06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 EKİM 2014 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Türkiye Cumhuriyeti Nice 29 Ekim’lere... S enelerce 29 Ekim’lerde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu coşku içinde kutladık. Ne yazık ki bu coşku son senelerde önce kuşkuya, sonra da korkuya dönüştü. Herkesi Cumhuriyet elden mi gidiyor endişesi sardı. Kanaatimce, bugün artık had safhaya çıkan ve tehlike işaretleri vermeye başlayan sıkıntıların nedeni, Cumhuriyeti laik bir ulus devleti olarak kuran Atatürk’ün üzerinde özenle durduğu anlayış ve ilkelerden iktidar partisinin giderek artan ayrılma ve uzaklaşma niyet ve hevesleridir. Bunun yanlış ve umutsuz bir yol olduğunu anlamak ve anlatmak için 29 Ekim iyi bir fırsattır. T.C. Olmasaydı... Cumhuriyet’in 91’inci yılını kutladığımız bu günlerde AKP iktidarının Cumhuriyet’le hesaplaşması tüm hızıyla sürüyor: Bu hesaplaşma, son zamanlarda simgeler üzerine kaymış ve böylece iyice görünür olmuş, açığa çıkmıştır... İktidarın en önemli siyasal eylemlerinden biri, pek çok kurumun başındaki T.C. yani Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin kaldırılmasıdır... T.C.’nin kaldırılmasına ek olarak, Atatürk anıtlarına çelenk konmasının ve ulusal bayramlardaki törenlerin sınırlanması, kısıtlanması, bazı hallerde yasaklanması, hep bu çerçevedeki eylemlerdir. HHH Her ideolojinin, her devletin simgeleri vardır... Genellikle ideolojiler ve devletler arasındaki çekişmeler, kavgalar ve savaşlar bu simgeler üzerinden görünür hale gelir. Ülkemizde yaşanan “bayrak indirme”, “bayrak çekme” krizleri böyle siyasal çatışmaların ideolojik ve simgesel olarak dışavurumudur... “Türban” olayının uzun süre bir türlü aşılamamasının nedeni, kadının başını belli bir biçimde örtmesinin bireysel özgürlük olarak değil, siyasal bir simge olarak “siyasal İslamın” bir göstergesi niteliğiyle kullanılmasından kaynaklanmıştır. HHH En bilinen siyasal ve ideolojik simge bayraktır... Arkasından kurucu kahraman olarak lider portreleri gelir. Elbette bu simgeler, tarihten ve siyasetten süzülmüşlerdir... Genellikle tarihsel olaylardan, inançtan, etnik kökenden ve bağımsızlık savaşlarından kaynaklanan bazı değerlere dayanarak oluşturulmuşlardır. HHH Bizim çağdaş toplumumuzun, devletimizin üç simgesi vardır: Türkiye Cumhuriyeti’nin T.C. biçimindeki kısaltması, ay yıldızlı kırmızıbeyaz bayrağımız ve kurucu liderimiz Mustafa Kemal Atatürk. Bu üç simge bir anlamda, birbirine bağlı, birbirini oluşturan kavram ve varlıkları temsil eder. HHH T.C.’lere karşı tavır koyan zihniyete, çok basit sorular sorularak yaptıkları yanlışın, kendi bindikleri dalı kesmek olduğu açıklanabilir: Türkiye Cumhuriyeti olmasaydı siz şahsen nerede, ne iş yapıyor olurdunuz? T.C. olmasıydı, bu makamları rüyanızda bile görebilir miydiniz? T.C. olmasaydı, bu servetlere kavuşmayı hayal bile edebilir miydiniz? HHH Yazımı annemin şu sözüyle bitirmek istiyorum: “Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli!” ile hükme bağlarken makul ve gerçekçi tavırlar sergilemiştir. Ortadoğu’da gelişen olaylar, bu büyük devlet adamının bu bölge ile Türkiye’nin sınırlarının kaderlerini birbirinden ayırmakla ne denli haklı olduğunu göstermiştir. Atatürk, 29 Ekim 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken 1789 ve 1848 Fransız Devrimlerinin ürünü olan halkların özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği, laiklik ve ulusallık gibi kavramları devletin temeline yerleştirmiştir. Bilindiği üzere, bu ilkeler 19’uncu asırda Batı’dan başlayarak bütün Avrupa’yı etkisi altına almış ve 20’nci asrın başında da Balkan Harpleri ile Osmanlı topraklarına ulaşmış ve Balkanlar’da birçok ulus devletin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Osmanlı Devleti’ni yıkarak yerine yeni bir düzen getirmeyi amaç edinen Sevres girişiminde de Anadolu’da Osmanlı’ya bırakılan bir karış toprak yanında, Ermeni, Rum ve Kürt ulus devletlerinin kurulması öngörülmekteydi. Batılılar ulus devlet gerekçesi ile, Lozan’da da bu tutumlarında ısrar ettiler. Atatürk onlara Anadolu’nun din, dil, ırk, kültür mozaiğinde tek bir ulus bulunduğunu, bunun Türküm demekle mutlu olanların ulusu olduğunu anlattı. Türkiye Cumhuriyeti ulus devlet olarak böylece vücut buldu, 91 yıl bu şekilde yaşadı. Bugün ne mutlu Türküm demekte güçlük çekenlerin sıkıntılarını anlamak ve onlara en adilane ve insan haklarına uygun şekilde çareler bulmak herkesin temenni ve görevi olmalı Tek ulus İktidarın yanlış politikalardan derhal geri dönmek üzere her fırsattan yararlanması, ülkeyi savaşa sürükleyebilecek hareketlerden kaçınılması, işbirliği alanında kimden gelirse gelsin bize yapılacak önerilerin öncelikle bu açıdan değerlendirilmesi uygun olacaktır. Yanlış yoldan dönüldüğünde ulusumuzun kazanımları kadar hükümetin başarısından da söz edilebilecektir. Osmanlı hayallerinden Türkiye Cumhuriyeti gerçeklerine dönmek, politikamızı sağlam temellere oturtmak demektir. TANER BAYTOK dır. Sorunların çözümü, ayrım gözetmeden herkesi Türküm derken mutlu kılabilecek orta yolu bulabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin en kısa zamanda ve başka olayların karışımı ile iş çıkmaza girmeden halletmesi gereken en ciddi ve önemli sorunu budur. kün değildir. Kutsal topraklar sayılan Ortadoğu’da politikalar ve medeniyetler tarihin her döneminde dinler ve mezhepler çarpışmasının gölgesinde kalmıştır. Daha sonra petrol zenginliğinin cazibesine kapılarak bölgeye üşüşen büyük devletler de kendi çıkarlarına uygun çözümler ararken dini bir istismar aracı olarak kullanmaktan geri kalmamışlardır. Birinci Dünya Harbi sonunda SykesPicot Antlaşması ile ortaya çıkan bölge haritası büyük devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda cetvelle çizilmiştir. Şimdi yeniden, bu kez silahla çizilmektedir. Atatürk Lozan’da Türkiye’nin sınırlarını Batılılarla eşit şartlarda yürütülen itibarlı bir antlaşma Bu kez silahla Türkiye son on seneye kadar Atatürk’ün çizdiği yolda yürüyerek yönünü Batı’ya çevirdi. Avrupa’nın politik, ekonomik ve güvenlik entegrasyonunun saygıdeğer bir üyesi oldu. Sovyetler’in dağılışından sonra ABD, İslamiyeti hür dünyaya karşı en büyük tehdit ve tehlike olarak ilan etti. Bununla mücadele planının gereği olarak ortaya çıkan Afganistan’a Kadar Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ne Türkiye’yi eşbaşkan yapmak suretiyle onun bölgedeki gücünden yararlanmak istedi. AKP iktidarının bunu, “Yeni Osmanlı” emellerinin gerçekleşmesinin bir fırsatı olarak görerek üzerine atlaması, kanımca, Türkiye’nin bugün çektiği sıkıntıların temel noktası olmuştur. Nereye sürükleyeceği hesap edilmeden ABD’nin peşine takılarak uygulanan yanlış strateji ve politikalar Türkiye’yi sadece Batı’da değil, Ortadoğu’da da yalnızlığa iterken kaos ve karmaşanın kendi ülkesine de yayılması ve ateşin ortasında kalması sonucunu doğurmuştur. Keşke hatanın nerelere vardığını anlamak için politikanın iki terörist örgüt arasına sıkışıp kalmasına kadar beklenmeseydi. İktidarın yanlış politikalardan derhal geri dönmek üzere her fırsattan yararlanması, ülkeyi savaşa sürükleyebilecek hareketlerden kaçınılması, işbirliği alanında kimden gelirse gelsin bize yapılacak önerilerin öncelikle bu açıdan değerlendirilmesi uygun olacaktır. Yanlış yoldan dönüldüğünde ulusumuzun kazanımları kadar hükümetin başarısından da söz edilebilecektir. Osmanlı hayallerinden Türkiye Cumhuriyeti gerçeklerine dönmek, politikamızı sağlam temellere oturtmak demektir. En büyük tehdit Sonuç: Atatürk’ün Cumhuriyeti kurarken önem verdiği ikinci konu laiklik ilkesi olmuştur. Bu ilke maalesef son senelerde çok yara almış durumdadır. Osmanlı ümmetine duyulan hayranlık ve özlem devletin başındakilerin dillerinden düşmemektedir. Dış politika, kültür, eğitim, sanat, spor, hatta bilim adına yapılan akıl almaz beyan ve uygulamaları laiklik ilkesi ile bağdaştırmak müm Laiklik ilkesi Cumhuriyet Kavramı ERTUĞRUL KAZANCI Eğitimci Hukukçu 16 Mayıs 1789 tarihli Fransız İhtilali, monarşinin gücüne patlayan keskin bir yıkılış tokatıdır. O günden sonra cumhuriyet sistemi tüm dünyada benimsenmiş ve yayılmıştır. Tüm dünyada mevzilerini yitirdiğini gören meşruti ve mutlak monarşilerle feodal ve oligarşik yönetimler son saldırısını 19361939 yılları arasında İspanya’da düzenlemiştir. Dünyanın dört bucağından gelen cumhuriyetçiler İspanyol direnişine destek vermişlerdir. Çünkü cumhuriyet, ilerici ve toplumcu her aşamanın ilk açılımıdır. İçinde cumhuriyet olmayan bir devrim düşünülemez. Günümüzde cumhuriyet kavramı gerek ülkemizde ve gerek dünyanın her tarafında varlığını ve gücünü artırarak sürdürmektedir. kurulan devlet bu aşamalardan güç aldı. 19 Mayıs 1919, 23 Nisan 1920, 30 Ağustos 1922 ve 29 Ekim 1923 tarihleri, ulusal bayramları teşkil etti. Dünyayı işgal ederek sömürmek üzere her kıta parçasına el atanlar, ilk kez Anadolu’da gerilemişlerdir. Kurtuluş Savaşı, dünyanın tüm “mazlum” milletlerine örnek olmuştur. Lozan Antlaşması’yla hukuksal varlığını onaylatan bir ülke varlığı, dünyada onurla yer almıştır. 29 Ekim 1923 cumhurun, yani halkın yönetimi üstlenmesidir. Atatürk’ün deyişiyle: “En büyük bayramdır”. Egemenliğin kayıtsızkoşulsuz millete ait olması, Cumhuriyetimizin temel niteliğidir. Demokrasi de Cumhuriyet yönetiminin tamamlayıcı öğesidir. Her ülkenin, tarihsel geçmişiyle ilgili önemli günleri vardır. Hepsi de kendilerince önemlidir. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nde kutlanan bayramlar kadar isabetle kararlaştırılmış olanları saptamak da pek kolay değildir. Ulusal bayramlar ve özellikle Cumhuriyet Bayramı, ülke yaşamında en büyük coşkularla kutlanmalıdır. Çünkü başarı, azim ve sevinçlerin varlığını sergilemektedir. Cumhuriyetin 90. yılında kıvançlıyız. Gittikçe gelişen ve güçlenen bir ülkemiz vardır. Cumhuriyet’in bütün tarihi, halkımızın dirlik ve esenliği için toplumsal gayretlerle doludur. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak kıvançla doluyuz. Cumhuriyet Bayramı, hepimize kutlu olsun. Atatürk’te Cumhuriyet Düşüncesi Prof. Dr. METİN KALE “…Biz bu müesseseyi (Cumhuriyeti) hacılara, hocalara terk etmek için meydana getirmedik. (…) Cumhuriyet müessesesinin bir müstebit eline geçeceğini mezarımda bile duysam, millete karşı haykırmak isterim. (…) Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek, yegâne emelimdir” 23 Ağustos 1930 Yalova Sevr’de “Hasta Adam”ın kefeni bile hazırlanmıştı. İşte bu Anadolu yaylasında sultan ve halifenin iktidarı, Cumhuriyete dönüşecek ve büyük bir Aydınlanma Devrimi’ne ulaşacaktı. Atatürk, mücadeleye başlamadan önce bir karar almıştı: O da, milli egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğü ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başlanan karar, bu karar olmuştur. Atatürk ortaçağı temsil eden bir yapıdan, yeniçağa bir bütün olarak geçiş kararını verirken amacını “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna getirmektir. Devrimimizin temel ilkesi budur” sözleriyle ifade ediyordu. Tarih ve yurt bilinciyle aldığı sorumluluğun yükünü yalnızca kendisi taşıdı. Karizması sabır ve zekâ ile ikna gücünden beslenen Atatürk, Cumhuriyete olan inancını yurdun çeşitli yörelerinde halkla olan konuşmalarında hep dile getirdi. Gerçekleştirdiği Devrimi “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir” sözleriyle vurguluyor ve “Türk milletinin tabiat ve şiarına en uygun idare Cumhuriyet idaresidir” diyordu. Cumhuriyet rejiminin temelini oluşturan laikliğe verdiği önemi de 20 Aralık 1930’da Kırklareli’nde “…Cumhuriyetin temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok ıstırap çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır” sözleriyle vurguluyordu. Çok partili döneme geçişle başlayan, giderek artan ve son zamanlarda ivme kazanan ve rejimin temeli olan laiklik, başta eğitim olmak üzere diğer alanlarda da ayaklar altına alınarak çiğnendi. umhuriyetin tarihini seçerken bile Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Türk vatanı parçalanmış, istilaya uğramıştı. 30 Ekim 1918’den, İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar dört yıl geçmişti. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan edildi. İşte beş yıla sığdırılan bu büyük devrim, Türk milletinin yaşadığı koşullara duçar olmuş hiçbir milletin tarihinde yoktur. Mütareke koşullarına olan şiddetli itirazını ve o günkü azabını çok iyi bilen Fahrettin Altay’a Çankaya’da Atatürk şöyle der: “Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da bir milletin, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.” Bir an elini masanın üzerine vurarak: “Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…” Atatürk, Cumhuriyetin tarihini seçerken bile, dünyaya ve Türk ulusuna bir deha örneği daha göstermiş oluyordu. 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu Türk Ocağı’nda bir konuşma yapar ve “Ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz” diyordu. Ankara’da toplanan “Muallimler Birliği Kongresi”nde öğretmenlere 25 Ağustos 1925 günü adeta bir vasiyette bulunur: “Cumhuriyet sizden, fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister” diyen Atatürk, her şeye rağmen Türk’ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır. Büyük Türk Milleti ve Türk gençliği onun kıymetli emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni daima koruyacak ve onun eserlerini ebediyete kadar yaşatacaktır. C A 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan “Mondros” Mütarekesi Osmanlı’yı yenik devlet durumuna getirirken, “Sevr” Antlaşması da korkunç bir gelecek olarak onu izlemiştir. Sevr’in imzalanmasından önce toplanan Devlet Şurası’nın tek üyesi dışındakiler, Sevr’in koşullarını uygun görmüşlerdir. Topçu Generali Batumlu Ali Rıza Paşa, Sevr’e muhalefetle, onu reddederek onurla tarihe geçmiştir. 19 Mayıs 1919 günü Samsun’dan başlatılan bir direnç, Sevr Antlaşması’nı kaldırıp atmak amacına yönelikti. “Lozan” zaferiyle “kutsal isyan” başarıldı. İşte bu sonucun içinde öylesine aşamalar vardı ki, yeni tatürk’te Cumhuriyet ve devrim fikri bir gecede oluşmadı. Emperyalist Batı’nın dayattığı Sevr’i reddederek, onlara Lozan’ı kabul ettirdi ve ulusal ve çağdaş bir devlet kurdu. Adına “Cumhuriyet” dedi. Bu tarihi dönemeci ve başardığı bu devrimi 9 Mart 1935’te şöyle özetliyor: “Uçurum kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar, ondan sonra içeride ve dışarıda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni sosyete, yeni devlet ve bunları başarmak için aralıksız devrimler. İşte Türk genel devriminin en kısa tarifi.” Bu sözlerinden yıllar önce, bu devrimi 1907 yılında genç bir kurmay yüzbaşı iken Bulgar Türkoloğ’u Manolof’a müjdelemişti: “Düşündüklerim demagoji ürünü değildir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek Batı uygarlığına aktarılmalıyız. Latin kökenli bir alfabe seçilmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle Batılılara uymalıyız. Yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır.” Erzurum Kongresi günlerinde 7/8 Temmuz 1919’da Mazhar Müfit Bey’e “Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır” dediğini görüyoruz. Atatürk’ün dışındaki hemen herkes, gücü tamamen tükenmiş Osmanlı devletinin dünya devleri ile yeniden savaşa girmesini macera sayıyordu. Anadolu, Osmanlı’nın son günlerini yaşıyordu. Hatta
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle