyeceğiz. kadioglu@itu.edu.tr 729/19 Kuraklık Kıranı (i) JefcH J kalan dogu kesımınde ıse cıddi buyuk bir depremin olmadıgı gorulmektedir. Bu durum, fayın orta kesimınde 19391967 olan deprem serisinin hemen peşınden 1999 yılında iki büyük depremin olmasıyla, fayın doğu ucunda yanı en son 1784 depreminin oldugu fay parçasırun çok daha yuksek bır deprem riski taşıdıgını göstermektedir Kısaca, hem tarihsel hem de aletsel dönemde olmuş hasaryapıcı depremlerin yerzaman dagıhınlan, Kuzey Anadolu Fay Sistemi'nin doguya ya da batıya goçmesi gibi basit bir davranış sergılemedigini açıkça göstermektedir. Bu davranış şekli, Kuzey Anadolu Fay Sistemi'nin Marmara Denizi kesıminde de benzer şekılde olmaktadır. Örnegin Marmara Denizi ıçerısınde 1509 yümda 1939 Erzincan depremıne benzer buyuklukte bir deprem (M=8?) meydana gelmiş ve fayın yaklaşık 400 küomerrelik bir bolumu yırtılmıştır. 1509 depreminden sonra izleyen donemde, 1719, 1754, 1766a ve 1766b, 1878 ve 1894 yülarında Marmara Denizi içerisinde 1509 depremine karşılık gelebilecek 5 büyük deprem meydana gelmıştir. Bu durum, Marmara Denizi ıçerısinde de faylar bazen 1509 gibi tek bir depremle yırtılırken, bazen de ayru fay uzunlugu çok parçalı şekilde 5 depremle de yırtümaktadır Bu sonuç, fayın her zaman basit bır davranış gostermediginin en büyük kanıtını oluşturmaktadır. Böylece, depremler arasında muntazam bir tekrarlanma periyodundan sozetmek mumkun olmamaktadır. Marmara Denizi dogusunda karada yapüan paleosismolojik çalışma sonuçlan da yüzey kırıgı oluşturabilecek buyuk depremlerin en az 200, en çok 770 ve ortalama 422 yü aralıklarla tekrarlandıgını göstermektedir. Ancak bu depremler arasında da duzenli bir tekrarlanma aralıgı bulunmamaktadır (Demirtaş 2000). 1509 gibi bir depremin yeniden oluşabilmesi için en az 600 yüdan daha fazla bir zamanın geçmesi gerekmektedir. Ancak izleyen dönemlerde fayın çok parçalı davranış gostermesi 1509 gibi bir depremm tekrarlanma periyodunu uzatabılmektedır Bu durumda Marmara Derazı ıçerısınde gelecek 30 yü içinde bir deprem olma olasüıgının % 67 oldugunu söylemek pek fazla mumkun olamamaktadır Marmara Denizi ıçerisinde ve yakm çevresinde 1509 depreminden sonra 1999 depremine kadar 7 buyuk depremin olması; fayın son 500 yü içerisinde çok parçalı davranış gösterdigını ve yeniden 1509 gibi bir deprem ve izleyen 7 buyuk depremden ibaret yeni bir deprem serisinin oluşabilmesi için en azından 600 yü gıbı bır suskunluk doneminin geçmesi gerektigı anlamındadır. Diger yandan Ege Bolgesi'nde yer alan faylar, Kuzey Anadolu Fay Sistemi'nden çok farkh davranışlar sergüemektedir. Bu nedenle Kuzey Anadolu Fay Sistemı üe Ege Bolgesi'nde olan depremler arasında dogrudan bir bağlanüdan söz edilemez Ege Bolgesi'nde birçok bloklann yer alması, bu bloklann faylarla sınırlanması ve bu faylar arasında yukselti ve çoküntü alanlannın bulunması, deprem davraruşlarını dogrudan etküemektedir. Ege Bölgesi'ndeki bu tür fay sistemleri nedeniyle, depremler ya bagımsız faylarda farkü zamanlarda (1970 Gediz, 1971 Burdur depremleri gibi) ya da komşu fay parçalannda tarihleri birbirine yakın bır çıft depremler (ornegin 1969 Alaşehır, 1969 Demirci, 1970 Gedız depremleri) şeklinde meydana gelmektedir (Şekil 3). Diger yandan 19001980 yülan arasında Ege bolgesinde 33 hasar yapıcı deprem; 19802000 yülan arasında sadece 1995 Dinar depremi meydana gelmıştir. Bu durum her yü Ege Bolgesi'nde üç hasaryapıcı depremin meydana geldigini göstermektedir. Bu açıdan son 20 yüdır son derece sakin bır dönem geçiren Ege bölgesi, yuksek deprem rıskı taşımaktadır. Daha da önemlisi, son 200300 yıldır çok suskun dönem yaşayan Dogu Anadolu Fay Sistemı, Kuzey Anadolu Fay Sistemı ve Ege Bolgesi'ne oranla çok daha yuksek deprem riski taşımaktadır. Dr. Ramazan Demirtaş Jeolop Muhendıslen Odası