22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 Birdenbire canlanan deniz Ne güzelsin rakı beyazı ALİ ERDENUR Salgın döneminde Bostancı’da balıkçılarla söyleşiyorduk; dertliydi esnaf bir yanıyla, eve ekmek gitmiyordu, üstelik insanlar alışveriş etmekten kaçınıyorlardı. Çay söylediler, sağ olsunlar, yirmi yıldır dost olduğum biri anlatmaya başladı: “Abi deniz bereketli, insanlar elini eteğini çekince canlanmaya başladı. Şu gördüğün vapur iskelesine kadar geliyor yunuslar, neredeyse uzansan okşayacaksın, öyle güzeller ki”. Tam o vakit, Adalar tarafından bize doğru gelen bir aileyi gördük sanki, yunus ailesi. HHH İçeri gitti, buzluktan sandığı kaptı geldi: “Bak şunlara, deniz veriyor, eğer lokantalar açık olsaydı böylesi düşer miydi bize?” İri yağlı lüferleri, kofanaları gösterdi. “Buranın, oltacı balığı, üstelik fiyatı da makul!” Esnaf ekmeğini veren denize saygı istiyordu, belki geçmiş arsızlıklardan canları yandıydı, şimdi yeniden bereket geldi, diye düşünüyorlardı. HHH Derken konu siyasete geldi. Kürt Memet girdi konuya: “Abi, beni assalar da Demirtaş’tan vazgeçmem, ipe götürseler diyeceğim bu.” Öfkeliydi. Yıllardır o da burada balıkçıydı; “Halk değil miyiz biz, buranın çocuğu değil miyiz, elimizde ne kaldı?” diye isyan ediyordu. Fatih çekti tabureyi, aldı eline demli çayı, o da girdi konuya: “Biliyorsun abi biz atadan dededen Milli Görüşçüyüz, inan bana bunlar Erbakan Hoca’nın çocukları değil.” O da isyandaydı. Dedim ki: “Yahu sizin siyaset arkadaşlarınız iktidarda neden şikâyet ediyorsunuz?” Güldü: “Ben hiç oy vermedim onlara, hepimizi aynı sanıyorsunuz, biz gariplerin, yoksulların yanındayız, o kendine saray yaptı” dedi. HHH İskelede yorgun, kırgın, bir hayli düşünceli duruyordu vapurlar. Kim dediydi: “Boğazın gelinlik kızları” diye onlara. Bize ne kadar uzaktaydı Heybeli, Büyükada o an. Oysa deniz şenlenmiş, yunuslar sevinçle gülüyordu. Yaşam ne acayip, insan mucize! Aldım iki tane lüfer, Memet’in tarifine uydum; önce hafif yağladım, az tuz, tat verecek kadar limon ekledim, üzerine de kekiği serptim verdim ızgaraya, bir yandan çobansalata işini hallettim, rakımı da doldurdum, beyazladıkça bardakta içim açıldı. Sen ne güzelsin İstanbul! 14 HAZİRAN 2020 ORHUN ATMIŞ Plaj ziyaretleriniz için katlanır sandalyelerinizi de yanınıza almayı unutmayın. Yiyeceklerinizi soğuk tutan piknik çantası bana kalırsa elzem değil, ama içecekleri soğuk tutan mataralardan mutlaka edinmelisiniz. Gerisi sizin arzunuza göre çeşitlenebilir... K oronavirüs salgını sonrası tatil alışkanlıklarının da değişeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Uzmanlar da küçük ve kalabalık otellerin, tatil köylerinin veya uçakla ya da otobüsle yolculukların yerlerini alternatiflerine bırakmasını daha olası görüyor. Alternatif Sizler için ‘çadırcılığın’ püf noktalarını sıraladık Çadırda uyu, ler arasında yazlık müstakil ev kirala mesafeyi koru ma da var. Ancak kiraların da bu sezon her zamankinden daha fazla artış gösterdiği bir gerçek. Hem bu ekonomik darboğazda cebinizi fazla zorlamayacak hem de unutulmayacak bir dene yim yaşatacak bir tatil mümkün: Ça dır tatili. Başta da belirttiğimiz üzere, otobüs ve ya uçak yolculuğunun alınan tüm önlemle re karşın ürkütücü bir yanı var. Halihazırda yaz tatiline çıkacaksanız ve arabayla bir yer lere gitmek size daha cazip geliyorsa, baga jınıza bir de çadır atmayı düşünebilirsiniz. Çadır, sizin istediğiniz kadar “mobil” olma nızı sağlar. TRAKYA, EGE, AKDENIZ... Peki, nerelerde kamp yapabiliriz? Sadece İstanbul’a birkaç saat uzaklıkta onlarca “camping” noktası bulunuyor. İstanbul içinde Şile’deki Sahilköy bölgesi veya Kilyos gibi yerler çadır için ideal noktalar arasında. Trakya’ya doğru ilerlediğimizde Tekirdağ’daki Uçmakdere, Marmara Adası manzarası ve sıcacık, temiz deniziyle ilgi çekici bir yer. Kuzey’de ise Kırklareli’ne bağlı Kıyıköy ile Bulgaristan sınırındaki İğneada hali hazırda mutlaka görülmesi gereken yerler arasında. Ege Bölgesi’nde Çanakkale’den başlarsak eğer Assos, Altınoluk ve Ayvalık gibi yerler denizinin yanı sıra tarihi güzellikleriyle de ön plana çıkıyor. İzmir’e doğru ilerlediğimizde Dikili ve Bademli ilçelerinin deniziyle birlikte killi, bembeyaz plajları sizi büyüleyecektir. Eski Foça’yı anlatmaya ise gerek var mı, bilmiyorum. Taş evleri de akdenizfoklarını barındıran denizi de koruma altında. Siren kayalıkları ve Karataş gibi efsanelere sahip, deniz ticareti 3 bin yıl öncesine dayanıyor, kedileri bile meşhur. Kamp alanları oldukça revaçta, özellikle İngiliz Burnu bölgesi kampçılar için uygun. Akdeniz’e doğru indiğimizde ise sayısız kamp alanı mevcut. Muğla’da Azmakbaşı, Kabak Koyu, Ölüdeniz, Dalyan gibi saymakla bitmeyecek doğal güzellik bulunuyor. Antalya’ya doğru ilerlerken Fethiye sonrası Patara Plajı’yla Gelemiş Köyü, ardından Kalkan, sonrasında da yazın en çok rağbet gören yerlerinden Kaş, kamp yerleri açısından zengin. Bu yerlerin hepsi birbirine araçla en fazla 30 dakika uzaklıkta. Kaş’ta çadırınızı kurup günübirlik Patara’ya, Kalkan’a gidebilir ya da tam tersini uygulayabilirsiniz. Patara, Türkiye’nin en Muğla / Kabak Koyu Kırklareli/ /İğneada uzun plajıyla sosyal mesafenizi de koruyabileceğiniz yerlerden biri... Ayrıca bu bölge “Işık Ülkesi” Likya’nın antik kentlerine de ev sahipliği yapıyor. Arabayla 15 dakikada bir, bir antik kente uğrama şansınız var. Eğer Kaş yakınlarında kamp yapacaksanız, mutlaka Kekova’da tekne turu yapın... Antalya’yı geçtikten sonra Mersin’e, Anamur’a kadar gidip tarihi güzellikleri görebilirsiniz. Kaş / Patara HANGI MALZEMELER GEREKLİ? Başta da belirttiğimiz gibi, tüm bu güzergâhları izlemek çadır ve aracınızla hiç zor değil. Çadır size canınızın istediği noktadan başlama ve bunu sürdürme fırsatı veriyor. Çadırınızı günübirlik kurup ilerleyebilirsiniz. Çok zahmetli gelirse, bir iki gün aralıklarla kurarak, arabanızla yakınlardaki başka bir plaja giderek yaz tatilini geçirebilirsiniz. Çadır tatilinde otel rahatlığı elde edemeyeceğiniz bir gerçek. Ancak çadırınızı daha konforlu hale getirmek de sizin elinizde. İlk kez çadır alacaksanız, kaç kişiyseniz +1 kişilik çadır almanız daha iyi olabilir. Çadır masrafından kaçınmak isterseniz çoğu “camping” size günlük çadır kiralayabiliyor. Çadırın içine mat yerine şişme yatak ve yastık yerleştirmek de geceyi daha rahat geçirmenizi sağlayacaktır. Çadıra asılan bir fener geceleri için yeterli. Yer tasarrufu için katlanabilir, ucuz çantalar işinizi kolaylaştıracaktır. Bu salgın sürecinde iç içe geçen mutfak gereçlerini de tercih edebilirsiniz. Çoğu kamp yerinde mutfak, duş, tuvalet alanları bulunuyor. Ancak ağaçlara asılabilen duş aparatları da satın alabilirsiniz. Kişisel temizlik ürünlerinizi, kolonyanızı, dezenfektanınızı, sinek kovucularınızı ve ufak çantalarda satılan ilkyardım setinizi de bulundurmanız önemli. PLAJ IÇIN SANDALYE ŞART Plaj ziyaretleriniz için katlanır sandalyelerinizi de yanınıza almayı unutmayın. Yiyeceklerinizi soğuk tutan piknik çantası bana kalırsa elzem değil ama içecekleri soğuk tutan mataralardan mutlaka edinmelisiniz. Bunlar temel ihtiyaçlarınız için gerekli. Canınızın istediği şekilde çeşitlendirmeniz için onlarca kamp malzemesi bulunuyor, gerisi sizin hayal gücünüze kalıyor... Evlerinden çok sokaklarda olmayı seven onca yazar, evde kalmaya dayanamazdı Dante’yi eve kapatsalardı ne olurdu? E ve kapanmaların sonunda herkes gibi ben de “deliler gibi” attım kendimi sokaklara. Yani, öyle “çok özgür ruhum var”, “esarete gelemem” türü yüksek perdeden atacak değilim ama kendi isteğimle günlerce çıkmayıp keyif ala bileceğim ev zindana dönüştü gerçekten. Bir kere sinde koca bir dört günü yaşadık. Felaketti tek keli meyle. İşte o zaman “Aca ba büyük Dante’yi eve ka Bİ DÜNYA İNSAN patsalardı ne yapardı?” di ye sordum kendime. Jacob Burckhardt, Dante’nin çok ama çok iyi bir doğa yürüyüşçü sü olduğunu söyler. Uzak manzaraları görebilsin di MUSTAFA K. ye dağların tepelerine çı ERDEMOL kan biri olarak Dante için eve kapanmak ne kadar kötü olurdu kim bilir? Di derot ya da “öğleden sonra saat beş sularında, ha va durumu ne olursa olsun, PalaisRoyal’de gezin me alışkanlığım vardır” diyen bu büyük filozof üst üste dört gün dışarı çıkmamayı nasıl anlatırdı bize acaba? Königsberg’deki evinden çıkıp yaşadığı so kağı, bir saat boyunca, tam sekiz kez gidip gelerek dolaşan Immanuel Kant için de felaket olmaz mıy dı eve tıkılma? Bunu yaptığı uzun yürüyüşleriyle de ünlü Dani markalı filozof Søren Kierkegaard’a da sormak is terdim. Hatırı sayılır bir yürüyüş düşkünü olarak bi linir. Öğlenleri Kopenhag’da uzun uzun yürüdüğü nü söylerler. En iyi fikirlerin bu yürüyüşler sırasında aklına geldiğini söylermiş. Onları unutmasın diye de hemen evine döner, bastonu elinde, şapkası henüz kafasındayken alelacele yazarmış. Her evde kalamayan kendini dağa bayıra atıyor değil tabii. Kentte dolaşmaktan keyif alanlar da var. Sözünü ettiğim Kant, ömrü boyunca kentinden dışarı çıkmamış biridir örneğin. Dostoyevski de St.Petersburg düşkünüdür. “Sokaklarında dolaşmaktan keyif alırdı” denir. Çehov da orada doğmadığı halde tam bir Moskova tutkunudur. O da bu eski kentin sokaklarında kaybolmaktan keyif alırmış. ŞU STENDHAL KASABASI Henri Beyle adı, çok yakından bilmeyenler için pek bir şey ifade etmez. Beyle, bir Fransız yazar. Yaşamdaki tek eğlencesinin kırlarda dolaşmak olduğu söylenen Beyle, Almanya’da bulunduğu sıralarda bir kasabayı o kadar beğenir ki, dünyaca ünlü muhteşem kitabı Kırmızı ve Siyah’a yazar olarak gerçek adını değil, o küçük kasabanın adını koyar. Biz de yüzyıllardır onu (o kasabanın adıdır) Stendhal olarak biliriz. Şimdi evinde bir saniye duramayan bu doğa düşkünü yazarı eve nasıl kapatabilirler? Ya da Nerval’i. Hani şu İstanbul dahil dünyanın birçok kentini gezen, ömrünün son yıllarını da ülkesinde sokaklarda harcayan büyük Nerval. Zamanının en büyük gezginlerinden biriydi. Hiçbir gezisini önceden planlayarak gerçekleştirmezdi. Rastladığı ilk trene, gemiye atlayıp giderdi her nereye olursa. Yaşlandıkça, gezme tutkusu azaldıkça, Fransa ile sınırlı tutmuştur gezginliği Dante ni. Fransa’da yaptığı uzun gezilerden Sylvie adlı o çok güzel roman çıkmıştır ortaya. Bu başını alıp uzaklara gitmeler de her zaman iyi sonuçlanmıyor elbette. Rus düşünce tarihi içinde önemli bir yeri olan Vladimir Soloviyev (18531900), yaşamının bir bölümünü Londra’da geçirdi. Yaşadığı dönemin aydınlarının gezi tutkusuna kapılmış da olabilir ama adını duyduğu bir kabileyi incelemek gerekçesiyle Mısır’a gider. Londra’da giydiği günlük giysilerle olacak iş değildir bu. “Uzun siyah ceketini, uzun siyah şapkasını gören çöl Arapları kötü ruh sandıkları Soloviyev’i az daha öldüreceklerdi” denir. Sadece bu değil. Uzun yolculukların kimi sağlık sorunlarına yol açtığı da söylenmiştir. Stendhal Sendromu denen, çok da önemli olmayan, geçmişi 19. yüzyılın başlarına kadar uzanan bir rahatsızlık var örneğin. 1817’de uzunca bir İtalya yolculuğuna çıkan Stendhal’de de belirtileri görüldüğünden onun adıyla anılıyor yıllardır. Stendhal, Floransa’yı ziyaret ettiği bir sırada küçük bir mekânda çok sayıda sanat eseri görünce fenalaşır. Stendhal’i dışarı çıkarıp doktor çağırırlar. Gelen doktor daha önce birçok turistte de bu tip refleksler gözlediği için bu duruma Stendhal’in adını verir. Böylelikle tıp ile edebiyat arasında bir köprü de kurulmuş olur. PARIS GECELERI Descartes da zamanının büyük gezginlerindendi. Savaştan nefret ederdi ama gezilerinin çoğunu orduya katılarak gerçekleştirmiştir. Sadece kafa rahatlatmak için bu tür geziler yapıldığı söylenemez elbette. JeanClaude Carrière, Rétif de la Bretonne’den söz eder. Paris Geceleri adlı kitabını yazmak için Paris’te geceler boyunca yürümüştür Bretonne. Bu muhteşem kafaların ev hapsine alındığını düşünün. Ya “boğulup” giderlerdi ya da bilinmez, hiç ummadığımız yapıtlarıyla karşılaşırdık. Ama iyi ki dolaşmışlar, gezmişler. Hayata, dışarıya bu kadar açık olmasalardı gerçekten bildiğimiz insanlar olurlar mıydı acaba? Sokağın kıymetini bilmek lazım.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle