15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 TEMMUZ 2013 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 aşbakan Erdoğan, Taksim B Gezi’deki polis şiddetinden kaçmak için Dolmabahçe’deki Bezmiâlem Valide Sultan Camii’ne sığınan gençlerin içki içtikleri iddiasını; var dediği görsel kanıtların yokluğuna rağmen, günlerce, haftalarca sürdürdü. Yetmedi, konuşlandıkları Gezi Parkı’nı kirlettiklerini, çimlere işediklerini falan da ileri sürdü. Oysa Türkiye, daha önce bu Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN kadar temizlik titizi insanı bir arada ve dünya, bu kadar kalabalık bir topluluğun, günlerce yaşadığı mekânı bunca temiz tuttuğunu hiç görmemişti. Bugün sorsanız, Başbakan’ın aynı iddialarda ısrar edeceği, kesine yakın bir olasılıktır. Ama Sayın Erdoğan, Taksim Gezi olaylarından bir yıl önce, tam olarak 2012 Nisan ayında da CHP’nin geçmiş iktidarında bir camiyi ahır yaptığını öne sürmüştü. Sonra anlaşıldı ki İzmir Seferhisar’daki Kendisini mümin muhafazakâr 642 yıllık bu tarihi cami, asla ahır Müslüman tanımlayan belli bir kesimi olarak kullanılmadığı gibi, göç çok öfkelendiren bir yazar olarak yüzünden metruk hale düşmüşken, biliyorum ki, gerekçeli eleştiriye yanıtı CHP’li Belediye Başkanı Tunç Soyer çabuk tükenen bir zevat türü, kafasının tarafından restore ettirilip, yeniden basmadığı yerde, çişini kakasını bağıra açılmış. bağıra söylediği çocukluk evresine HHH döner. Artık oturağa oturmadığı için Başbakan’ın on yıldır her vesileyle ilgili organların cinsel işlevini sayar, “onlar” diye ötekileştirdiği muhaliflerine haram olsa da kullanımını üstlenir, yönelttiği sanrısal iddialar, elbette ama ırzına geçeceği kişiyi önceden bu örneklerle sınırlı değil. Ne var ki (gayrımüslim) kokona ya da fahişe ruhani liderin sanrılar üretme yeteneği olarak tanımladığından, zaten günaha Taksim Gezi olaylarıyla tavan yaparken; da girmeyecektir! ruhaniye medyanın haram ve günah HHH odaklı hayalleri de gemi azıya aldı. Kelime dağarcıkları 500 kelimeyi İmam tayyare sesi çıkarır da cemaat geçmeyen, dolayısıyla düşünceleri uçmaz mı? de aynı sığlıkta bu kişilerin; cehalet, Sayın Erdoğan, direnişçi gençlerin aptallık, hırsızlık, katillik gibi ağır camide içki içtiklerini hayal ederken; suçlamaları asla hakaret malzemesi Diyanet fetvası cami köşelerinde yapmayıp, yalnız belden aşağı seviştiklerini kurguladı. Hatta bir organların cinsel işleviyle küfür etmesi Akit yazarı, “grup seks yapmış elbette ilginç. Ama açıklaması da derin olabileceklerini” vurguladı. bir incelemeyi gerektirmeyecek kadar basittir. Oysa ciddi olması gereken iktidar makamları ve basın organlarının, muhaliflerini günaha ve harama dayalı iftiralarla karalamalarını açıklamak kolay değildir. Bu makam ve organların önce nasıl böylesine rahat yalan söyleyebildiklerini merak ettim, ardından kendi attıkları iftiralara inanıp inanmadıklarını sorguladım, epeyce. Sonunda, şöyle düşündüm: Muhaliflerini uyduruk darbe suçlamaları, çakma kanıtlar ve düzmece davalarla yıllardır içeri tıkan, gazetecileri, yazarları işinden attıran, parasız eğitim isteyen öğrencileri terörist diye tutuklayanların; bazılarını da camide içki içtiler, seviştiler, çimlere işediler gibi iftiralarla karalamasında şaşılacak ne olabilir ki? HHH Bu yalanları söyleyenler, Adem’in bir avuç çamurdan, Havva’nın da Adem’in eğri kaburga kemiğinden yaratıldığını da söyleyenler. Bu yalanları söyleyenler, önünde deve semerinin art başı boyunda bir sütresi olmayan kimsenin namazını kadın, eşek, bir de kara köpek kateder, diyenler. Bu iftiraları yayanlar, zaten TV TV gezip, insanlarla cinler arasında kıyılan nikâhları falan anlatanlar. Bu iftiraları yayanlar, “Cehennem’in ekser ahalisini de kadınlar olarak gördüm...” diyen Gazali’yi dillerinden düşürmeyenler. Bu yalanlara inananlar da zaten aksırmayı Tanrı’dan bilip “Elhamdülillah”, esnemeyi Şeytan’dan bilip “Yerhamükellah”, diyenler. Doğdukları günden beri yalanla beslenenlerin, inandıkları yalanların üstüne yeni yalanlar uydurmasından ve uydurduklarına inanmasından başka ne beklenebilir? “Yarım bir gerçek, tam bir yalandır.” ANONİM BİLGE Doğurgan Yalan Nasıl Başlar Rüzgârların günleri nasıl başlar dağlarda da eserler kavaklarda da neleri taşırlar bu kadar gürültüde karışır hasretler gurbetlerle sonunda kalırlar büyük ovalarda sessizce denizlerin günleri nasıl başlar bebek gülüşlü köpükleriyle kızarlar mı dalgakıranlara sabahlarla beraber mi seçerler mavileri balıklar balıkçılar görmeyen gözlerinde sonsuz hülyalar insanların günleri nasıl başlar ekmek kavgaları sevdalar küçüklü büyüklü karınca şehirler sıra sıra ayrılıklar unuttum sanma en önemlisi ölümün hediyesi hiç bitmeyen umutlar. A.KADRİ ERGİN Gökçeada’daki Talana Kim ‘Dur!’ Diyecek? Üç gün önce köyümüz Bademli’nin küçük meydanında Rum komşularımdan Bayan S’ye rastladım. Gözleri kan çanağı, belli ki ağlamış… Nedenini sordum, söylemedi. Israr edince yanındaki ortak arkadaşımız anlattı; dondum kaldım. Birlikte komşumuzun adanın Kuzulimanı bölgesinde sit koruması altındaki bir tepede bulunan arazisine bakmaya gitmişler. Bayan S. görmüş ki arazi bilip tanıdığı arazi değil! Talancılar, altlarında iş makineleriyle araziye girmişler, onlarca ağacı kökleyip on binlerce yıldır orada olan, o doğanın ayrılmazı olan dev kayaları yerlerinden sökmüşler, parçalayıp götürmüşler. Bayan S. baba mirası toprağını o durumda görünce ağlamayıp da ne yapsın? Atalarının kök saldığı, doğup büyüdüğü adasında 1964’ü izleyen yıllarda tüm Rumlar gibi ailesinin de bin bir felaket yaşadığına tanık olmuş. Okulları kapatılmış, tarım arazileri, bağları, bahçeleri, damları ellerinden alınmış, hayvancılık yapmalarına sınır getirilmiş, yoksulluğa mahkum edilmişler, üzerlerine açık cezaevinin azılı hükümlüleri salınmış, göçe zorlanmışlar. Fakat onlar hâlâ Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları; Gökçeada onların anayurtları, ellerinde kala kala köylerinde başlarını sokacak mütevazı evleriyle sit alanlarındaki toprakları kalmış. HHH Arada bir gittikleri, ağaçların altında oturup çocukluk yıllarının mutlu anılarını yaşattıkları topraklar… Talancılar şimdi adalıların tapulu taşınmazları olan, sit alanlarında bulunan taşınmazlarına göz dikmişler; kimseden korkmadan, çekinmeden, üstelik gündüz gözüyle, altlarında koca iş makineleriyle soyguna çıkıyorlar. Bir traktör römorku taşın ederi 500 lira. Söktükleri kayaları parçalayıp taş olarak inşaat sahiplerine satıyorlar. 30 römork taş 15 bin lira; havadan para soyguncuların gözlerini karartmış. Gökçeada terk edilmiş, unutulmuş bir kara parçası değil. Çanakkale iline bağlı bir ilçe; valisi var, kaymakamı var, belediye başkanı var, savcısı, polisi, jandarması var. Soyguncular bu cesareti nereden alıyorlar? Bu korkusuzluklarının kaynağı nedir? Bu cesaretin, bu korkusuzluğun kaynağı eğer mağdurların Rum asıllı yurttaşlarımız olması, onların seslerini çıkaramayacaklarına ilişkin kör inanç ise durum daha da vahimdir. HHH Çanakkale Valisi Sayın Ahmet Çınar’a, Gökçeada Kaymakamı Sayın Kamuran Taşbilek’e, Gökçeada Belediye Başkanı Sayın Yücel Atalay’a, Gökçeada Cumhuriyet Savcılığı’na, İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne, İlçe Jandarma Komutanlığı’na sesleniyorum: Bu soyguna, bu talana, bu kanunsuzluklara “Dur!” deyin. Çevrecilere, doğaseverlere, Gökçeada âşıklarına sesleniyorum: Bu güzel adanın doğası yıkıma uğratılıyor, ağaçlar kökleniyor, florası yok ediliyor, tepeleri kelleştiriliyor. Bu yıkıma “Dur!” deyin. Sesinizi yükseltin. Unutmayalım ki, doğa söz konusu oldu mu sınırlı savunma yoktur, alan savunması vardır ve bu alan tüm Türkiye’dir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK G NOKTASI [email protected] Bir Dergi Bir Üniversite Alanı gereği tarafsız yayımcılığı önkoşul olan özel bir “tarih dergisi” ile yıllardır “özerk”liği savunan bir “devlet üniversitemiz”deki “Gezi Direnişi”ne bağlı tutumları kıyasladınız mı? Her ikisi de güvenilirlik ve saygınlıklarını “egemen siyasete bağımlı olmama” savından alıyor. Birinin, devlete değil özel sektöre ait olduğu için, “yandaş” olmaması en önemli erdemi; diğeri ise devlete ait olduğu halde, akıl ve bilimi yadsıyan anlayışa ödün vermemesi, en değerli özelliği... Peki, bu “ikisi de bağımsız kurum”da gözlenen farklı duruşlar? yakılmasından iki gün önce onları gördüğümde ‘ne kadar kendi halinde’ çocuklar demiş; bu çocukların Türkiye tarihindeki en geniş kapsamlı kendiliğinden hareketi başlatacaklarını hiç düşünmemiştim. Siyasi partilerden en marjinal örgüte, medyasından polisine, belediyesinden yargısına, sendikasından iş dünyasına bütün kurumları sallayacak bir etki yaratabilecekleri kimin aklına gelirdi?” Bu düşüncelerle hazırlanan derginin “özel sayı” niteliği taşıması bir yana, sunuştaki gerekçelere uygun yazı ve değerlendirmeleri; dahası Gezi Direnişi’ne göre tasarlanmış “kapağı”yla birlikte basılmasına rağmen ortadan kaybolması “vahim” değil mi? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaracı@gmail.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN Ve üniversitemiz Üniversitemizin mezuniyet törenlerinde, geleneksel cüppeleriyle yürüyen gençlerin taşıdıkları pankartlara ne kızan oldu, ne de biber gazı sıkılması emri veren.. İşte bazıları: Yayımlanmayan kapak. “Biz siyaset yapmayalım, sen de mimarlık”, “Bu stadyum Çok izlenen özel çok büyük, AVM yapalım!”, haber kanalının adını “Dış mihraklar biziz”, taşıyan derginin, Gezi “Faiz lobisinin gazına Direnişi’ni “tarihsel geldik”, “Aynı TOMA’da olay” nitelemesiyle 2 kere yıkanılmaz”, “8 “fevkalade nüsha” barlık basıncı deneyle konusu yapmasının nedeni öğrendik”, “Helikopteri editörün sunuşunda şöyle biber gazı atın diye mi özetlenmiş: “... Amacımız, yapıyoz la!”, “Einstan’ın/ ‘yaşarken yazılan tarih’i Freud’un saçının teliyim”, yaşandığı dönemde “Fışkiyenin önündeki yansıtmak.” belediyeyi kim soydu?” “Bu “Tarihe tanıklık etmek, yıl fahri doktora veremedik, gençlerden öğrenmek” ‘mediterranian’ demeyi başlıklı sunuşta, direnişi öğren, önlisans söz”, “Biz yaratan geçler için; “Hem bu bölümü prompter’dan cesur hem bilgeydiler. okumadık...” Hem bir, hem birliktiler. Şimdi soralım. Dergimizi Hem birbirlerinden farklı yöneten “devletten hem ortaktılar. Hem tek bağımsız”lar mı demokrat, başına hem kalabalıktılar” üniversitemizi yöneten denerek bakın neler “devlete bağımlı”lar mı? söylenmiş: İşte Gezi Direnişi’nin “Böyle olduklarını su yüzüne çıkardığı bir bilmiyorduk; belki “Türkiye gerçeği” daha... onlar da… Çadırlarının HARBİ SEMİH POROY SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Nevşe 1 hir ilinde bir 2 yeraltı kenti. 2/ Muğla’nın 3 bir ilçesi... 4 Şilte yüzü 5 ya da gömlek 6 yapmaya ya 7 rar pamuklu bir kumaş. 3/ 8 Türkiye’den 9 Yunanistan’a 1 2 3 4 5 6 7 8 9 göç eden Rum1 F İ L İ G R A N ların oluşturduğu 2 Ü R Ü N E P İ K müzik türü. 4/ Ekİ L İ mek parçası, lok 3 T O P İ K S A Y A N ma. 5/ İstenç yiti 4 Ü N A G mi... Telefon sözü. 5 V İ Z İ T E İ Y E L İ K 6/ Bir tür taze ve 6 V L İ F tuzsuz beyaz pey 7 E V R A T L E G A T O nir... Belli malze 8 T A meler kullanarak 9 N Ü R OMA N bir yiyeceğin hazırlanışını anlatan açıklama. 7/ Uzak... Argoda hamama verilen ad. 8/ Kadın sekreter... Eski dilde su. 9/ Kütahya’nın Simav ilçesinde bir kaplıca... Hatay ilinde bir ırmak. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ordu ilinde bir yayla. 2/ İngiltere’de çok sevilen bir cins bira... Yel, şimşek ve gök gürültüsüyle ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı. 3/ Eski savaş gemilerinin baş taraflarında bulunan topsuz lombar. 4/ Semih Kaplanoğlu’nun, 2010 Berlin Film Festivali’nde “Altın Ayı” ödülünü kazanan filmi... Fırında pişirilen bir tür tuzlu turta. 5/ Lenf düğümlerinin iltihaplanması... Baryum elementinin simgesi. 6/ Gaetano Donizetti’nin bir operası... Tanrıtanımaz. 7/ Sofralık bir siyah üzüm cinsi. 8/ İyi, hoş, güzel... Litvanya’nın para birimi. 9/ Söz söylemekten duyulan korku.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle