03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 EKİM 2014 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Marşlarımız ve Şairimiz Dağlarca T MÜŞÜR KAYA CANPOLAT ürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 91. yıldönümünü kutladığımız bugünlerde İstiklal Marşımız ile Onuncu Yıl Marşı’nı coşku ile okumaya devam ediyoruz. Sonraki yıllarda ellinci ve yetmiş beşinci yıldönümlerinde yeni marş girişimleri olmuş, ancak ne İstiklal Marşımız ne de Onuncu Yıl Marşımız aşılabilmiştir. Yüzüncü yıldönümünde de yeni bir marşı hak edebilecek miyiz? Onuncu Yıl Marşı da Cumhuriyetimizin başlangıç döneminde, en yoksul günlerimizde yoktan var oluşumuzu, her alanda devrim sayılabilecek yenilikleri ve olağanüstü gelişmeleri, eğitimde, iktisadi alanda ve halkın demokrasiye sahip çıkmasında, engellerin aşılmasında ve laik anlayışa varılmasında, en coşkulu yıllarımızda ancak yazılabilecek bir dönemde yazılabilmiştir. Usta şairler, Faruk Nafiz ve Behçet Kemal tarafından ortaklaşa yazılan bu marşı yıllarca yaşlı genç, kadın erkek, öğrenci, öğretmen, asker, işçi, patron, çiftçi, düğünde, bayramda, mitinglerde, yürüyüşlerde herkes coşkuyla, hançeresini yırtarcasına söylemeye devam etmektedir. Bu marş da henüz aşılmış değildir. Dağlarca bu marşın sözlerini ve ritmini çok beğendiğini söylemişti. Elbette bu dönemde Kurtuluş Savaşı’nın muzaffer komutanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliği ödün vermeksizin devam etmekteydi. umhuriyetin 75. yıldönümü marşı C 75. yıldönümü için yeni bir marş yazılması önerisi Cumhuriyet gazetesinin yazarı ve yöneticisi değerli dostum İlhan Selçuk tarafından ortaya atılmıştı. Onun çok sevdiği büyük şairimiz Dağlarca’nın bu marşın sözlerini yazmasını istiyordu. Dağlarca’yı çok seviyor, onun şiirlerine yazılarında yer veriyor, Dağlarca’nın yeni şiirleri zaman zaman gazete sayfalarında yayımlanıyordu. Dağlarca’ya İlhan Selçuk’un bu isteğini ilettiğim zaman, bunun olanaksız olduğunu, İstiklal Marşı ile Onuncu Yıl Marşı’nı aşabilecek ve insanımızı coşturabilecek, bilimde, sanatta, eğitimde bir başarının söz konusu olmadığını, yurtta ve dünyada barışa kavuşulmadığını, giderek her alanda düşüşe geçildiğini, karşıdevrim sayılacak bir anlayışın egemen olmaya başladığını, örnek olarak, Halkevleri’nin, Köy Enstitüleri’nin kapatıldığını, yerine imam hatip okullarının ve Kuran kurslarının ikame edildiğini, ülkenin uluslararası ilişkilerde güvenilirliğini yitirmekte olduğunu, demokrasinin önşartı olan laiklikten uzaklaşıldığını, ekonomide açlık sınırının çok sayıda işçi ve köylü ailesini perişan ettiğini dile getirmişti. Cumhuriyetin temel ilkelerinden, bağımsızlık ve özgürlükten büyük ödünler verildiğini, barış yerine dış ve iç savaş tehlikesi ile karşı karşıya kalındığını, nerdeyse kardeşin kardeşi vurmaya doğru itildiğini, ülkenin bölünmenin eşiğine getirildiğini, bu şartlar altında bir marşın yazılamayacağını söylemişti. Cumhuriyetin 100. yıldönümü için yeni bir marş yazılabilecek mi? Dağlarca başka bir şiirinde durumu iki dize ile şöyle özetlemişti: Böyle giderse biline hep, Mustafa Kemal’le bile yokuz. Etnikçilik, Dincilik ve Popülizm Demokrasinin en önemli koşulu, başta ifade özgürlüğü ve muhalefet özgürlüğü olmak kaydıyla temel hak ve özgürlüklerin güvencede olması, kimseye etnik veya dini nedenlerle ayrımcılık yapılmamasıdır. Ne yazık ki, Türkiye’de Çok Partili Düzen’e geçildiğinden beri iktidara gelmiş olan bütün sağ partiler, çoğunluğun dini ve etnik kimliklerini bir baskı aracı olarak kullanmışlar... Başta ifade özgürlüğü olmak kaydıyla, muhalefet özgürlüğünü ve öteki temel hak ve özgürlükleri sınırlamış ve kısıtlamışlardır. Bu yozlaştırmada en büyük pay, yandaşlarınca “karizmatik” diye pohpohlanan “popülist” liderlerindir. HHH Türkiye’ye Çok Partili Düzen’i getirmiş olan CHP’nin bugünkü Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Bilkent Politik Düşünce Kulübü’nde öğrencilere yaptığı konuşmada, demokrasi açısından inanç özgürlüğü ve etnik köken sorunlarına şöyle değiniyor: “Türkiye son 1012 yılda müthiş bir kutuplaşmanın içine girdi. Etnik kimlik üzerinden, inanç üzerinden ve yaşam tarzı üzerinden toplum ayrıştırıldı ve toplum bölündü... Oysa çağdaş demokrasilerde, kaldı ki, bizim de yasalarımızda din üzerinden siyaset, etnik kimlik üzerinden siyaset yasaktır... Şimdi siyasi partilerimize bakıyoruz, etnik kimlik üzerinden siyaset yapıyorlar... Aynı şey din üzerinden yapılan siyasette de var... Bakın, 30 yıl Türkiye PKK terörüyle mücadele etti, 30 yıl. Hiçbir zaman bir KürtTürk kavgası çıkmadı. Ama ilk kez son olaylarda TürkKürt kavgası süreci oluşmaya başladı. Bu çok tehlikeli bir şey... Avrupa’da Hıristiyanlık sonrası mezhepler var. 100 yıl birbirlerini öldürmüşler. Aynı inanç, farklı mezhep, 100 yıl. Adı 100 yıl savaşları. O savaşların sonunda laiklik dediğimiz yapının oluştuğunu ve kurumlaştığını görüyoruz. Ya kardeşim senin inancın sana, benim inancım bana. Niye birbirimizi öldürüyoruz? Laiklik aslında inançların güvencesidir. Etnik kimlik üzerinden siyaset: Bakın, Hitler olayı ortada. İkinci Dünya Harbi: ‘Almanlar üstün ırktır’ iddiasından çıktı, milyonlarca insan hayatını kaybetti... Bu yanlışları düşünmek zorundayız. Siyasetçi olarak bunu sadece benim söylemem yetmiyor. Üniversite öğrencileri olarak sizin de söylemeniz gerekiyor. Sendikacıların söylemesi gerekiyor, sivil toplum kuruluşlarının söylemesi gerekiyor, akademisyenlerin, üniversite hocalarının söylemesi gerekiyor...” HHH Türkiye’de demokrasi, sözde “karizmatik” ama aslında “popülist” (Ali Sirmen’in deyişiyle “kerizmatik”) liderlerden çok çekti... Bize, bizim gibi normal vatandaş olan, demokrasiye inanan, normal vatandaş kimliğiyle liderlik yapan politikacılar gerekli!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle