22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 EYLÜL 2012 PAZAR 14 PAZAR YAZILARI İsveç’i de kışkırttı IA 1970’lerde İsveç hükümetini kukla gibi oynattı. Amerikan hükümeti Raoul Wallenberg olayı ile ilgili olarak, yalancı tanıklarla İsveç’i kışkırtıp harekete geçmesini sağladı.” Yukarıdaki cümleler, yazar Ingrid Carlberg’in kaleme aldığı, Raoul Wallenberg’in 100. doğum yıldönümü vesilesiyle yayımlanan “Raoul Wallenberg Olayı” adlı kitaptan. Yazar August Strinberg’in ölümünün, Wallenberg’in de doğumunun 100. yılı olması nedeniyle bu yılın başından beri çeşitli etkinlikler ve yayımlar yapılıyor. Ingrid Carlberg’in kitabından hareketle, ölümünün üzerindeki sır perdesi hâlâ kaldırılamamış olan Wallenberg’in trajik yaşamına göz atalım. Budapeşte’de tutuklanarak götürüldüğü Sovyetler Birliği’nde nasıl öldüğü hâlâ bilinmiyor. Çeşitli söylentiler, değişik belgeler var. Bir belgeye göre 1947’de cezaevinde kalp krizinden öldü, bir başka belgeye göre 1957’de Amerikan ajanı olduğu için idam edildi. Budapeşte’de Savaş Mültecileri Kurulu’nun görevlisi olarak 100 bin dolayında Yahudiyi kurtaran Raoul Wallenberg’in yazgısını rastlantılar mı belirledi? Okuduklarımı özetleyeyim siz karar verin: Raoul zengin bir ailenin çocuğu olarak 1912’de Stockholm’de dünyaya geldi. Michigan Üniversitesi’nde mimarlık okudu. Dönünce mimarlık yerine ticarete atıldı. Macar ortağıyla Macaristan’dan gıda maddesi ithal ediyorlardı. 1944’e gelindiğinde, ABD Yahudi katliamını durdurabilmek, kalanları kurtarabilmek için Budapeşte’deki Mülteciler Kurulu’na tarafsız bir ülkeden birini göndermenin yollarını arıyordu. Stockholm’deki ABD temsilciliği ile Raoul’un şirketi aynı binadaydı. Amerikalı diplomat bu görevi ahbaplığı ilerlettiği Raoul Wallenberg’e önerdi. Raoul öneriyi kabul etti; ama İsveç adına görev yapacağı için dışişleri bakanlığının ikna edilmesi gerekiyordu. Washington öneriyi beğenmişti. Raoul Wallenberg ABD’de okumuş, Amerikayı seven biriydi. Macaristan’la iş yaptığı için de söz konusu göreve biçilmiş kaftan gibiydi. Washington, İsveç Dışişleri Bakanlığı’nı ikna etti. Raoul Wallenberg’in maaşı ve görev için gerekli maddi kaynak Washington tarafından karşılanacaktı. Her şey planlandığı gibi yürürlüğe sokuldu. STOCKHOLM Raoul 1944 yılının mayıs ayında Budapeşte’ye gitti. 350 kişilik bir ekip kurdu, evler kiraladı ve Yahudilere İsveç OSMAN İKİZ pasaportu vererek geçici olarak bu evlerde barınmalarını, sıraları geldikçe de beyaz otobüslerle Macaristan dışına çıkmalarını sağladı. Almanların Yahudi gettosunu yıkıp katliama hazırlandığını öğrenince Eichman’a rüşvet verip felaketi önledi. Sovyet ordusu 1945 yılının ocak ayında Budapeşte’ye girdiği sırada Raoul 100 bin dolayında Yahudiyi kurtarmıştı. 17 Ocak 1945’te Mareşal Radion Malinovsky, Wallenberg’i karargâha çağırdı. Raoul bürodan çıkarken arkadaşlarına “Malinovsky’nin yanına gidiyorum. Misafir olarak mı, mahkum olarak mı bilmiyorum” diye konuştu. Çekindiği bir şeyler olmalıydı. Bir daha geri dönmedi. Moskova’ya gönderildi. İsveç girişimde bulundu ama Moskova Wallenberg’in 17 Temmuz 1947’de hapishanede kalp krizinden öldüğünü bildirdi. Wallenberg’in akıbetiyle ABD de ilgilendi. Ingrid Carlberg’in kitabına göre CIA’ya 1950’lerde İsveç Dışişleri Bakanlığı’ndan gelişmelerle ilgili bilgiler sızdırılmaktaydı. Ancak bir süre sonra Wallenberg unutuldu. Taa ki Jimmy Carter’in başkan seçilmesine kadar. 1970’lerin sonuna doğru birden Raoul Wallenberg’i Lubyanka’da, Sibirya’da sürgün kampında gördüğünü söyleyen tanıklar çıkmaya başladı. Bu tanıklar Amerikan, İngiliz, Alman gazete ve televizyon kanallarına konuşmaya başlayınca Carter konuyu Amerikan dış politikasının en önemli sorunu haline getirdi. Amerikan baskısıyla İsveç de harekete geçti. Carter, Wallenber’i gündeme taşıyarak Sovyetler’i korku imparatorluğu olarak göstermeye başladı. Kampanya bir süre devam etti. Böylelikle Wallenberg olayı bütün dünya tarafından duyulmuş oldu. Ingrid Carlberg’in kitabından öğreniyoruz ki, Wallenberg’i Sovyetler’de gördüğünü söyleyen çift Carter’ın danışmanı Stuart Eizenstat tarafından ikna edilerek konuşturulmuş. Bir başka çiftin konuşmasını sağlayan da Nazi avcısı Simon Wiesenthal. Carter, CIA’nın marifetiyle amacına ulaştı; peki Wallenberg’e ne olmuş? Filler savaşmış, çimenler ezilmiş. Gerçeği bilen yok. osman.ikiz@tele2.se CIA “C Kanada lodosçusuna iş çıktı... T sunaminin Japonya’dan söküp aldığı, Pasifik Okyanusu’na fırlattığı ne varsa, geçen yılın bu doğal felaketi ardından yavaş yavaş Kanada’nın Batı sahillerinde görülmeye başladı. Şimdiye kadar Kanada kıyılarına vurmuş olanlar arasında, örneğin, bir adet HarleyDavidson motosiklet dahi çıkmış bulunduğunu duyanların lodosçuluk iştahı birden açılıverdi. Ülkenin batısını güneyinden kuzeyine kadar kaplayan British Columbiaİngiliz Kolombiyası’nda Japon malları beleşe kıyıya vurunca, çevredeki lodosçular da sahilleri dolduruverdi. Bilirsiniz, lodos rüzgârının Güney Marmara’dan taşıyıp kıyılara vurduğu moloz arasında işe yarar şeyleri toplamaya İstanbul argosunda lodosçuluk derler ya, işte Kanadalı da bu işe el attı. Pasifik kıyısında yaşayanlar, kırk yılda bir başa gelecek doğal afetin sonuçlarına bağlı lodosçuluk mesleğiyle böylece geçen aylarda tanışmış oldu. Ancak, Japonya’nın Fukuşima kentini yerle bir eden 2011 yılının Mart ayındaki o feci deprem ardı tsunamisine bağlı Kanada lodosculuğu bu kadarla kalmayacak görünüyordu. Zira şu ana kadar Kanada kıyılarına ulaşanlar devede kulak misaliydi, asıl büyük mal arkadan geliyordu. Zira hem NASA’nın Uzay İstasyonu’ndan gönderdiği görsellere federal hükümet çoktan hazırlıklara bakılırsa hem de Japonya’nın Okyanus’u girişmeye koyulmuştu. ABD’nin hem baştan sona tarayıp karadageride kalanlarla federal hem de çevreci kuruluşları da bunun kıyaslaması dikkate alınırsa, Pasifik’te halen ortadan kaldırılması için yardıma hazırdı. serseri mayın gibi yüzmekte olan moloz 25 Asıl ilginci ise Japon hükümetinin, özellikle milyon ton civarındaydı, maddi değeriyse Kanada olmak üzere tüm ülkelerden özür bilinemiyordu. Okyanus tabanına çöken dilemesi oldu. Ayrıca Japonya resmi sözcüsü moloz, enkaz ve artıkları kimsenin sahillere vuracak her tür atık malzemeyi hesaplayacak hali ise yoktu... 25 milyon ton toplayıp geri almaya hazır olduklarını civarındaki “Made in Japan” molozun açıkladı. Bu iş için tek kuruş talep Okyanus yüzeyinde bir araya gelmesi etmeyeceklerini de belirtti. Şu sıralarda halinde kaplayacağı alanın ABD’nin KanadaJaponya ve ABD sıkça Manhattan Adası büyüklüğünde bir araya geliyor ve molozun nasıl olabileceği de kestiriliyordu; VANCOUVER temizleneceğini görüşüyor. Allah’tan bunca çöp bir arada Anlaşılan şu ki, Japon tarafı durmuyordu, salına salına Kanada’da tek bir çöpünü dahi Kanada’ya yaklaşıyordu. Yoksa, bırakmamaya kararlı. Japonların mazallah hepsi bir arada olsa bu kararıysa Kanada tarafında tehlikenin haddi hesabı zaman zaman yanlış anlaşılmalara ölçülemeyecekti! Aksi gibi, okyanusun bu koordinatlarındaki MAHMUT ŞENOL neden oluyor. Yangın yerinin külünde savrulmuş mallarını deniz akıntıları ve atmosferik kaptırmamak telaşesindeki yangınzedeler koşullar da Manhattan büyüklüğünde gibi bir aculluk içinde görünen Japonlara, molozu istenmeyen misafir olarak İngiliz Kolombiyası’nın kıyı halkı, Kanada’nın kapısına dayıyordu... balıkçıları ve şu sıralarda hemen her yerden Manhattan’ı gözümüzde canlandırabilmek oraya taşınan evsizbarksız insanlar içerliyor. için 60 km. karelik bir toprak parçasını “Denizden babam çıksa yerim” diyen düşünmek yeterlidir; uzunluğu 22 km ve eni Karadenizli gibi, Kanadalı da “Buna 4 km kadar bir arazi parçası... 60 km karelik denizin bereketi denir. Kısmettir, bu çöp Kanada’ya vurunca bir çevre felaketi denizden balık da çıkar moloz da...” diyor. yaşanacağı kesin olduğundan, yerel ve Geçen aylarda, deniz yüzeyindeki moloz adalarına yaklaşmak isteyen Kanadalı balıkçı teknelerini hem Kanada hem de ABD sahil korumanın geri çevirdiği hatırlanırsa, denizden balık ve moloz toplamak ısrarının boyutu ortaya çıkacaktır. Bir otomobil yolculuğuyla İngiliz Kolombiyası taraflarına gidildiğinde kıyı boyunca tanığı olunan görüntüler arasında homelesslodosçuların çokluğu göze çarpıyor. Kıyı belediyelerince kurulan ve sayıları 20 bine ulaşmış gönüllü temizlik ekiplerindeki insanlardan önce davranan bu lodosçular, kısmetini bekleyen Galata köprü oltacısı gibi ısrarla orayı bırakmıyor, gözler ufukta sabit, dikilip duruyorlardı. Zira ulaşacağı duyurulan moloz arasında hayatlarını değiştirecek değerli bir şeye rastgelinmesi mümkündü... Kanadalı balıkçıların önümüzdeki birkaç yıl avlanma sahalarının molozdan temizlenene dek ekmeğini denizden kazanması zordu; bunun şakası yoktu. Ne var ki, bir kapı kapanınca ötekisi açılıveriyordu: İngilizcenin argosunda Beachcomber olarak bilinen bizdeki lodosçuluk, işte böylece, Kanadalı balıkçılara, hem de evsiz barksız, işsiz güçsüzlere ufak ufak ekmek yedirecekti. msenol34@yahoo.com Kurşun atan öğrendikleri yıllara rastlıyor. onbaharın sabah Evlerin gizli köşelerinde serinliği yerini güneşin babaları tarafından saklanan ısıtan esintisine silahları omuzlarına asan bırakmıştı. Caddeler boş, çocuklar eylülün ikinci hafta dükkânlar kapalı, otobüs sonu atış festivalinin yolunu durakları tenhaydı. tutuyor. Anne babalarının Balkondaki saksıya dalan gözü önünde her çocuk arının vızıltısı salonun içinde İsviçre ordusunun resmi savaş yankılanıyordu. Alışıldık bir silahı kabul edilen SIG SG hafta sonu sabahı daha başlıyordu. Kentin büründüğü 550 otomatik tüfekleri kullanıyor. Gençlerin atış sessizliği bozacak, hafta sonu gününde babalarından ödünç keyfini kaçıracak aldıkları sadece silah ve hareketlenme ise birazdan mermi değil aynı zamanda başlayacaktı. Önce birkaç el yüzlerce yıllık bir gelenek. silah sesi duyuldu. Ses Çocuklara silah uzaktan geliyordu. Belli ki sorumluluğunu öğretmek birileri hedefine aralıksız ateş amacıyla 1889 yılında ediyordu. Kulakları kutlanmaya başlanan tırmalayan ses, kenti bayramın geçmişi 16. yüzyıla çevreleyen tepelerde dek uzanıyor. 1991 yılına yankılanıp artan bir kadar sadece erkek çocukların yoğunlukta dar sokaklarda katıldığı bu festivale artık duyuldu. Bu sakin kentte o kızların da ilgisi büyük. Bu sabah bir şeyler yolunda yılki organizasyonda yaklaşık gitmiyordu. Yatağından indi, 5 bin çocuğun silah kullandığı sürünerek balkon kapısına açıklandı. İki gün süren ulaştı ve silah seslerinin festivalde en iyi dereceyi geldiği yöne baktı. Sesler yakalayanlara “Nişancılar kentin güneybatı Kralı” unvanı verildi. Erken mahallelerinden hatta daha yaşta gelen bu “şöhrete” ilerdeki yamaçlardan çocuklar fazlasıyla önem geliyordu. Silahlar bir süre veriyor. susar gibi oldu. Çatışma sona Halkın silah düşkünlüğü, erdi diye düşündü. yakın tarihinde Televizyonu açtı, savaş yaşamamış bir haber kanalları ZÜRİH ülkenin belki de en olağan akışını büyük sürdürüyordu. çelişkilerinden biri. Telefonuna Yılda ortalama 75 uzandığı anda milyon kurşun silah sesleri tüketilen bir ülkede tekrar duyuldu. REMZİ GÖKDAĞ silahla yaşanan olay Pencereden sayısı 300. Bunların caddeye korkuyla çoğu da intihar. Bu durum bakabildi. Her şey normal İsviçrelilerin yasalara olan görünüyordu. Kimsede panik saygısıyla açıklanabilir. havası yoktu. Arada bir Kuralların uygulanmak için yoğunluk azalsa da silah var olduğuna inanıyorlar. sesleri uzun bir süre dinmedi. Sistemi aldatmayı ya da Tarih 9 Eylül 2012, mekân kuralları çiğnemeyi Zürih... Sabah saatlerinde düşünmüyorlar. Bu ülkede başlayan silah sesleri gün kurşunların sadece birkaçı boyu sürdü. Ancak ortada ne hedefi şaşırıyor, genelde bir çatışma ne de silahlı atılan her kurşunun yolu insan saldırı vardı. Bizim gibi bedeninde değil hedef birkaç yabancı dışında herkes tahtasında son buluyor. neler olup bittiğinin Geçmişin alışkanlıklarını farkındaydı. Zürih’te günümüze taşıyabilmek her “Knabenschiessen” denen zaman kabul görmeyebilir. geleneksel atış festivali Çoğunluk silah sevgisini başlamıştı. Silahını kapan desteklese de bazıları bu sabahın erken saatlerinde duruma tepkili. Parlamento festival alanını doldurup silah kullanımını kısıtlamak tetiğe basmıştı. amacıyla defalarca girişimde Yüzyıllardır tekrarlanan bu bulundu. Özellikle sol partiler garip şenliğin ilginç bir bu konuda çok çalıştı. Fakat özelliği var. Atış yapanların burası İsviçre. Demokrasinin tamamı 1216 yaş arasındaki anlamı burada biraz farklı çocuklar. Kalem tutması algılanıyor. Yasaların gereken eller bu şenlikte değiştirilmesi konusunda son tetiğe uzanıyor. Yaşıtlarının sözü halk söylüyor. Onları ancak bilgisayar oyunlarında temsil eden seçilmişler halkın hayal edebileceği sahneler izni olmadan halk adına karar burada gerçek hayatta veremiyor. sergileniyor. İsviçre’de çocukların gerçek silahla remgok@gmail.com tanışması okuma yazmayı S çocuklar ‘Mareşal’a veda’ G eçen pazar Brüksel’de kent akademisyen Meryem Kanmaz’ın içi yolların ve caddelerin yönettiği bir şöyleşi ve ardından bir kralı yayalar ve resepsiyon ile Mareşal’e hem veda bisikletlilerdi. Başta Brüksel olmak etti hem vefasını sergiledi. üzere Belçika’nın çeşitli Söyleşide ilk kuşak Türklerin kentlerinde düzenlenen yaşadığı zorluklar ve gelinen nokta “Otomobilsiz gün”de bir dönemin tanıkları ile ele alındı. günlüğüne de olsa caddeler ve Konuşmacılar arasında bulunan, o yollar sadece kamu taşıma araçları, dönemde ve hâlâ binlerce Türkün yaya ve bisikletlilerin kullanımına ev doktoru olarak görev yapan ve sunuldu. Otobüs ve tramvayların da uzun saçlarından dolayı “Hippi ücretsiz olduğu güne havaların da Doktor” diye anılan doktor Ri De iyi olması nedeniyle yoğun ilgi Ridder ve diğer tanıklar söyleşide gösterildi. Trafiğin esir aldığı ve o döneme ait kendi deneyimlerini neredeyse işgal ettiği açık alanlar aktardılar. ve merkezi caddeler şenlik yerine Maurice Marechal, ilk kez 1968 çevrildi. Biz de ilk kez ailecek yılında turist olarak gittiği evimizden Brüksel kuzey Türkiye’ye daha sonra arkeoloji istasyonuna kadar yürüdük. eğitimi sırasında kazandığı bursla Kaykayı ile yolların hâkimi edası 1973 yılında tekrar gitmiş ve bir ile ilerleyen 4.5 yaşındaki oğlumuz yıl Türkiye’de kalarak Türkçe Emre, Brüksel’in keyfini öğrenmiş. 1974’te BRÜKSEL çıkardı. Aslında tüm gün ülkesine geri Brüksel’de kalıp döndükten sonra “otomobilsiz gün”ün tadını Gent şehrinde çıkarmak vardı ama Gent “misafir işçi” şehrinde çok önem olarak kalan verdiğimiz bir toplantı Türklerin gönüllü düzenleniyordu. Gent’e göç ERDİNÇ UTKU olarak sosyal eden Türklerin ilk sosyal tercümanlığını tercümanlarından, Türklerin yapmış, resmi “Mareşal” adıyla tanıdığı dairelerdeki işlerini onlarla Maurice Marechal emekli birlikte takip etmiş. Marechal oluyordu ve Gent Belediyesi ve daha sonra Gent Belediyesi Gent’te faaliyet gösteren Türk sivil bünyesinde kurulan Uyum toplum kuruluşları, Türklere Merkezi’nde çalışmaya başlamış. yaptığı hizmetlerden dolayı 38 yıllık meslek hayatı 2012 Maurice Marechal’a “veda günü” yılında yaş haddinden dolayı sona düzenlemişlerdi. Gent’te de eren Maurice Marechal, Belçikalı otomobilsiz gündü ve normalde 40 Türklere her konuda yardım etmiş. dakikada ulaştığımız Gent’teki Çocuklarına Türk isimleri verecek mekâna trenle neredeyse 2 saatte kadar Türk dostu olan Marechal, ancak gidebildik. “Mareşal’a özellikle birinci kuşak tarafından veda”ya biraz gecikerek de olsa çok seviliyor. Veda töreninde yetiştik. Marechal ile ilgili düşüncelerini Gent Turkish Lady Derneği, anlatan ve teşekkür eden Türkler arasında bulunan Gaziantepli Medine Köşker, Mareşal’e yazdığı Türkçe mektubunu okudu. Medine Köşker mektubunda Mareşal’e “4 kitap ve mezhep ayrımı yapmadan bizlere hep yardım ettin. Mevlana’nın dediği gibi hep ‘ne olursan ol yine gel yine gel’ dedin bizlere” dedi. Başka bir Türk’ün de Mevlana’nın mesnevisinden bir beyiti uyarlayarak Mareşal’e okuması, onu Mevlana’ya benzetmesi dikkat çekti. Maurice Marechal ise şunları söyledi: “Türklere hizmet etmekten şeref duyuyorum. Buradaki Türklerle akraba gibi olduk, emekliliğimde de onlara yardımcı olmaya devam edeceğim. Ben onlardan, onlar da benden ayrı kalamaz.” Gecede bir konuşma yapan Gent Belediye Başkanı Daniel Termont, 1970’li yıllarda Türklerin çok kötü koşullarda yaşamak zorunda kaldığını belirtirken “1977 yılında Gent Belediye Meclisi üyesiydim. Türklere karşı çok fazla ırkçılık vardı. Gent’te o zamanlar asimilasyona inanıyorduk, Maurice gibi insanların sayesinde entegrasyonun daha gerçekçi olduğunu gördük, yavaş yavaş hatalardan ders çıkarılarak daha doğru bir göç politikası izlendi. Gentli Türkleri uyuma örnek olarak gösteriyorum” diye konuştu. Veda töreninden sonra, akşam Gent’ten trenle Brüksel’e döndük. Otomobilsiz gün bitmiş, Brüksel’i yine trafik canavarları esir almıştı. erdincutku@binfikir.be C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle