02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

B İ L İ M KÜLTÜR Yazın, sanat ve toplum ilişkileri Vehbi Belgil Renkli pamuk Pamuk, kumaş yapımında çok kullanılıyor. Ama, beyazlığı yüzünden, kimi kumaşların boyanması gerekiyor. Bu da sanayide sorun yaratıyor. Kumaş fabrlkaları genellikle su kenarlarında kuruluyor. Boya maddelerinin akıp gitmesi için. Bu da kırmızı, mavi, yeşil dereler meydana getiriyor. Tabii, boyalar akarsudaki canlıları yok ediyor. Boyama da masraf gerektiriyor. Ama, Genbilim ortaya çıktıktan sonra yeni bir fikir de ortaya çıktı: Renkli pamuk fikri. Başka bir deyişle, hiç olmazsa kimi pamukları renkli yetiştlrme fikri. Boyama masrafları ve çevre kirliliği azalacak. Genbilim uygulamaları ile uğraşan sayısız firma var dünyada. Ikisi, Amerika'nın Agracetus ve Clagene adlı müesseseler. Bunlar çivit bitkisine (Indigofera tiinctoria) koyu mavi rengi veren gen'i pamuğa aşılayarak "mavl pamuk" üretecekler. Mavi pamuk "mavi jeans" adlı pantolonlarda ucuzluk sağlayacak. Beyaz pamuğu maviye boyama zahmetine ve tesislerine gerek kalmayacak. Bu arada, tarih bilginlerinden bir haber uçmuş: Güney Amerikalı Kızılderililer'den kalma renk renk pamuk dokumalar ne ile boyanıyordu? Sentetik boyalar, genbilim çalışmaları o zaman yoktu. O kumaşlarda yapılan incelemeler, boyalarının doğal olduğunu ortaya çıkardı. Demek, o zaman renkli pamuklar vardı. Kahve rengine çalan, kırmızıda soluk yeşile (tirşe rengi), hatta hakiye çalan renklerde pamuklar. Bunlar zamanla unutulmuş, beyaz pamuk kullanılır olmuş. Şimdi, gen aktarma yolu ile bir çok bitkilerin renk genlerine göre pamuklar yetiştirilmeye çalışılıyor. Nedir bunlar? 2.000 küsur bitki renk ham maddeleri var. Yapay boyaların bolluğu, ucuzluğu ve solmazlığı bu bitkileri unutturdu. Birinci Dünya Savaşı'nda Amerika Almanya ile savaşa tutuştu. Boyada o zamana kadar dünya birincisi Almanya sentetik boya ihracatını kesince Amerikalı sanayiciier, bitki boyalarına dönmüşlerdi. Evet, 2.000 küsur boya bitkisi var. Ancak bunların sadece 150 kadarı dünya ticaretinde büyük önem taşıyor. Bir iki örnek verelim: Brezilya'da yetişen kına (alkanna) kırmızı renk veriyor, kızılboya veya Brezilya ağacı (barvvood, brazilvvood), Şeyb otu cudbear, bakkam ağacı (logvvood), yalancı safran (safflovver), sappanvvood (Caesalpinia sappan), ve sandalvvood (sandal ağacı) gibi ağaçlardan da çıkıyor kırmızı boya. Sarı boya bitkileri: Annatto (Bixa Orellana), sumak, sarı boya ağacı (Chlorophora tinctoria), Hint zamkı, katalomba, gomagota (Garciinia Hanburyi Hook), kına (Henna), Osage orange (Maclura pomifera), mavi renk bitkileri: En başta çivit... Amerikan Arizona eyaletinin batısında 2.500 hektarlık bir yerde Sally Fox ve ona bağlı "Doğal Pamuk Renkleri" (Natural Cotton Calours) adlı şirket şimdi bununla uğraşıyor. Kırmızımsı, açık yeşil, kahve rengi pamuklar bunlar... Yıkandıkça renklerini daha da iyi koruyorlar... Hepsi iyi hoş da moda denen illete ne diyelim? Renkli pamuk, Fransa'nın güneyinde de deneniyor. Bir de biz denesek? Y azın ve sanatın her türü toplumun aynasıdır.Bunun açık ömeğini 1789 öncesi Fransız toplumunda görüyoruz. "lyi ama, bundan bize ne?" diyecekler bulunacak. Bizdeki "yenileşme" olayının Tanzimat'la Fransa'dan geldiğini düşünürsek böyle dememek gerekir. Yenilik yalnız gelmekle kalmadı, oradakı gelişmeleri de ana çizgileri ile izledi. Tanzimat'tan önce yazııiımıza, sanatımıza, düşüncemize model, Fars yazın ve sanatı idi. 1839'dan sonra Fransa modelimiz oldu. Ancak yazın ve sanat birer altyapı kurumudur. Bunları yaratan toplumdan ayrı düşünülemez. Bu nedenle, biz de Fransız toplumunun ihtilal öncesi durumunu Inceleyerek yazımıza başlayacağız. 1789 Ihtilali öncesinde Fransa başlıca üç sınıftan oluşmuş bir toplumdu: Rahipler, soylular ve halk. O zamanki Fransa'nın nüfusunu Fransız okul kitaplan 24 milyon olarak veriyor. Rahipler bunun 130.000'inl, soylular 400.000'ini oluşturuyordu. Tabii, saraylılar da bu sonunculara dahildi. Kısaca 500.000 kişi. Topraklar, şatolar bunlarındı. Pis Işleri halk yapıyordu. Buna göre her 47.000 Fransız köylüsü bu asalaklardan birini geçindiriyordu. Evet, 47.000 köylü, çoluğu, çocuğu, genci, ihtiyarı, kadını, erkeği ile bir asalağın hem geçimini, hem fingirdeme masraflannı karşılıyordu. Çok zengin Fransız toprakları üzerinde bu yüzden sefalet hüküm sürüyordu. Fakat bu 500.000 kişilik azınlık, ülke yazınına ve diline de damgasını vurmuştu. Roman ve piyes kahramanları prensler, krallar, kraliçeler ve öbür soylulardı. Sadece bunların serüvenleri izlenmeye değer sayılıyordu. Bir balıkçının, bir çiftçinin, bir ayakkabı satıcısının serüveninin ilginç yanı olabilir miydi. Soylu veya rahip, yapıtlarda sadece kendini görmek istiyordu. Yazarlar da ya soylulardan ya da onların korumasında yetişmişlerden çıkıyordu. Böyle kimseler rasgele sözcükleri kullanmazdı. Köylü dememek için dolambaçlı cümleler kullanılıyordu: "Karanlıkta, erkek çalışmalarla, tersliği alt eden ölümlülerden biri" cümlesindeki gibi. Köylü demekti bu... Soylular ve rahipler Fransız tarihini degil, eski Yunan ve Roma tarihlerini çok iyi biliyorlardı. İhtilal meclislerinde Solon, Lycurgue, Brutus, Sylla, Gracques adlan her gün kullanılan adlardandı. Bir ara devlet yönetimine çekidüzen vermek isteyen Napolyon, kurduğu devlet dairelerine Yunan ve Roma tarihlerindeki benzerlerinin adlarını takmıştı ve kimse yadırgamıyordu bunları. Fransız yazını, model diye, bu eski uygarlıkların kurallarını benimsemişti. Bir yapıtın ünlenmesi için bu kurallara göre yazılması gerekiyordu. Kısaca, Fransız yazını aristokratik bir yazın olmuştu. Fransız yazınının ikinci özelliği his ve hayale yer vermeyen, kuru mantığa seslenen bir yazın oluşu idi. Bunda halktan birinin bir ıstırabı, aşkı, doğa gözlemleri işlenmiyor; genel olarak aşk, doğa gözlemleri ele alınıyordu. Bu durum okurlan sıkmaya Rahipler ve soylular başlamıştı. Bir saray adamının, bir prensin, bir kraliçenin aşk serüvenleri kimi ilgilendirirdi? Tahtını kaptırmış bir kralın acısı kimi ilgilendirirdi? Ama zarar etme korkusu, malına alıcı bulamama korkusu, balığa çıkmış bir gencin dönmeme endişesi herkesi çeken bir konuydu. Kısaca, ihtilal öncesinin Aristokratlar yazını his, hayal, gönül işleıine seslenmeyen bir yazındı. İhtilal öncesi Fransız yazınının üçüncü bir özelliği ulusal olmayısrydı. Bu yazın binlerce yıl önceki kurallara göre yapıt veriyordu. Sahne eserleri bir günde bitirmelıydi vakalanrı: Sabahtan akşama kadar. Yapıtlar trajedi veya komedi olabilirdi. Trajedi için de komedi olamazdı. Işte, 1789 Ihtilali'nden önceki Fransız toplumu böyle bir toplum olduğundan yazını, sanatı da ona uygundu. açtı. Yazın sadece Fransa'da yoktu. Başka ülkelerin yazınlaı da ilginç olabiliyordu. Ancak, "Sanatın temeli eski Yunanistan ve ftoma'oVdüşüncesi bir süre daha tutundu. 1804'te Bonapart'ın bir heykelinin söz konusu olduğu zaman yontucular, "günün kıyafeti olan pantolon ve çizmelerie heykel yapılamayacağı" görüşünde birleştikleri için üstat sırtında Roma harmaniyesi, yanında bir Romalı general kılıcı ile canlandırıldı. Yiyiciler 500.000 kişi 24 milyon insana kendini nasıl besletir? Hadi besletti diyelim. Ama ülke nin dilini, kültürünü kendi zevklerine göre nasıl güder? Olmuş işte. Para onlarda, ceza yetkisi, hapishaneler hep o 500.000 kişinin elinde. Onların hoşuna gitmeyecek piyes seyircisiz, roman okuyucusuz, şiir alıcısız kalıyordu. Ama, bu arada teknoloji gelişiyor, ticaret erbabı krallardan da zengin hale geliyordu. Bu yeni zenginlerin politikaya ağırlıklarını koyması Fransa'yı ihtilal içinde tanınmazlaştırdı. Klasik edebiyatın yerini romantik edebiyat aldı. Artık, halktan insanların dertleri de yazında işlenmeye başlandı. Soylularia rahiplerin Fransız toplumu üzerindeki baskısı, bunların ülkeden sürülmesi, mallarına el konulması ile kalkınca tarih de yeni fikiriere göre yazılmaya başlandı. Fransa'da tarih, ihtilalden önce, tıpkı bizdeki gibi, olayların kuru ve renksiz anlatılması, sultanlann gündelik yaşamının bir tür tutanağı idi. Vak'anüvisler belgelere fazla itibar etmiyor, geçmişi bütün müesseseleri ile yaşatmaya, bunlan yorumlamaya özen göstermiyorlardı. Bu da değişti. İhtilal 10 yıl sürdü (17891799), fakat Fransa'yı oldukça değiştirdi. Bunda, 18. yüzyıl fikir adamlarının büyük rolü oldu: Voltaire, Rousseau, Diderot, Ansiklopedistler gibi... Bunlar çarpıklıkları gözler önüne sermiş, yani, zihinleri hazırlamışlardı. Bizde böyle bir ön hazırlık olmadı. Osmanlı aydını, Avrupa'da olup bitenleri haber şeklinde gazetelerden de ızleyememişti. Bu yüzden, Avrupa'da olanlan sadece din açısından değerlendirecek şekilde yönlendirilmişti. Dışışlerı Bakanı Atıf Efendi, Muvazene'i Plitikiyye (Uluslararası Politika Dengesi) adlı raporunda olaylan şöyle sunuyordu: "...Volter ve Ruso adlı zındıklaria onlar gibi materyalistler hâşâ peygamberieri kötulemışler, bütün dinleri ortadan kaldtrmayı tasarlamışlar ve eşitliği şirin göstermeye çalışmışlardır..." Tarihçilik değişiyor a Fransızca da soyluların ipoteğinden kurtulmuş, yasak sözcükler bırakılmıştı. Eski Yunan ve Roma taklitçiliği dek alkmıştı. Voltaire'in tanıttığı Shakespeare iie eski maliye bakanlarından Necker'in tanıttığı Alman yazını Fransız okurunun gözünü Dilde değişiklik Bizde yazında yenilik Tanzimat'la başladı. Aslında Tanzimat yazınsal bir hareket değildi, siyasal bir hareketti. Fakat, aleyhinde olanlar o kadar çoktu ki 17 yıl sonra yinelendi, Islahat Fermanı adı altında. Reformlar uygulanamamıştı. Çünkü, bunlara karşı bütün kadrolar bütün güçleriyle yerınde idi. Bunlar ne reform yapabilı/or, ne de yapılmasına müsaade ediyorlardı. Yapılabilenler de etkin olamıyordu. Yazın reformu için bizde dil reformu gerekli idi. Bu olmayınca bir şey yapılamazdı. Dil reformu ise imparatorluğun kuruluşundan bu yana daha da kötüleşmişti. Dilin duzelmesi ıçın eski kafalıların ölmesi gerekiyoru. Bugün dilimız benliğine kavuştu bu sayede. Tanzimat 38313
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle