23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 18 HAZ RAN 2011 CUMARTES 2 RESİM, geçen günkü Hürriyet’in Ankara ekinde çıkmıştı. Sekiz yaşında organ nakli ameliyatı geçirip sağlığına kavuşan Ali Uysal babasının kucağına oturmuş, gülüyor. Adının Burhanettin olduğunu sonradan öğrendiğimiz babanın yüzü ise son derece ciddi. Ama duyguların farklı oluşu babaoğul benzerliğini hiç bozmamış; ağız, burun tıpatıp aynı ikisinde de. Meğer Ali, çocuk bu ya, “çatpat” denen barut türü zehirli maddeyi ağzına atıp yutmuş, bir süre sonra da “hepatit” denen ölümcül hastalıktan yatağa düşmüş. Karaciğer yetmezliğinden Gazi Üniversitesi’nin Tıp Fakültesi Hastanesi’ne getirildiğinde “organ naklinden başka çare yok” demişler. Ama Sağlık Bakanlığı’nın “acil çağrı listesi”ne konduğu halde kan grubuna ve vücut ölçütlerine uygun hiç verici bulunamadığı için annesinin ya da da babasının ciğerinden parça kesmekten başka yol kalmamış, babanın isteğine uyularak gerekli testler yapılıp ameliyata geçilmiş. Hastanenin Organ Nakli Eşgüdümcüsü Emine Singin, “Birkaç gün içinde nakil yapılmasaydı OLAYLAR VE GÖRÜŞLER sayılırsınız. Zihninizi şöyle bir topladığınızda hemen fark edersiniz ki kalan eşin özverisi gitmeyi göze alanınkinden daha az sayılamaz. En doğrusu, bir çocuğu yaşatma sorumluluğu gibi bunun gerektirdiği özverinin de ortaklaşa paylaşılması gerektiğini düşünmek. Zaten, her anneler ya da babalar gününde bilin ki; eşlerden biri gitse bile kalan, hem anne hem baba olacaktır, ikisini kendi benliğinde birleştirerek... ile için böyle düşünülebiliyor da, özde nihayet onun gibi bir sosyal kurum olan Cumhuriyet devleti için neden öyle düşünülmez? Neden onu ayakta tutmaya yarayan ödevler ve özveriler söz konusu olunca insanlar birbirini yer? Cumhuriyeti çocuğumuz kadar benimseyip sevmediğimiz için mi? Birbirimize güvenmediğimizden, birimiz olmayınca öbürünün kendisine emanet edilene kötülük edeceğine inanışımız mıdır bizi kuşkuya düşüren? Oysa ciğerimizi isteyen de yok, şimdilik. Vah ‘Radyo Tiyatrosu’ Vah! Ülkü AYVAZ Baba Ciğeri hayatını kaybedecekti” diyor. Artık iyileşen Ali bir süre daha düzenli denetime çağrılacakmış. nsan, bu vesileyle bir kez daha görüyor ki ciğer de, ister ak ister kara olsun, yürek kadar vazgeçilmez bir organ. Tek çocuklu anneyle babaya “İkinizden birinin ciğerini keseceğiz” dendiğinde aralarındaki konuşmanın dramatikliğini zihninizde canlandırabiliyor musunuz? Gerçekçi veya duygusal nedenlerle tahmin edilmesi zor olmayan bir sonuç olarak babanın özverisini doğru bulsanız bile bir an için “keşke ortaklaşa bir çare bulunabilseydi” diye düşünmez misiniz? Ama böyle tereddüt geçirmekte haksız İ A RT radyo oyunu programlarının yeni yapımlarını ortadan kaldırmış! Sadece eski yapımları yayımlıyor artık. Bir tiyatro ve radyo tutkunu olarak ve 3 kez TRT ödülü kazanmış bir yazar olarak bu durumdan “esef” duyduğumu belirtmek isterim. Kararın mantığını eğer varsa öğrenmek yurttaşlık hakkıdır.. Radyo oyunları (Radyo tiyatrosu, Arkası Yarın, Çocuk Bahçesi) TRT kurumunun en az masrafla mikrofona getirdiği programdır. Yazara, yönetmene, oyunculara tam anlamıyla üç kuruş ödenir. TRT Müzik kanalı sadece bir örnek.. Müzik programlarının neredeyse tümü dış yapım. Bunca olanağa sahip bir T kurum neden dış yapıma para ödüyor?Yazık milletin parasına yazık! TRT dış yapımlara son sekiz yılda 423 milyon 870 bin TL ödemiş.(TBBM soru önergesine Genel Müdür yanıtı.) TRT televizyonu kendi radyosuyla haksız bir rekabet içinde. Radyosuna üvey torun gibi davranış içinde. Neden? Radyo dönemini doldurdu; dünya görselliktir, televizyon çağın iletişiminin ta kendisidir anlayışıyla “Bak, ne görüyorsan sana gösterilen neyse işte doğru odur anlayışıyla ideolojik bir tavır sergilediği “gözle görülür” gerçektir. Amaç ideoloji üretip kitleyi yönetip, yönlendirmektir. Arkası 8. Sayfada Aynı Yoldan Geçenler... Günde iki defa geçtiğim altgeçit... Dibine delik koymayı unutmuşlar... Su doldu... Muhterem karım “Sen de bundan böyle üstünden geç” diyor. “Altından geçmeliyim ki gazeteye gideceğim çünkü, üstünden geçersem Konya’ya giderim” dedim ona... Kadınlar her zaman bizden daha akıllı: “O zaman baktın su doluyor, kaçacaksın...” Altgeçidin altında olduğumda ve altgeçidin içi su dolmaya başladığında kaçmam gerektiğini tekrarlıyorum kendi kendime... Altgeçidin adı; 70 Gün Altgeçidi... Çünkü bizler o zaman “70 günde bitmez” dedik, hınzırlığına... Melih Gökçek, “70 günde bitireceğim” dedi... Bizler arada bir “Hani bitmedi, bitiremez” yazıları yazdık... Bitirdi... Deliğini unutmuşlar... Su doldu önceki gün... Hani leğen gibi diyelim... Başına toplandık Ankaralılar olarak, birbirimize fikirlerimizi söyledik, karşılıklı görüşlerimizi dile getirdik: “Delik olsa su gidecek”, “Boşalırsa su kalmaz” gibi... Ben de fikrimi söyledim: “Baktın su doluyor, kaçacaksın...” O sırada zaten dalgıç kafasını sudan çıkardı... Çünkü altgeçidimize su dolduğunda birçok araç suyun altında kalmıştı. Hadi hüzünlü ve acıklı ama gerçeği söyleyeyim: Dalgıç ceset aradı... Bir ara dalgıç gözüküp “Kimse yok müdürüm, herkes arabasını bırakıp gitmiş” deyince onu alkışladık. Ankara’da “uzay üssü” kurulacağı için AKP’ye oy veren her iki vatandaşımızdan birisini de gördüm orada, arabasını bırakıp kurbağalama yüzerek çıkmıştı altgeçitten... Benim de günde iki kez geçtiğim yoldan... Ona “Aynı yoldan geçmişiz biz” dedim... Yarın: Aynı Sudan İçmişiz Biz... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle