23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 MART 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 21 Cengiz Çekil’in 12 Eylül rejimine ironik bir yanıt misali tuttuğu ‘Günlük’ MoMA koleksiyonunda Günlüğü MoMA’da ‘yaşıyor’ EVR M ALTUĞ Yetti Be! Duyduk duymadık demeyin! Ahmet Şık’ın yayınlanmadan yok edilen, yayınevi, gazete, ev, eş dost bilgisayarlarının “harddisk” ya da belleklerinden silinen, kazınan “İmamın Ordusu” kitabının herhangi bir bölümü, birkaç sayfası ya da tümü, kimde varsa, lütfen, insanlık adına bir an önce bana yollasın! Kâğıda basılı ya da sanal ortamda olabilir. Okunduktan sonra kendini yok eden kâğıt ya da kendini silen mürekkeple yazılmış el yazımı da olsa kabulümdür, hiç fark etmez! Onları bunca korkutan nedir, bir an önce ÖĞRENMELİYİM. Hem mesleğim açısından hem de vatandaşlık gereği öğrenmeliyim, bilmeliyim. Basılmamış kitabın kimden geldiğini asla açıklamayacağıma; okur okumaz, elimdeki örneği çoğaltacağıma, yaygınlaştıracağıma, yurtiçinde ve yurtdışında her yana yollayacağıma SÖZ VERİYORUM. Savcılık, “Elinde kitap olanlar teslim etsin yoksa terör örgütüne yardım etmiş olursunuz” diye çağrı yaptı. Bilmez değilim. Okuduktan ve ancak her sayfasını ezberledikten ve ezberlettikten sonra (tiyatrocu dostlarım çoktur, yardımcı olacaklarını belirttiler…) ancak ondan sonra “teslim etmeyi” DÜŞÜNEBİLİRİM. (Pardon, düşünmek yasaktı!) Derhal TESLİM ya da ARZ EDERİM! “Örgüt üyesi sayılırsınız” tehdidine karşı diyeceğim şu: Oha yani! Ben en başta HeDeGeBeÖ olmak üzere sayısız örgüte üyeyim. HeDeGeBeÖ yani “Her Daim Genç Büyükanneler Örgütü…” Üstelik yedi torunla, bizim çetenin örgütte hatırı sayılır yeri ve ilişkileri var! Sayısız örgüt dedim… İTİRAF EDİYORUM: Yeni değil, 40 yıldır, bu mesleğe başladığımdan beri, aklımın yattığı, amacına ve yöntemlerine inandığım, vicdanımın “el ver” dediği, her örgütle ilişki içinde oldum… Onlara “yardım ve yataklık” ettim… Hatta kimilerini de ben kurdum! Duyduk duymadık demeyin: Şu anda da tüm gücümle YeBe Örgütü için kolları sıvamış durumdayım! YeBe yani “Yetti Be!” Kolları sıvadım: “İmamın Ordusu”nu bekliyorum! Geleceği varsa, göreceği de var!.. Güncel sanatın avangard imzalarından Cengiz Çekil’in 12 Eylül dönemindeki baskıcı rejime ironik bir yanıt misali, haftalar boyu tuttuğu “Günlük” (1976), ABD’nin New York kentindeki dünyaca ünlü ve saygın kültür kurumlarından Modern Sanatlar Müzesi (MoMA) koleksiyonuna alındı. Eser, 23 Mart’ta başlayan ve 19 Eylül’e kadar izlenebilecek “I Am Still Alive: Politics and Everyday Life in Contemporary Drawing / Hâlâ Yaşıyorum: Güncel Desende Politika ve Günlük Yaşam” adlı sergide izleyicilere sunuluyor. “Günlük”, sanatçının 12 Eylül döneminde gelişen baskıcı atmosfere bir refleks olarak, kaşelemek suretiyle tuttuğu “Bugün de yaşıyorum” ibareli sayfalardan oluşuyor. Çekil, bu eseri 1976 yılı Mayıs ayında, her gece yatmadan önce yatağının başucunda tutup bir defa kaşeleyerek üretmişti. Böylesi ilginç bir yapıt üreten Çekil’e MoMA’daki sergide, Danh Vo, On Kawara, Paul Chan, León Ferrari, (eserleri ve duruşuyla 12’nci “İsimsiz” İstanbul Bienali’ne de ilham kaynağı olan) Felix GonzalezTorres, Marine Hugonnier, Lee Lozano, Mangelos ve Robert Morris eşlik ediyor. Eserinizin MoMA koleksiyonuna alınarak sergilenmeye başlaması, sanat haritasının ekseninin giderek değiştiği günümüzde size ne ifade etti? Hiç de olmayabilirdi bu. Ben en azından, 34 yıl sonra da olsa bu işin bu anlamda değerlendirilerek kamuoyu ile buluşmasından büyük mutluluk duydum. MoMA, izleneni çok olan bir müze olması bakımından önemli. Sonuçtan memnunum. Sanatın ekseninin Doğu’ya kayıp kaymadığı konusunda benim için bir şey demek zor. Ancak buralarda da bir şeyler oluyor ve dünya bunu görmezlikten gelemiyor. Ortadoğu’yu tam olarak bilemiyorum ama İstanbul’un dünyanın ilgi merkezi olması, aslında beklenen bir şeydi ve bu bence gerçekleşti. “Günlük” işiniz avangardlığınızın bir tescili ve hediyesi olarak alınabilir mi? Ben Paris eğitiminden 1975’te döndüm ve döndükten sonra da bu işleri yapmaya devam ettim. Ancak bu meyanda işlerimi Türkiye’de zamanında sergileme fırsatım olamadı. Daha sonraki yıllarda, değişik sergilerde işlerimi sergilemeyi sürdürdüm. Bu iş, o bakımdan dikkate değer. MoMA’daki sergide bir iletişim aracı olarak sanat yapıtı öne çıkarılıyor. Bir hedef kitleniz olduğunu hiç varsaydınız mı? Bu işleri yaptığım sırada çok büyük kitlelere ulaşabilirliğimin mümkün olduğunu sanmıyordum. Ama sekiz, on gence ulaşabilirsem, belki onlar aracılığıyla çoğalabilirim diye düşünüyordum. Bu manada sizin işinizin bir galeride yer alması da yetmez, onun üzerine yazılacak, çizilecek, ilgilenilecek ki, ortaya koyduğunuz işin etkisi görülebilsin. O zaman bunları çok Koleksiyondaki Türk sanatçılar Sanat galericisi Yahşi Baraz’ın “Sanat Müzeleri” kitabından edindiğimiz bilgiye bakılırsa, Erol Akyavaş’ın “Kralların Zaferi” (1969) adlı eseri, vaktiyle Angeleski ailesince, Bedri Rahmi’nin 1962 tarihli “Zincir” adlı eseri Turgut Menemencioğlu tarafından MoMA’ya hediye edilmiş. Zühtü Müridoğlu’nun 1956 tarihli “Bilinmeyen Mahkum” adlı eseri de MoMA tarafından satın alınmış. İlhan Koman’ın 1957 tarihli “Ülkemin Güneşi” adlı eseri de mimar Philip Johnson fonu tarafından müzeye verilmiş. 1969’da müzenin koleksiyonuna katılan 11 Burhan Doğançay baskı resmi de MoMA’da bulunan diğer yapıtlar arasında. 2002 tarihli “Ruhuma Asla” adlı video yapıtı ile MoMA koleksiyonuna alınan bir önemli imza da Kutluğ Ataman. skere alınmadan önce ürettiği “Günlük”le “Bugün de yaşıyorum” diyen Cengiz Çekil, eserinin geldiği nokta için “Hiç de olmayabilirdi” derken asıl dileğinin eserin Türkiye’deki bir müzede kalması olduğunu dile getiriyor. fazla ciddiye aldığımı hatırlamıyorum. Yapmam gereken şeyleri yapıyordum o günün şartlarında. Ama etki alanımı geometrik bir çoğalma ile sekiz, on kişiyle, hocalığın da verdiği yakın çevre ile düşündüğümü anımsıyorum. Bu anlamda 1976 doğumlu “Günlük”, bugün nasıl bir evlat oldu size? Çok hayırlı bir evlat tabii. Daha önce de isteyenler oldu, ama kimseye vermedim. Gön A lümde yatan aslan, bu işin Türkiye’de bir müzede olmasıydı. İşlerimin müzelerde olması beni daha çok heyecanlandırıyor. Çünkü müze her şeye rağmen sanat eserlerinin izleyiciyle buluştuğu ortamlardan biri. Burada beni en çok heyecanlandıran şey, işin çağdaşlarıyla beraber olacak olması ve dünyanın her yerinden insanların bu işi görecek olması. Önde gelen caz davulcularından Billy Cobham’ın konseri Salon’daydı Füzyon cazla dünya yolculuğu ZÜLAL KALKANDELEN İstanbul son yıllarda festival dışında da sık sık caz efsanelerini ağırlıyor. Bunlardan biri de perşembe akşamı Salon’da füzyon cazın en önemli davulcularından Billy Cobham konseriydi. Ünlü davulcuya gitarda JeanMarie Ecay, basta Michael Mondesir, perküsyonda Junior Gill, tuşlular ve kemanda Christophe Cravero ve tuşlularda Camelia Ben Naceur eşlik ediyordu. Açılış parçası, “Fruit of the Loom” albümünden “Cat in the Hat”ti. Genellikle davulcular attıkları güçlü sololarla insanların aklında yer eder. Cobham da müthiş sololar atıyor; ama benim aklımda, onların yanı sıra, Cobham’ın yeri geldiğinde arka planda kalıp diğer enstrümanların öne çıkmasına izin veren, dengeli ve yönlendirici tarzı da kaldı. Cobham’ın farkı, sadece vuruşlarının gücünden değil, aynı zamanda son derece ritmik ve melodik çalışından da kaynaklanıyor. Billy Cobham, caz dünyasında “openhanded drumming” diye adlandırılan tarzın öncülüğünü yapan davulculardan birisi. Yani her iki elini de eşit şekilde geliştirdiği için, sol ayaktaki zil sistemini (hihat) ve trampeti, genel uygulamanın tersine, ellerini çaprazlama pozisyona getirmeden çalıyor. Bunun da vulcuyu yavaşlatabileceğini söyleyenler vardır. Oysa Cobham’da tersi söz konusu; gerektiğinde öyle hızlı ki, izlerken gözlerimiz ellerini seçemez oluyor. O akşam konserde güzel bir şov da yaptı. Her iki eliyle ikişer baget tutarak çaldı. 2007 albümü “Fruit of the Loom” ve geçen yıl çıkan “Palindrome”dan çaldığı parçalarla, konser boyunca bizi Brezilya’dan İsviçre’ye, Güney Amerika’dan Avrupa’ya dolaştırdı Cobham. Konserin sonunda hayatını puro sarıp içmekle geçiren Kübalı bir kadından esinlenen “Cancun Market”le Küba’ya kadar gittik. O parçayı çalarken müzisyenlerin hepsi gülümsüyordu. Müziğin gücü bu işte; iyi çalındığında hem müzisyeninin hem dinleyicinin yüreğine dokunur. www.zulalkalkandelen.com Dümbüllü ödülü Zafer Algöz’e Kültür Servisi 31. İsmail Dümbüllü Ödülü’ne bu yıl oyuncu Zafer Algöz değer görüldü. Önceki gün Müjdat Gezen Tiyatrosu’nda düzenlenen ödül töreninde Algöz, “Bu ödül hayatımda aldığım en değerli ödüldür” dedi. İlk kez 1980 yılında Müjdat Gezen öncülüğünde verilen ödülü, Münir Özkul son olarak da Fırat Tanış almıştı. Ödül, Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konservatuvarı öğretmenlerinin, öğrencilerinin sanat çevresindeki sanatseverlerin ve sanatçıların belirlediği oylarla verildi. Cengiz Özdemir / Madımak /Çimen Yapım Adına aldanıp bir türkü albümü olduğunu sanmayın; piyanist, besteci ve aranjör Cengiz Özdemir’in imzasını taşıyan “Madımak” adlı albüm, halis muhlis bir caz çalışması, hem de Doğu Batı sentezini basitçe yan yana getirenlerin çok uzağında bir caz çalışması. 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’nde yaşamını yitiren 36 aydının anısına gerçekleştirilen, 11 sözsüz parçanın yer aldığı albüm, çağdaş Batı müziği formlarını ve doğaçlamalarını, geleneksel havalarımızın melodileriyle kucak kucağa icra ediyor. Albümün lideri Özdemir, müzik camiasının en saygın düzenlemecilerinin başında yer alıyor; dinleyici onu Sezen Aksu’dan Ajda Pekkan’a kadar verdiği servisten, ayrıca “Habbecik” adlı caz topluluğundan iyi tanıyor. Ülkemizde bağlama için konçerto yazan ilk müzisyen olmasıyla da bilinen Özdemir, burada tamamı birbirinden değerli bir kadroyla çalışmış. Ekipte davulda Volkan Öktem, basta Eylem Pelit, saksofonda Çağdaş Oruç, bağlamada ise Erdal Erzincan var. İlk dikkat çeken kapak. Uzaktan yanmış bir bağlamayı andıran, yakından bir kibrit çöpü olduğu anlaşılan nesnenin gölgesi, Madımak’a gönderme yaparcasına “M” harfi oluyor. Diğer dikkat çeken şey ise, müziğin konsept ve icra açısından taşıdığı yüksek kalite. Albümde yüksek teknik sahibi bir icra, sıra dışı bir düzenleme ve özgün bir sentez anlayışı var. İki dünyanın da hakkını yemeyen sıkı bir iş “Madımak”. [email protected] R.E.M./ Collapse Into Now /Warner Bros. R.E.M. sözünü tuttu. Albüm çıkmadan önce röportajlarda, yeni çalışmalarının klasik R.E.M. soundunu yansıtacağını söylemişlerdi; dediklerini yaptılar. 2004’te çıkan “Around the Sun” albümünün başarısızlığından sonra, Michael Stipe, grup üyelerine “Bir tane daha kötü albüm yaparsak bu iş biter” demişti. Ardından 2008’de “Accelerate” yayımlandı. Politik sözleri ve ağırlıklı gitar sounduyla öncekine göre bir gelişmeyi gösteriyordu. Ancak R.E.M. gibi büyük bir grup için yetmezdi. Çare orta tempolu, yarı folkrock parçalarla baladları buluşturan klasik sounda dönmekti. Bu albümde yeni bir şey icat edilmemiş, bu yapılmış; ayrıca Patti Smith, Lenny Kaye, Eddie Veder ve Peaches gibi isimlerin albüme katkısı da sağlanmış. Sonuç olarak, daha canlı bir hava yakalanmış. Ancak beni en çok çeken parçalar “Oh My Heart”, “Everyday Is Your To Win”, “Walk It Back” ve “Me, Marlon Brando. Marlon Brando and I” gibi baladlar oldu. 2008’de Amerika’da Bush’un yarattığı savaş kâbusunun etkisiyle oldukça agresif sözler yazan Michael Stipe belli ki son yıllarda rahatlamış. Ama kanımca bu defa da biraz fazla kolaya kaçmış. “I cannot tell a lie/ It’s not all cherry pie” gibi ona pek yakışmayacak türden fazla basit uyaklar var sözlerde... Bu sıkıntının dışında, “Collapse Into Now”, kanımca grubun 1997’de davulcu Bill Berry’nin ayrılışından bu yana yaptığı en iyi albüm. www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle