23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr K12 ırmızı yapraklar arasında sonbahara veda... Japonya’da ekim ayının en önemli olayı, Tokyo’nun yeni balık hali “Toyosu”nun açılışıydı. Japonların temel gıdası balık olduğu için medya günlerce bu konuyu işledi. Eski balık hali “Tsukiji”nin ise yıkımına başlandı bile. Tokyo’da keşfedilecek en ilginç yerlerden birisiydi Tsukiji; kapanması turizmcileri üzdü. Yüzlerce balık çeşidi ve deniz ürününün ayıklanıp paketlendiği tezgâhların arasında dolaşmak, hal binasının yanındaki çarşıda suşicilere gitmek büyük keyifti. Ama Tsukiji deyince akla ilk gelen Orkinos (ton balığı) mezatıdır. Her sabah 4 sularında başlayan bu mezat Tokyo’nun en önemli turistik olayı haline gelmişti. Mezatta, alıcıdan daha çok turist hazır bulunuyordu. Yeni balık hali Toyosu’da da turistler açık artırmayı izleyebilecek ama cam bölmelerin arkasından. Halbuki Tsukiji’de, özel rehberler eşliğinde açık artırma alanlarına girmek serbestti. Sıra sıra dizilmiş ve birazdan milyonlarca Yen’e (yüzbinlerce do lar) satılacak orkinosların arasında ge onların eseri olduğuna inanıyorlar. Koyo zinmek, balıkların yanında durup fotoğ dönemi geldiğinde Japon demiryolu şir raf çektirmek mümkündü. Dünya bası ketleri reklamlar verir, ülkede iç turizm nında bile haber olan açık artırmalar ya canlanır. Zamanı olanlar ormanlık böl şanmıştı. Rekor, 1 milyon 800 bin dola gelere birkaç günlük seyahatler yapar. ra satılan 200 kiloluk bir orkinosla kırıl Ama kentlerde kalanlar da doğanın bu mıştı. Bakalım turistler yeni balık haline şöleninden mahrum kalmaz çünkü akça Tsukiji kadar ilgi gösterecek mi? ağaçlarla dolu yeşil alanlar çoktur. Görsel şölen Meraklısı için küçük bir not düşelim, Kanada bayrağının üstündeki yaprak Sonbahar geldiğinde akçaa da kırmızı bir akçaağaç yapra ğaçlar, ilkbaharın sakuraları ğıdır. kadar ilgi görür Japonya’da. Bu yıl da gelenek bozulma Krizantem arması dı, insanlar akçaağaçları TAYFUN İŞBİLEN Tokyo üzerine yazıla seyretmek için parklara or cak çok şey var. Kentin ge manlara koştu. lişmişliği, metrosu, trenle Japonya’daki türlerine “Acer Japonica” ri, geceleri neon denizine dönen semt denilen akçaağaçların yaprakları sonba leri, paçinko denilen kumarhanele harla birlikte kıpkırmızı olur. Bazı akça ri, Asakusa ve Meiji tapınakları, kahra ağaçlar da pastel renklere bürünür. Ja man köpek Haçiko’nun heykeli... Ama ponlar sonbaharın bu renklerine “koyo” biz Tokyo’nun parklarında dolaşmaya de diyor. Bunun onlar için dini bir anlamı da vam edelim. Tam da kasımpatı çiçekleri var. “Kami” dedikleri tanrıların bu ağaç nin açtığı mevsimdeyiz. Kasımpatı çiçeği larda yaşadığına ve kırmızı yaprakların Japon İmparatorluğu’nun armasıdır. Bü tün devlet dairelerinde, yabancı temsilciliklerinde, Japon pasaport cüzdanlarının üstünde 16 taç yapraklı kasımpatı çiçeği arması vardır. Kasımpatının Batı dillerinde adı krizantemdir. Bazı ülkelerde Japon İmparatorluk makamından bahsederken “krizantem tahtı” ifadesi kullanılır. Japonya’nın krizantemlerinden bahsetmişken, Pierre Loti’yi unutmayalım. İstanbul’da yaşadığı aşkı “Aziyade” romanında anlatan Fransız yazar, Japonya’ya gitmiş ve burada bir Japonla evlenmiştir. Eşinin adı “Kiku” yani Krizantemdir. Loti bu evliliğini romanlaştıracak, kitabın adını da “Madam Krizantem” koyacaktır. Yeni yıla sayılı günler kala Tokyo ve Japonya büyük bir değişikliğe hazırlanıyor. 2019’un ilk aylarında İmparator Akihito, tahtı Prens Naruhito’ya devredecek. 2 bin 500 yıllık Japon imparatorluk tarihinde ilk defa bir imparator hayattayken görevi bırakıyor. Bırakma gerekçesi ise sağlık nedenleri. Japonları şimdiden bu taht değişikliğinin heyecanı sarmış durumda. tayfunis@hotmail.com Trudeau bir tüttürdü... Başbakan seçilme den evvel ve rilmiş bir sö zü vardı, se çildi, iki sene geçti üze Mahmut ŞENOL rinden ve sö zünü tutamadı; mahcup oldu. Fotoğ raflarından hatırlarsınız: Ofisindeki ma saya dayanıp ikide bir amuda kalkan, genç, yakışıklı, tabii öyle olunca dün ya kamuoyunda bütün kadınların dikka tini celbeden Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun seçim broşürlerinde yer al dığınca, 37 milyonluk Kanada’nın esrar marihuana kullanımı serbest olacaktı. Buna gerekçe olarak, Trudeau şöyle di yordu: “Zaten bilmem kaç bin kg. esrar Kanada’da gizlice tüketiliyor, gelin bu nu serbest bırakalım, üzerinden vergi de alırız, ayrıca modernite böyle buyuruyor; içelim güzelleşelim...” Trudeau’nun Ömer Hayyam okuyup okumadığını bilemeyiz; sormadık. Parlamento çıkışı kendisiy le karşılaşırsak sual edeceğiz; teferruatlı cevap alınca yazarız. Hayyam, “İç bâde sev güzel, var ise aklın şuurun/ dünya var imiş yok imiş ne umurun!” diyordu. Trudeau amu da kalkmadığı, sık sık selfi çekmediği, rengârenk çoraplarını pantolon paçala rından gösterip yeni bir modaya öncü lük etmediği zamanlarda hep bu esrar meselesiyle esrarengiz biçimde ilgiliydi; sonunda allem kallem etti parlamento dan yasayı geçirtti. Şimdi Kanada’da es rar kullanımı serbesttir... Tanıdığım Türk vatandaşı olan Kanadalı bir delikanlı var, çifte vatandaş; Manitoba eyaletinde güvenlik görevlisi. Orhan Ke mal rahmetlinin Bekçi Murtaza’sı neyse, işte o... Görev sorumluluğu olan şeye De ontoloji diyorsanız, bunu anlamak için gi din onu bulun, akademik makale bile ya zarsınız üzerine... Sıfır sapma oranıyla ka nunlara bağlıdır; zaten aşırı kilosu yüzün den polis olamayınca gitti, havalimanında üst baş arama memuru oldu. Diyor ki, bu KanadalıTürk delikanlı, “Madem serbest oldu, ben de denemezsem nâmerdim!” Trafik cezaları arttı Yasa açık seçiktir: Kanada’da 2018 yılının 17 Ekimi’nden bu yana serbesttir. Sigara paketi alır gibi gidip büfeden bulabilirsiniz. Polise laf etmek düşmez... Fakat serbestiyetin ardından trafik cezaları da yağmaya başladı: Esrar içip araç kullananlara alkol alanlardan daha fazla ceza kesiliyor. Halifax kentinden gelen habere göre, sadece bir gecede 200 civarında esrarkeş durdurulmuş ve beherine 650 dolar ceza kesilmiştir. Bir başka ilginç bilgi ise esrar serbest kalır kalmaz dükkânlarda raflar yağmalanmıştır; kelimenin mecazi anlamıyla... Bütün stoklar erimiş bulunuyor; zira hükümetin geri adım atabileceğinden korkan esrarkeşler, ne var ne yok, silip süpürmüştür. Tabii en önemlisi esrarmarihuana ile cinsellik arasında kuvvetli bağ kuran akademik çalışmaların da, sanki uzun zamandır bugünü bekliyormuş gibi, şıp diye ortaya çıkmasıdır. Kanada’nın TRT’si sayılabilecek CBC radyo kanalı ve tv istasyonları, son haftalardaki yayınlarında, “Eğer seks yaşamınız tatsız tutsuz gidiyorsa, afrodizyak amacıyla marihunayı tavsiye ederiz” diye özetlenecek haberlere başlamış, tartışmalar alıp gitmiştir. Diyeceğimiz o ki, Trudeau bir tüttürdü, ortalığı duman kapladı! senolasenola@gmail.com FENER’LE İŞBİRLİĞİ ÇIKARMASI Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko, Rus Ortodoks Kilisesi ve İstanbul Fener Rum Patrikhanesi arasında geçen ay patlak veren krizin ardından ilk kez İstanbul’u ziyaret etti. İlk durağı, Fener Rum Patrikhanesi oldu. Poroşenko ve Fener Rum Patriği Bartholomeos’un basına kapalı bir görüşme gerçekleştirdiği bildirilirken ikili daha sonra Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Moskova’daki Rus Ortodoks Kilisesi’nden ayrılma sı ve bağımsızlığına (otosefali) ilişkin devam eden süreçle ilgili işbirliği anlaşmasını imzaladı. Poroşenko, “tarihi” olarak nitelendirdiği anlaşmanın Ukrayna toplumu ve Ukrayna’daki barış ortamının tesisi adına büyük önem taşıdığını söylerken Bartholomeos ise kilisenin bağımsızlığına kavuşmasının Ukrayna’daki tüm Ortodoksların birliğini sağlayacağına inandığını dile getirdi. Patrikhane temaslarının ardından Poroşenko’nun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ikili görüşme gerçekleştirdiği bildirildi. Rusya’nın 2014’te Ukrayna toprağı Kırımı’ı ilhak etmesi ve Ukrayna’nın doğusundaki çatışmalar, iki ülkenin kiliseleri arasında da gerginliğe yol açmıştı. Fener Rum Patrikhanesi, Ukrayna Ortodoks Kilisesi’nin Rus Ortodoks Kilisesi’nden bağımsızlık elde etme talebini kabul etmişti. Bunun üzerine Rus Ortodoks Kilisesi, “bölücülükle” suçladığı Fener Rum Patrikhanesi ile ilişkileri tamamen kesme kararı almıştı. Berlin’in ‘naylon’ çocukları Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinin 28. yıldönümünde Ber rakıp Batı’ya geçti, açık kalacağına inanmı lin’deydim. 13 Ağustos 1961’de ku yorlardı. Büyük kaos rulan 155 kilometrelik duvar, 9 Ka yaşandığını hatırlıyo sım 1989’da yıkılmış, iki ülke de 3 rum, bir de ilk gelen Ekim 1990’da resmen birleşmiş. İlk kez gittiğim Berlin’de, en çok FİGEN ATALAY lere 100 Mark ‘hoş geldin parası’ verildi görmek istediğim yer duvardı. Alan ğini” dedi. dan kızımın kalacağı öğrenci yurduna gi Duvar yıkıldıktan sonra çok sayıda derken yanı başından geçtiğimiz üstü re Türk ailenin de yuvasının yıkıldığını an simlerle dolu mütevazi, hayalimde ne latan Leyla’nın o günlere dair söyledik dense çok yüksek canlandırdığım ama leri şöyle: “Batı’dan Doğu’ya günübirlik gerçekte hiç öyle olmayan duvarın, aş geçilebiliyordu. Doğu tarafına gidenler maya çalışırken yüzlerce insanın hayatı 25 Mark götürmek ve o parayı da ora nı kaybettiği Berlin Duvarı olduğunu an da harcamak zorundaydı. Macera ara lamam için birkaç dakika geçti! yan Türk erkekleri, yanlarında kot panto İşlerimizi bitirdikten sonra uzun yıllar lonlar ve naylon çoraplarla Doğu tarafı dır Berlin’de yaşayan arkadaşım Leyla na geçiyor ve orada kimi zaman tek ge ile duvara geri döndük. Bir yandan duva celik, kimi zaman daha uzun süreli ilişki rın bir Doğu, bir Batı tarafına geçip 28 yıl ler yaşıyordu. Özellikle naylon çorap çok öncesini hayal etmeye çalışırken bir yan talep görüyordu. O yüzden o ilişkilerden dan da Leyla’nın o yıllara ilişkin anlat doğan bebeklere ‘naylon çocuklar’ den tıklarını dinledim. Yıkıldıktan sonra bıra di. Duvar yıkıldıktan sonra bu ilişkiler or kılan bölümün üstünden pek çok başka taya çıktı. O kadınlar yanlarında Türk ba gençle birlikte merdiven ve ip yardımıy balardan doğan çocuklarla geldiler, ki la geçtiklerini, atlayan bir arkadaşlarının misi çocuğu babasının evine bıraktı gitti. ise yaralandığını anlatan Leyla, “Duva Boşanmalar oldu. Bir olayı hatırlıyorum. rın yıkıldığı gün insanlar herşeylerini bı Doğu Alman anne çocuğunu babaya bı Berlin Duvarı’ndan geride kalanlar... raktı gitti, adamın karısı da çocuğu, ‘bunun günahı ne?’ deyip büyüttü.” Hayalet istasyonlar Wieland Giebel’in yazdığı “History of Berlin’’ (Berlin’in tarihi) kitabındaki bilgilere göre, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılından Berlin duvarının yapıldığı 1961 yılına kadar her 6 Doğu Alman vatandaşından biri Batı’ya kaçtı. Çoğu da gençti. İlk zamanlar kaçış daha kolaydı ve çok kişi başardı. Örneğin Bernauer Sokağı’nda bir apartmanın kendisi Doğu’da, hemen önündeki kaldırım Batı’daydı. Bu apartmanda yaşayan bir aile, 17 Ağustos 1961’de zemin kat penceresinden birkaç parça eşyayla Batı’ya geçiverdi. Bu kaçışların süreceğini gören Doğu Almanya yönetiminin bir gecede kurduğu 155 kilometrelik, yaklaşık 3.5 metre yüksekliğindeki duvar, bir pazar sabahı sürprizi oldu. Duvarın inşasından sonra yüzlerce Doğu Alman kaçmaya çalışırken öldü. Kitaptaki pek çok ilginç bilgiden biri de U6 Metrosu’nun 13 Ağustos 1961’den 9 Kasım 1989’a kadar Doğu Berlin’deki hayalet istasyonlarda durmadan geçmesi! Doğu neredeydi? Berlin’de dolaşırken Doğu’da mıyım? Batı’da mı?... Hep bilmek istedim. Kimi zaman da “120 mağazalık Doğu Yakası Alışveriş Merkezi yakında açılıyor” gibi ilanlar bu soruyu sormama gerek bırakmadı! Wieland Giebel, kitabında bu konuya şöyle değinmiş: “Berlin duvarının yıkılmasından 30 yıl sonra duvarla ilgili pek bir şey kalmadı ve şehrin ölümcül bölünmesinin izleri nasıl hatırlanmalı? diye yeni bir tartışma başladı. Gençler Doğu nerede? Batı nerede? bilmiyor. Varlıklı ve şık Prenzlauer semti Batı’nın bir parçası mıydı? Neukölln ve Wedding’in yoksul varoşları Doğu’da değil miydi?” figenatalay@yahoo.com Pazar 4 Kasım 2018 Direnin fırıncılar! SÜLEYMAN TOSUNOĞLU Fransa’da başlayan “ekmek savaşı” her geçen gün daha da büyüyor. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un değiştirmiş olduğu yasa “boulanger”lerle (fırıncı) ekmek fabrikalarını bir birine düşürdü. Ülkenin çeşitli şehirlerinde fırıncılar kepenk indirerek yasaya tepki göstermeye başladı. Hal öyle ki eğer kriz çözülmez ise dünyaya nam salmış Fransız fırını ekmeklerinin yerini buzlu hamurdan yapılan endüstriyel ürünler alacak. Yeni yasa endüstriyel ekmek satış noktalarının çoğalmasının önünü açarken fırıncıların ayakta kalmasını ise oldukça zorlaştırdı. Bir önceki yasaya göre, fırıncılar haftanın belirli bir günü dinlenebilmek için diğer fırıncılarla dönüşümlü olarak dükkânlarını bir gün kapalı tutuyorlardı. Şimdi ise her gün açık olmak zorundalar. Mahkemeye taşınan ekmek savaşını fırıncıların kaybetmesi durumunda ayakta kalmaları oldukça zor olacağı yorumları yapılıyor. Fırıncıların ümidi Fırıncılar Federasyonu’nun yasanın iptali için açmış olduğu davadan lehlerine karar çıkmasında. Fransa’da kişi başı 120 gr. ekmek tüketiliyor, ülkede 33 bin fırın var. Buralarda çalışan kişi sayısı 160 bin. Yıllık ekmek cirosu ise 7 milyar Avro. Ülkede ekmek üretiminin yüzde 64’ünü “el işi” bildiğimiz fırınlar karşılıyor. Fabrikasyon üretim ise yüzde 24’lerde. Ekmek ihracatı ise yüzde 2 civarında. Bu da gösteriyor ki ekmek üzerinde başlayan rant savaşı daha da büyüyecek. ‘Kültür yok ediliyor’ Fırıncıların mücadelesini yakından dinlemek üzere soluğu yıllardır bu işe gönül, emek vermiş Daniel Beaumont’un yanında alıyorum. Fırıncılığın oldukça zor bir iş olduğunu anlatan Daniel, ekmek savaşını kaybetmelerinin sonucunda el emeği ile özenle yapılan ekmekleri artık yememizin oldukça zor olacağını ve dünyaca bilinen Fransız fırın kültürünün yavaş yavaş yok olacağına dikkat çekiyor. ABD’nin birçok şehrinde bile Fransız fırınlarının olduğuna işaret ederek “Biz Amerikalılara bile Fransız kültürünü yaşatırken kendi kültürümüzün yok edilmeye çalışılmasına anlam veremiyorum. Amerikalıları hamburger yemekten kurtarıyoruz ama maalesef kendi ülkemizde yok olacağız. Yeni çıkan bu yasa ile gençlerin de fırıncılık mesleğinden gittikçe uzaklaştığını görüyorum. Haftanın yedi günü açık kalmak oldukça zor ve yorucu. Ülke genelinde her geçen gün fırınlar kapanıyor ve ekmek kültürümüz yok oluyor” diye yakınıyor. 1789 yılının Ekim ayında Fransız Devrimi devam ederken Paris’te ve ülke genelinde ekmek kıtlığı yaşayanların feryatları Versailles Sarayı’na kadar uzanır. Saray önünde biriken yoksul kadınların ne istediğini yanındakilere soran Kraliçe Marie Antoinette, “ekmek” yanıtını alır. Bir çoğumuzun da bildiği üzere, kimi anlatıma göre Kraliçe’nin buna karşılığı ünlü “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” sözü olur. Bu ifadeleri kimin söylediği yıllardır tartışılsa da aradan geçen 229 yılın ardından yine bir ekim ayında başlayan “ekmek savaşı”nda bu sefer gözler Elysee Sarayı’nda. Şimdilerdeki espri, ister misiniz First Lady Brigitte Macron’a da sorulsun, yanıtı da “Taze ekmek yoksa buzlu hamur alın” olsun... Biz ise bu savaşta ekmek yerine pasta da, buzlu hamur da yememek için “direnin fırıncılar” diyoruz... tosunoglu.sul@gmail.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle