03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 EKİM 2014 PAZAR CUMHURİYET [email protected] SAYFA KÜLTÜR 17 Acıları bizim acılarımız u Fuardaki sanatçıların işleri aslında bir bakıma ülkemiz insanlarıyla benzer acıları yaşayan, benzer zorluklardan geçen insanların hayatlarını gözler önüne seriyor. Londra’nın kalbindeki Somerset House’da ikincisi gerçekleşen “1:54 – Güncel Afrika Sanatları Fuarı”, Afrika’nın 54 ülkesinden 103 güncel sanatçının işlerini Avrupa, Afrika ve ABD’de etkinlik gösteren 27 galerinin temsilciğiyle bir araya getirdi. Konu ve tarz bakımından 2013’teki ilkine kıyasla bu yıl daha da zenginleşmiş olan fuarın kurucu direktörü Touria El Glaoui’ye fuarda yer alan galerileri nasıl seçtiklerini sorduğumda şu yanıtı aldım: “Tüm başvurular kendini bu işe adamış bir kurul tarafından değerlendiriliyor ve fuarda yer almak için başvuran galeriler çok titiz bir seçim sürecinden geçiriliyor. Çünkü hedefimiz uluslararası alanda etkin olan öncü galerileri ‘vitrine çıkarmak’. Önemsediğimiz ölçütler arasında ‘Kendi yerellikleri dışında herhangi bir atılımları var mı?’, ‘Karşılıklı paylaşım, eğitim ve sergileme konularına ağırlık vermek için temel bir mekân sunmaya çalışıyorlar mı’ gibi konular var.” Fuardaki sanatçıların işleri aslında bir bakıma ülkemiz insanlarıyla benzer acıları yaşayan, benzer zorluklardan geçen insanların hayatlarını gözler önüne seriyor. Örneğin, Nijerya’dan fuara katılan Art Twenty One galerisinin standında çalışmalarını Lagos’da sürdüren disiplinlera Güncel Afrika Sanatları Fuarı’na 54 ülkeden 103 sanatçı katıldı Kenya’da faaliyet gösteren ArtLab Africa galerisinin standında yer alıyor. Bu sene Dakar Bienali’ne katılmış olan, Londra’da yaşayan Kenya kökenli genç heykeltıraş ve enstalasyon sanatçısı Arlene Wandera’nın 2010 tarihli “Stool” (Tabure) adlı eseri. Üç bacaklı tahta tabureyi Londra’da bir ikinci el eşya dükkânında bulduğunu anlatan Wandera’nın yapıtı, çağdaş yaşamın baskılayıcı tüm yönlerine direnmeye çalışan bireyi ve boş bir anında tüm o ezici baskının üzerine yığılabileceğini konu ediniyor. Son Kayıp Bulunana Dek... Ya da ‘Beni Bul Anne!’ Dünden beri kulaklarımda onların çığlığı. “Beni bul anne!” diye haykırıyorlar! Beni de, beni de, beni de... “Seni özledim anne!..” Seni de, seni de, seni de... Onlar, kardeş, ağabey, baba, eş, sevgiliydiler. Çocuktular. Analarının babalarının, eşlerinin ya da çocuklarının biriciğiydiler. Eşsizdiler. Günün birinde... Kaybolmadılar. Zorla kaybedildiler. Derin devletin dönen çarkları arasında kaybedildiler. Her direneni ezmeye kararlı, insan öğüten dişliler arasında kaybedildiler... Karanlık çıkar ilişkilerinin çıkışı olmayan labirentlerinde... Emniyette, gözaltından ya da karakolda... JİTEM’de ve kontrgerillada... Hapislerde, zindanlarda ve de işkencede... Sokak ortasında, ormanların karanlığında ya da dağ başında kaybedildiler... Bir, üç, beş değil, yüzlerceydiler. Adları değişti, yaşları değişti; yazgıları, akıbetleri, faili meçhul olmayan katliamlarla yok edildikleri gerçeği değişmedi. Hitler döneminde Nazilerin yöntemiydi. Şili’de Allende’nin katlinden sonraki uygulamaydı. Arjantin’de Pinochet’nin muhaliflerine karşı sindirme hareketiydi insanları kaybetmek yani yok etmek... Türkiye Cumhuriyeti de bu pis tarihin bir parçası oldu. Almanya, Şili ve Arjantin, bu pis tarihle yüzleşti, hesap verdi. Türkiye Cumhuriyeti hayır. Ne bir yüzleşme, ne de hesap soranlara karşı bir saygı, bir yanıt verme çabası, bir empati, bir duygudaşlık... Ne de vicdan... Sadece onlar, sadece Cumartesi Anneleri kayıpların peşine düştü. Kaybedilen çocuklarını bulamayacaklarını bilseler bile; sevdiklerinin hayatından umudu kesmiş olsalar bile peşini bırakmadılar... Gerçeği öğrenmek için, çocuklarının kemiklerine, mezarına ulaşmak için, hesap sormak için, adalet aramak için, her cumartesi canlarını kanlarını ortaya koydular. Galatasaray’da, canlarının fotoğrafları ellerinde, ilk oturma eylemlerini yaptıklarında anımsıyorum yanlarında çocuklar da vardı. Yıl 1995’ti. Çok iyi anımsıyorum: Neden çocukları da getiriyorsunuz diye sorduğumda, bir Cumartesi Annesi’nin verdiği yanıt kanımı dondurmuştu: “Onun da kaybedilmemesi için”. Bir çocuğu kaybedilen, öteki çocuklarını da kaybetmekten korkuyordu... Sonra her cumartesi polis şiddeti, polis saldırısı. Coplar, gözaltılar... Cumartesi Anneleri direndi. Gözyaşlarını, acılarını ve umutlarını polis copuna kalkan kıldılar... Bugün o çocuklar büyüdü yetişkin delikanlılara, genç kızlara dönüştü. Sonra AKP dönemi. Tamam dediler. Biz kayıplarınızla sizi buluşturacağız dediler. Parti programımızda var dediler. Hesap soracağız dediler. Oysa sadece bir gölge oyununun acemi oyuncularından ibarettiler. Oynadıkları oyunun adı “Kandırmaca”ydı. Dün Galatasaray, İstiklal Caddesi tarihi bir gün yaşadı. Belki daha ilk günden Cumartesi Anneleri’nin sesine kulak verilseydi, bugünlere gelmezdik. Dün Türkiye Cumhuriyeti tüm kayıplarını bir kez daha hatırladı. Son kayıp bulunana dek mücadeleye devam etmezsek korkarım ki, insanlığımızı da kaybedeceğiz. Kulaklarımda “Beni bul anne!” çığlığı... Dilimin ucunda Nevzat Çelik’ten üç dize: “Annem yıldız kayıyor içinden dilek tut  Koşuyor sana kısa pantolonlu çocuk  Gözünde gözümde gözlerinde bin umut”.                   Fotoğraf: Jonathan Greet Image Öte yandan, Paris’te etkinlik gösteren Galerie Imane Farrès’de iki sanatçının çalışmaları dikkatimi çekiyor. Son yıllarda Afrika güncel sanatı denince hemen akla gelen, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden fotoğraf ve video sanatçısı Sammy Baloji’nin “Mémoire” (Hatıra) serisinden “İsimsiz #25” başlıklı fotoğraf kolajı Katanga bölgesinin geçmişten günümüze mimari ve endüstriyel kültürel mirasının değişimini konu alıyor. Baloji, arşivsel monogrom fotoğraflarla bölgede birinci elden çektiği fotoğrafları bir araya getirerek, zaman içerisinde toprakların nasıl ve neden değiştirildiğini sorguluyor. Galerici Raissa Khochmann’la sohbet ederken soruyorum: “Temsil ettiğiniz sanatçılardan herhangi birinin eserleri şimdiye kadar Türkiye’de yaşayan bir koleksiyonere satıldı mı?” “Aaa! Evet” diyor heyecanla ve standda çeşitli eserleri sergilenen Faslı soyut ressam ve heykeltıraş Younès Rahmoun’un işlerini parmağıyla gösteriyor. “Kim aldı?” diye soruyorum. İlk önce ne dediğini anlamıyorum, sonra bir kâğıt parçasına “Vehbi Koç Foundation” (Vehbi Koç Vakfı) yazınca jeton düşüyor. Nereden nereye, hiç aklınıza gelir miydi? [email protected] Kültürel mirasın çöküşü Sürpriz Türkiye bağlantısı ‘Ben Haberciyim’, Gérard Quenum Nijerya’dan iki örnek rası sanatçı, mimar ve iki romanı yayımlanmış Peju Alatise’nin iki yapıtı ilk kez bu fuarda sergileniyor. “Missing” (Kayıp) ve “Girl Interrupted” (2014) adlı heykel enstalasyonlarından ilki çocuk kaçırmalarına gönderme yapıyor, diğeri ise Nijerya’daki çocuk evlilikleri yasalarını eleştiriyor. Sanatçının aynı zamanda yönetmekte olduğu “Çocuk, Gelin Değil” kampanyasının bir uzantısı olarak kız çocuklarının koru Çocuk gelinler ma altına alınmasını ve genel anlamda insan haklarını işlediği eseri, hemen Türkiye’deki çocuk gelinleri çağrıştırıyor. Benzer bir konuyu başka bir formatta ele alan Beninli sanatçı Gérard Quenum’un “I am the Messenger” (Ben Haberciyim, 2012) başlıklı heykeli, doğduktan sonra öylesine bir kenara atılan, çöp muamelesi gören bebek ve çocukların acı öyküsünü ele alıyor. Çağdaş yaşamın baskısı Görülmeye değer bir diğer çalışma Daniel Colagrossi’nin ‘Çizgilerle Yemekler’ sergisi Notre Dame de Sion’da ‘Kerbela’ albümü Kalan Müzik’ten çıktı Kültür Servisi Sanatçı akademisyen kimlikleriyle AleviBektaşi inanç ve müziğine katkılar sağlayan Coşkun Karademir ile Emirhan Kartal’ın Kalan Müzik etiketiyle yayımladıkları 2. albüm çalışması olan “Kerbela” çıktı. İki CD olarak sunulan albümün birinci CD’sinde Kerbela üzerine söylenmiş mersiyeler ile İmam Hüseyin’e yazılmış örnekler yer alıyor. Bunun yanı sıra CD 2’de ise gazeteci Miyase İlknur’un kaleme aldığı ve oyuncu Mustafa Avkıran’ın da seslendirdiği Kerbela Olayı’nın anlatımı bulunuyor. Müzikal anlamda albümdeki deyişler ve mersiyeler, hem modern sazlar ile kurgulanmış bir düzenleme anlayışı ile hem de geleneksel yapının örnek ve özelliklerini göz ardı etmeyen bir bakış açısı ile tasarlanmış olarak dinleyicilerini müzik marketlerde beklemekte. Aşçı, ressam ve sergisi Kültür Servisi Mine Kırıkkanat’ın yazılarından tanıdığımız Daniel Colagrossi’nin 18. sergisi Notre Dame de Sion sergi salonunda açıldı. Türkiye’de daha önce bir fotoğraf, üç resim sergisi açan sanatçının teknik özelliği ise gerek tablolarını, gerek desenlerini renkli çini mürekkebiyle boyaması. Cumhuriyet Vakfı Başkanı ve gazetemizin imtiyaz sahibi Orhan Erinç’le birlikte birçok yazarımızın, sanat ve basın dünyasından önde gelen isimlerin buluştuğu sergi açılışı yoğun bir katılımla yapıldı. Notre Dame de Sion Lisesi’nin, Fransa’nın dünya çapında kutladığı “Lezzet Haftası” çerçevesinde düzenlediği sergide, Daniel Colagrossi’nin profesyonel aşçılık ile ressamlığını birleştiren yeni bir tarz ürettiği, mutfakta pişirdiği somut yemekleri çini mürekkebiyle hem soyut, hem de mizah içeren desenlere aktardığı görülüyor. Aşçılığı, fotoğrafçılığı, ressamlığı bir arada sürdüren çok yönlü sanatçının sergisi “Çizgilerle Yemekler” adını taşıyor. Bazı desenlerinde yemek tariflerini çini mürekkebi ile kâğıda geçiren Colagrossi’nin, yemeğin ana malzemesini de tariflere “illüstrasyon” olarak kullandığı görülüyor. Böylece yemek tarifi, bir tablo niteliği kazanıyor. Serginin başlığı her ne kadar “Çizgilerle Yemekler” olsa da sergide sanatçının değişik eserleri de yer alıyor. Bu çizimler arasında, “Bambular Arasında Suluçizi”, yine mutfakta kullanılan ürünlerin resmedildiği “Çizimler” ve Kül Kedisi masalından yola çıkarak yaptığı resim dizisi “Kendini Kandırma! Bal Kabağın Yandı, Kül Kedisi” öne çıkıyor. Sanatçının çini mürekkebiyle desen çizmeye ilgisi, Paris’teki Guimet Müzesi’nde Katsushika Hokusai’nin eserleriyle karşılaşınca başlamış. Colagrossi, Japonya’da Edo döneminde yaşamış bu büyük sanatçının yaptığı incelikli işlerin kendisine esin verdiğini belirtiyor. Sergi fikri ise Notre Dame de Sion Müdürü Yann de Lansalut’nün sanatçının daha önce yayımlanmış “Alafranga Türk Mutfağı” kitabındaki desenlerini görüp beğenmesiyle ortaya çıkmış. Son yıllarda önemli kültür etkinlikleri gerçekleştiren lise yönetimi, özenle hazırlandığı görülen sergideki tüm eserleri bir katalogda toplamış. Fastfood’un her köşebaşını tuttuğu günümüzde birbirinden leziz görünen tariflere eşlik eden ve bazıları mizahi yaklaşımıyla gülümseten “Çizgilerle Yemekler” sergisi, 30 Aralık’a kadar izlenebilecek. OYUN ATÖLYESİ’NDE ‘Dolu Düşün Boş Konuş’ Kültür Servisi Oyun Atölyesi’nin 1999 yılında açılış oyunu olan “Dolu Düşün Boş Konuş” 15 yıl sonra yeni kadrosu ile 31 Ekim’de prömiyer yapacak. “Dolu Düşün Boş Konuş”, sistemin tüm kıyıcı kuralları içinde, başkalarına karşı takındığımız değişken maskelerimiz ve bu maskelerin ardında, içimizi kemiren, didikleyen, çoğu zaman da bizi gülünç durumda bırakan kaygılarımızın karşıtlığı üzerine kurulu komik bir “trajedi”. Steven Berkoff’un yazdığı, Haluk Bilginer’in çevirisini yaptığı oyunu Muharrem Özcan yönetiyor. Oyun 31 Ekim Cuma 20.30, 1 Kasım Cumartesi 16.00 ve 20.30, 2 Kasım Pazar 16.00, 7 Kasım Cuma 20.30, 8 Kasım Cumartesi 16.00 ve 20.30, 9 Kasım Pazar 16.00’da sahnelenecek. www.oyunatolyesi.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle